Tülin Tankut
Dünyada dirlik düzen bırakmayan dinsel, mezhepsel, etnik bölünmeler ; toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve daha nice ayrımcılık biçimleri , 21. yüzyılda hâlâ neden sönümlenemedi ?Çünkü bir sistem olarak kapitalizmin yasası; rekabeti körüklemek, bireyciliği yüceltmektir; dolayısıyla artık herkesin bildiği gibi, “böl, yönet” politikalarından asla vazgeçemez. İnsanları birbirine yabancılaştırarak ayakta kalabilir ancak; dayanışma ruhunu yitirsinler diye. Her tarihsel dönemde olduğu gibi; yönetici sınıflar neoliberalizmle birlikte bilim, felsefe, ekonomi,din, iletişim, sanat gibi tüm alanlara el atarak yüksek teknolojinin olanaklarıyla da dünyayı paylaşma yarışına giriştiler. Emekçi sınıfları ve kültürel açıdan dezavantajlı kitleleri uyutmak için de “aynı gemideyiz” masalını kullanıyorlar. Oysa o gemi, ekonomik eşitsizlikleri ve kültürel ayrımcılığı barındırdığı için “özel” bir gemidir, herkesi taşımaz; altın madeninde çalışanlarla , yemeğe altın tozu serpenler örneğin; tabii “özel”in de “özel”i vardır: Elon Musk gibi , öylesine zengin ki, serveti yaşadığı ülkenin sınırlarını aşıyor ve onda dünyaya hükmetme ihtirası yaratıyor. 400 milyar dolarlık servetiyle , zenginlikte dünya birincisi. (Taze haber)
Ancak sahibinin sesi küresel medyanın , türlü manipülasyonlarla kapitalist gerçekliğin tüm insanların çıkarına olduğunu yinelemesine karşın, “orada dur bakalım” diyenlerin sayısı artıyor. Bu arada manipülasyonlara kanma olasılığı da unutulmamalı. Sözgelimi Daren Acemoğlu – herkes tanıyor artık- ünlü konuşmalarında kapitalizm ve emperyalizm eleştirisi yapmamasına karşın dünya genelinde ilerici diye bilinen kesimlerce sorgusuz sualsiz alkışlanmadı mı? Pusulayı şaşırmayanlarsa bağımsız solda yer alanlardı ve her zaman olduğu gibi bu konuda da zihinleri açma işlevini üstlendiler. Artık apolitik olmakla nitelendirilen emekçi çevreler, kadınlar, gençler vb. gelecek kaygısı çekmekten bıkmış olanlar da din ve mezhep istismarcılığını, ırkçılık, şoven milliyetçilik, cinsiyetçilik, dahası emperyalistlerin politikalarını sorgulamaya başladılar. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde hükümetlerin, sosyal politikalarını uygulamayı savsaklaması , emekçi yığınlarını sorunlarıyla baş başa bırakması; şiddetten, madde bağımlılığımdan, artan bireysel silahlanmadan, gıda terörüne, daha pek çok sorun karşısında bunalan toplumda istikrar, huzur tesis edilmesini zora koşuyor. Bıçak kemiğe dayanmış; bu yüzden özellikle gençlerin muhalefet yapmalarından korkuluyor, Avrupa ülkelerinde bile; İsrail vahşetine karşı çıkmak yasaklanmadı mı?
Küresel düzeyde, gelir dağılımının adaletsizliği tırmandıkça kişiler, yaşıyor muyum, hayatta kalmaya mı çabalıyorum, diye kendilerini sorgulamaya başladılar. Para karşısında insan hayatının hiçbir değerinin olmadığı, bir süreçten geçiyoruz, diye düşünenler haksız mı? Hele biz kadınlar? Kapitalizme eklemlenmiş erkek egemen yapının en çok zarar gören kesimi; öyle ki, kendi ülkemizde yaşama hakkından söz eder olduk! Emeğin sınıf mücadelesine savaş açmış olan dinci siyasetten de en çok çekenler yine kadınlar ; hiçbir şeyden çekmediler, bundan çektikleri kadar. Kendi yarattıkları, “makbul kadın kimliği’ni bile yetersiz bulan bu kesim; kadınlardan evlat, eş ve anne olarak daha fazla fedakârlık bekliyorlar. (Ne yapıp yapıp para bulsun – ama ille de namuslu yoldan!- Bir yumurtayı ikiye bölüp iki çocuğuna pay etsin; okula temizlik görevlisi atanmadığı için temizliğe el atsın, kötülüğün kol gezdiği bir ortamda, suça olan eğilim artmayacakmış , suçluda ahlaki zafiyet baş göstermeyecekmiş gibi, çocuğu evden kaçma serüveninden, cinsel istismardan, uyuşturucudan, tüm sorumluluğu üzerine alarak tek başına korusun, isterse çocuk sayısı çok olsun, ama o, hepsine yetişsin istiyorlar.( Taze bir haber: UNICEF ( Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) Türkiye temsilcisi, dünyada çocuğa yönelik şiddetin arttığı uyarısını yapıyor. Ama iş çareye gelince , dama taşı gibi, aileyi öne sürüyor: Evde et mi kaynar, dert mi, nereden bilecek, ebeveyn çocukla ilişkisinde şiddete yönelik davranışlardan kaçınacak. Çocuk işçiliğindeki şiddetten söz etseydi şaşardık zaten.)
Peki bu ahval ve şerait içinde, dünyanın yükünü sırtlanmış buna karşılık üstüne üstlük şiddete maruz kalan biz kadınların yaşamlarımızı layıkıyla, insan onuruna yaraşır koşullarda sürdürebilmemiz için vereceğimiz mücadelede önceliğimiz ne olmalıdır?
Artık değil siyasete atılmak, kadınların yaşam hakları ellerinden alınıyor hem de yasal haklarını kullandıkları ve var olan görece özgürlüklerinin kısıtlanmasına karşı geldikleri için. ( Polonez’in açlık grevindeki o eli öpülesi o güzel insan- kadınların kurumuş dudaklarından çıkan sözcükleri hatırlayalım: “Grev bizim yasal hakkımız!” Laikliğin sana bana bize ne faydası var, propagandası yapan halk düşmanları duysunlar!)
Bugün gündelik hayatımızı sürdürebilmemizi, (görece mörece) özgürlüğümüzü, laik düzene borçluyuz. Laik, demokratik, hukuk devletinin bağımsızlığının korunmasından da en başta kadını erkeği, emeğiyle geçinenler sorumlu olmalıdır. Emperyalistlerin, ileri teknoloji üretimi için gereken henüz el değmemiş zengin maden yataklarına, su ve toprak gibi doğal kaynaklara sahip ülkelere yağmalama amacıyla , fütursuzca girmelerini engelleyecek olan yine onlardır. Tersi durumda tüm ülkeler tehlike altında olacaklardır. (Teknoloji salt insanlığın refahını artırmak için mi geliştiriliyor? Eğer öyleyse silah şirketlerinin kârları niçin artıyor? Silah satışlarının artması ölüm demek değil de nedir? )
Önceliğimize gelince; kadını, erkeği birlikte anayasa ve yasal güvenceye sahip yurttaşlık hakkımızı sonuna kadar savunmak zorundayız. Karma ve bilimsel laik eğitime sahip çıkmamız için siyasilere, Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) daha fazla kaynak ayrılması için ısrarda geri adım atmamalıyız. Dinci siyasetin eğitimde ağırlığını hissettirmesiyle, kadınların ekonomide istihdam oranlarının düşüklüğü ve kreş, yuva sayısının artırılmaması arasındaki nedensel bağı kavramamız çok önemlidir. Kadını eve yönlendiren zihniyet belli ki onun iş yaşamına atılmasını istemiyor, öyleyse neden karma eğitimi desteklesin, neden yuva, kreş açsın? Ayrıca yöneticiler okul öncesi eğitimin önemine de aldırış etmiyorlar. Ya hükümetin tarikatlarla protokol imzalaması ne anlama geliyor? Okullara din görevlisi atanması (ÇEDES uygulaması) öğrencilerin gelişimine ne katkı getirecek, araştırılmış mı? Bu konudaki söylemler inandırıcı olamıyor. (Çocukların dağa çıkmaları önleniyormuş sözde.)
Suriye’nin başına gelenlerden ders alınmalıdır; Suriye toplumu bir türlü demokratikleşemediği için Suriye devletinin şimdi yeniden küllerinden doğması bekleniyor. Düşündürücü olan ekranlarda kadınların görünmemesi. Yeni düzen hakkında ne düşünüyorlar? Afgan ve İran’lı kadınlar direnişlerinden vazgeçmiyorlar. Güney komşumuzdaki siyasi konjonktür biz kadınları daha da tedirginleştiriyor. Demokrasi düşmanlarına karşı mücadelede başarılı olabilmemiz için güçlü bir muhalefete ihtiyacımız var. İçimize kapanmak bizi siyaset dünyasını izlemekten alıkoyar. Kaygılarımızı yönetebilmeliyiz. Bu olmazsa sorunlar karşısında direncimizi yitirebiliriz. Kendi gücünün farkında olmayan geniş kitlelere el uzatmak da bize düşer. Asgari ücret zammı, kira sözleşmeleri, emekli aylıkları, grev ertelemeleri, kredi kartı borçları, emeğiyle geçinenleri ilgilendiren her konuda bilgi sahibi olmak, bizi yalan dolan karşısında uyanık tutacaktır.
Toplumumuz, özellikle laikliği karalama siyasetinden çekiyor; aynı şekilde solun ve sosyalizmin kötülenmesinden de. İslam ülkelerindeki mezhep kavgalarının üstüne gitmeyenler, sol içi ideolojik ayrışmaları mutlaklaştırarak, bunu nalıncı keseri gibi kendi siyasetlerine yontuyorlar. Ancak şu bilinmelidir ki, bir taraf sömürüyü savunuyor, diğeri sömürüyü yok etmeyi hedefliyorsa hangisine kulak vereceğimiz konusunda rehberimiz laikliktir. Laikliğe ilgiyi artırmak; konuyu hepimizin anlayabileceği yalınlıkta bir dille anlatan bağımsız, güvenilir kaynaklardan yararlanmak yaşamsal önemdedir. Kendimize şu soruyu sormalıyız: Adalet tecelli ediyor mu? Hukuku siyasete alet etmeye kalkışanlara laiklikle değil de başka nasıl müdahale edebiliriz? Laikliğe, Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkmaksa halkın geniş katılımının sağlanmasına bağlıdır. Böyle, bu ahvalde devam edemeyiz. Azimle işe koyulursak, örgütlenmeyi büyütürsek bu, bize sömürüyü yok etmeyi hedefleyen sosyalizmin yolunu açacaktır. Her ileri adım, refah düzeyimizi yükseltmese de onurlu bir yaşamın sürdürülebileceği yaşam koşullarına kavuşmamızı sağlayacaktır. (Hanemize gün doğacaktır) Güçlenmemiz için kültürel kimliklerimizden kaynaklanan sınıf içi farklılıklarımızı, sınıf mücadelesiyle bütünleştirecek politikalara ihtiyaç var. Her bireyin kendi kültürünü koruduğu, diğer kültürlere karşı da saygılı olduğu bir “politik atmosfer”i oluşturmaksa ancak bölücü kapitalist sistemden kurtulmakla sağlanacaktır.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu üçüncü toplantısını 19 Aralık'ta yapacak. Toplantı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı…
ABD basınına konuşan HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani, artık doğum adı olan Ahmed el-Şara'yı kullandığını,…
Yurtdışına çıkış harcının pulla ödenmesi 1 Ocak itibarıyla sona erecek. Harç ödemeleri dijital yollarla gerçekleştirilecek.…
ABD'de New York Mahkemesi Yargıcı Juan Merchan'ın, ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump hakkında görülen "sus…
Kılçer Suriye’nin BOP kapsamında, İsrail’in güvenliği için yıkıldığını belirterek, başta HTŞ olmak üzere cihatçı çetelerin,…