Helalleşme, normalleşme, el sıkışma

"Sermaye devleti, kendini yeniden yapılandırırken düzen siyasetinin taşları da yerli yerine oturmaya başlıyor. Düzen muhalefetinin açtığı helalleşme ve sonrasındaki normalleşme siyaseti bugün el sıkışma siyasetine kadar varmıştır. "

2002 yılında iktidara gelen AKP’yi hem bir süreklilik hem bir kopuş olarak ele almak gerekiyor. Ama süreklilikte belli bir farklılaşma, kopuşta da belli bir benzerlik halinin haiz olduğunu belirterek ne demek istediğimizi açalım.

Türkiye siyasi tarihi, aynı zamanda Türkiye kapitalizminin tarihidir. Kapitalizmin gerekleri ve uluslararası emperyalist sistemle göbekten bağlılık bu tarihsel sürecin temel belirleyenleri. Uluslararası dünya kapitalizminin kriz ve yönelimlerinin doğrudan Türkiye kapitalizmini de belirlediğini biliyoruz.1923 yılında kurulan Cumhuriyet aynı zamanda kapitalist Türkiye’nin kuruluşu ve milli burjuvazinin yaratılmasının da ilk adımı olmuştu. 1923 Cumhuriyet’i sol bir iklime doğmuş, saltanat, hilafet ve emperyalizme karşı kurulmuş ancak kapitalist yolu tercih etmiştir. Bu açıdan 100 yıllık Cumhuriyet tarihi; 100 yıllık kapitalizmin gelişiminin ve bu anlama gelmek üzere sermaye sınıfının tahakkümünün yerleştiği ve gericileştiği aynı zamanda uluslararası emperyalist sisteme gittikçe bağımlılaştığı bir sürecin kendisidir. Bu anlamıyla 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesi, kapitalizm ve sermaye sınıfı açısından mutlak bir sürekliliği ifade eder.

Başka bir deyişle AKP gökten düşmemiştir ve mevcut sermaye düzenine yabancı, toplumsal teamüllere aykırı bir ucube siyaset olarak görülemez. AKP’nin 22 yıllık iktidarı, kapitalizm ve sermaye sınıfının iktidarı açısından somut ve net olarak bir sürekliliği ifade ediyor. Bu sürekliliğin farklı olması ise dünden bugüne gelen Türkiye’ye özgü sermaye siyasetinin kalıplarının dışına çıkmış olmasından.

Kopuş dinamiği ise AKP’nin 22 yıllık iktidarının bir sonucu olarak artık değişen “rejim”. Kopuş paradigmaları 1923 Cumhuriyet’inden kopuşta, AKP eliyle kurulan yeni bir rejimde aranmalıdır. Sistem aynıdır, ancak sermayenin sınıf iktidarının idare biçimi değişmiştir. Bu kopuşun belli bir benzerlik halini taşıması ise, doğrudan “müesses nizam” ya da devlet geleneği ile ilgili. Özcesi, elbise değişti, ancak devlet aynı.

Belki de süreklilik ve kopuş ikilemini tam da burada aramak gerekiyor. Aynı şekilde kopuşta benzerlik ve süreklilikte farklılığı, 22 yıllık AKP iktidarına bakıştaki netlik ayarı olarak düşünmek gerek.

Liberallerin 2. Cumhuriyet adını verdiği yeni rejim, gerici ve işbirlikçi bir rejim olarak kapitalist Türkiye tarihinin en emek düşmanı iktidarının da adı anlamına geliyor. “Sermayenin gerici çıplak diktatörlüğü” kavramı, belki daha çok faşizm ile özdeş tutulabilir. Ancak Soma, Amasra, Ermenek gibi madenci katliamları ya da sınıf savaşının en bariz sonucu olarak son 20 yılda işlenen iş cinayetlerindeki korkunç artış ve aynı zamanda toplumsal cinnet haline dönüşen örnekler, AKP’yi sermayenin gerici çıplak diktatörlüğü tanımına çok yaklaştırmıyor mu?

Neo-liberalizm, yaşadığı ekonomik krizi aşmak için 1970’lerin sonunda büyük bir saldırıya geçmişti. Bu saldırı en başta emeğe yönelikti. Bu yoğun saldırının Türkiye ayağını uygulamak ise Evren-Özal-Erdoğan üçlüsüne düştü. Bu açıdan AKP, 12 Eylül askeri cuntasının açtığı yolun ve kapitalist dünyanın ister küreselleşme isterse neo-liberal dönemi olarak kodlayalım emeğe, sola, sosyalizme savaş açtığı bir dönemin Türkiye aktörüdür. Piyasalaşma, hukuksuzluk, kuralsızlık, emeğe saldırı, kamunun tasfiyesi aslında kapitalizmin yeni kurallarıydı ve bunun Türkiye bayiliği ise AKP’ye verilmişti.

1917 Ekim Sosyalist Devrimi’nin belirlediği bir iklime doğan ancak milli burjuvazi yaratma ve kapitalist Türkiye kurma yolunu seçen Cumhuriyet, bizzat kurmak istediği kapitalizm ve yaratmak istediği burjuvazi tarafından kemirile kemirile bitirildi. Cumhuriyet’in kazanımları artık burjuvazi için gereksiz hale gelirken, hem emperyalizm hem de sermaye sınıfı için ayak bağı olabiliyordu.

Bugün Türkiye’de yaşanan siyasi gerilim ve gündemler bu tarihsel çerçeve içinde ele alınmadan değerlendirilemez. İşte böylesi bir sürecin sonunda AKP eliyle kurulan yeni rejim yeni bir anayasa gündeme getiriyor. Bir yandan Meclis Başkanı başka mesajlar veriyor diğer yandan Mehmet Uçum Saray adına çok net açıklamalar yapıyor. Bir yandan Bahçeli, kapatılsın dediği DEM Parti’li milletvekillerinin elini sıkıyor diğer yandan CHP’nin yeni başkanı normalleşme diyor. Daha önce helalleşme diyen eski başkanı ise sert bir muhalefeti temsil ediyor.

Böylesi bir tabloda akılların karışmaması için sürecin neye tekabül ettiğini çok iyi belirlemek gerek: Yeni rejim kendi hukukunu yazıyor, rejim yerleşiyor, düzen yerleşirken kendi tadilatını da yapıyor.

Daha önce çok yazmıştık: Gerici ve emek düşmanı yeni rejimin kurucu partisi AKP’nin karşısında CHP’nin temsil ettiği politik hat olsa olsa düzenin restorasyonudur. Bir reform programına sahip olmayan CHP, önce helalleşme ile başladı şimidi de normalleşme ile devam ediyor.

CHP’nin açtığı bu yoldan Kürt siyasi hareketinin geçmemesi beklenebilir mi? Radikal demokrat bir çizgiden liberal demokrat bir çizgiye geçiş yapan DEM Parti, CHP’nin bile normalleştirdiği bir siyasal zeminde kendisine yeni bir yol bulacaktır. Dikkat ediniz, Kürt sorunu söz konusu olduğunda katı, statükocu ve ulusalcı kimliği ile CHP takoz olarak görülmüyor muydu?

Sermaye devleti, kendini yeniden yapılandırırken düzen siyasetinin taşları da yerli yerine oturmaya başlıyor. Düzen muhalefetinin açtığı helalleşme ve sonrasındaki normalleşme siyaseti bugün el sıkışma siyasetine kadar varmıştır.

Adım adım istibdat rejiminin anayasası bizlere demokratik açılım diye sunulacaktır. Hazırlıklar bunu gösteriyor.