Dünya komünist partileri arasında süregiden emperyalizm tartışmalarına ilişkin değerlendirmeleri sürdürelim.
Kısa bir hatırlatma gerekirse, ilk yazıda ( https://yurtsever.org.tr/2024/sol-ve-emperyalist-mudahalelere-karsi-tavir-535578/ )her somut soruna ilişkin yapılacak siyasi değerlendirmede temel yaklaşımın sosyalist devrimin çıkarları ve yakınlaştırılması olması ve öncelikle kendi ülkenizde devrim yapmak durumunda olduğunuza göre olguları kendi ülkenizdeki devrimin çıkarları ve yakınlaştırılması üzerinde çözümlemek gerektiğini ifade etmeye çalışmıştım.
Bu açıdan, örneğin kavramları ve olguları birer şablon içerisinde tarihselliğinden kopartarak ele almanın görünürde pek devrimci gözükse de özünde hiç de öyle sonuçlar doğurmayacağını, tarihselliği anlayarak değerlendirmeler yapmak gereğini not etmiştim. Diğer yandan ise tarihsellik derken çubuğu ters yöne doğru bükmenin de doğru olmadığı açık.
Geçen haftaki yazıda (https://yurtsever.org.tr/2024/dunya-komunist-hareketi-ve-emperyalizm-536050/ )ise bu ilk yönü biraz daha tartışmaya çalışmıştım. “Nihayetinde soru basittir… Türkiye’de veya Yunanistan’da veya bir başka NATO ülkesinde devrim olasılıkları NATO’nun Ukrayna’da yenildiği koşullarda mı yoksa kazandığı koşullarda mı gelişecektir? Yanıt da esasında basittir. NATO’nun dengesizleşmesi esas olmalıdır.” derken meselenin tarihsel boyutuna dikkat edilmeden, bir karşılaştırma dahi yapmadan diyalektiğin gereklerini de bir kenara bırakıp bir sınav sorusu gibi “diğer tüm koşulları sabit” sayıp tek bir yönden bir değerlendirme yapmanın şablonculuğa ve siyasi olarak karşı-devrimci bir hattı güçlendirmeye neden olabilecek savrukluklara neden olacağını ifade etmiştim.
Maalesef dünya komünist hareketinde bu savrukluk dünya ölçeğinde etkisizliğe neden olan bir kısırlık yaratıyor.
* * *
Bu noktada bir parantez ile Lenin’in teorik ve pratik mücadelesini bugün nasıl yeniden üretebileceğimize dair çıkartmamız gereken temel önermelere dair bir değerlendirme yapalım.
Lenin, Büyük Ekim Devrimi’ne giderken dünya koşullarından başlayarak bir değerlendirme ve çözümleme ile devrimci durumun gelişmekte olduğuna ilişkin bir tespiti yapabilmişti. Bu dönem diğer sosyal demokrat, sosyalist ve/veya komünistlerin göremedikleri veya Lenin’i onlardan ayıran husus tam da Lenin’in doğru şekilde odaklanmayı bilmesinde yatıyordu. Yoksa Lenin bir kâhin veya şansı yaver giden bir hayalperest değildi.
Lenin, o dönemdeki kapitalist düzenin geldiği aşamayı ve yönelimlerini doğru kavrayabildiği gibi bununla yetinmeyip ne yapacağını da devrimin çıkarları üzerinden değerlendirebilmişti. Her iki tarafta da tarihsel bağlamının dışında, ona aşkın olduğu iddiasında olup bir amentü çıkartmış değildi. Yaptığı eninde sonunda devrimin gerçekleşmesini sağlayacak olan bir yöntemi uygulamaktı.
Bu açıdan, Leninizm iddiasının veya onun yolunu takip edenlerin öncelikle bu devrim arayışını doğru kavraması gerekiyor. Yani, örnek olarak söyleyecek olursak, kapitalizmin çıkarlarının ve ihtiyaçlarının çok uluslu imparatorlukları parçaladığı bir süreçte çok uluslu bir imparatorlukta yapacağı devrimin yaşaması ve egemenliği için emperyalist politikalara bir alternatif üretmek ile daha sonra bu siyasetin emperyalizme karşı mücadele eden kolonilerin bağımsızlık hareketlerine uygulanması ile günümüzde emperyalizmin ülkeleri böldüğü dinamiklerin ayrımlarının doğru konulamayıp siyasi tutumların zaman ve mekan üstü bir hale getirilmesi arasındaki farkı görmeliyiz.
Konumuza dönersek, Lenin Dünya Savaşı’nda Çarlığın yenilgisi üzerine siyaset geliştiriyordu. Bugün emperyalizm ile mücadele ele alınırken siyasi tutumuzu nasıl belirleyeceğimiz açısından bu yöntemin geçerli olduğu açık olmalı. Ama bazı ayrımları unutmadan Lenin “işçi sınıfının vatanı yoktur” diyerek veya hainlik içinde bir Alman ajanı olduğu için böyle davranmamıştı. Parçalanacak birçok uluslu imparatorluk içerisinde devrimci bir durumun en fazla imkânı doğuracak bir kriz şeklinde ortaya çıkabilmesi için stratejik ve taktiksel yöntemler geliştiriyordu.
Bugün de bize böyle yol göstermeli…
* * *
Hangi saikle olursa olsun farklı yollar büyük problemlere yol açıyor.
Örneğin Komünist Parti Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın son röportajlarından birinde Rusya’yı suçladığı sözler. Okuyan’a göre “Rusya Ukrayna’ya silahlı güçlerini sokması” ile birlikte “Pandora’nın kutusunu açtı”. Rusya sayesinde “artık sınırlar çeşitli nedenlerle değiştirilebilir”. İsrail de Rusya’nın bu hamlesinden cesaret alarak saldırganlığını arttırdı, Türkiye’de de gazeteciler, siyasetçiler, tarihçiler, bürokratlar bu sayede “sınır değişikliği hayalleri kuruyorlar. “Ukrayna’da gidişat, Rusya’nın alacağını alacağı, geri kalan Ukrayna’nın ise Almanya ama daha güçlü olasılık ABD’ye ‘satılacağı’ bir çözüme doğru” imiş.
Bu sözler ile 2017’de Yunanistan Komünist Partisi’nin tezleri doğrultusunda Rusya’yı emperyalist sayan bir Konferans yapan ancak bir türlü emperyalist diyemeyen bir tutarsızlığı sürdürmenin çelişkisini bir kenara koyalım.
Ama bu açıklamalarda yapılan vurgu ile söylenen temel fikir, Ukrayna’nın iki emperyalist güç arasında ezilmesi ama bundan daha önemlisi “Rusya’nın işgal ile emperyalizmin yeni dönemini açtığı” tespiti. Bu tespitten, gerçekte Nazi sembolleri altında emperyalizmin ileri karakolu olma rolüne soyunan Ukrayna’nın bir “mazlum millet” sayılarak desteklenmesinden başka bir sonuç çıkabilir mi?
Bu tespit içerisinde NATO yer tutmuyor. ABD ve NATO’nun Ukrayna’da genişlemesi, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden bu yana emperyalizmin Rusya’yı çevreleme siyasetinin esamesi yok. Sınırların değiştirilmesinin önünü açan Rus saldırganlığı ama ABD unutulmuş.
Bu kısmı unutulmuş ama sonuçta ABD’nin tezleri tekrar edilmiş. “Güvenlik, soydaşların korunması, tarihsel ve kültürel bağlar ya da ‘burası fi tarihinde bizimdi’ türünden emperyal hafızaya dayalı gerekçelerle herkes bir başka ülkede hak iddia etmeye başladı” demek başka nasıl açıklanabilir ki?..
Partisinin son dönemde NATO karşıtı bir çalışma yaparak dengelemesi mümkün olmayan ama kendi tezleriyle uyumlu, onların mantıksal sonucu denilebilecek bir yaklaşım söz konusu.
Madalyonun bir yüzünün yanlışları kendiliğinden ancak bu kadar net ortaya konulabilirdi.
* * *
Gelelim madalyonun öbür yüzüne…
Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından eski sosyalist ülkeler emperyalizmin doymak bilmez bir iştahla saldırıp yağmaladıkları bakir pazarlar olarak sisteme içerildiler. Bu arada Rusya ise gerek Çarlık dönemindeki emperyalist niteliği gerekse Sovyetler Birliği’nin artçısı olarak devraldığı ilişki, etki, imkân ve kabiliyetler nedeniyle emperyalist sistem tarafından terbiye edilmek istendi.
İşbirlikçi iktidarların ardından daha bağımsızlıkçı ve egemenliğini korumaya çalışan milliyetçi bir Putin iktidarı ile Rusya ile emperyalizm arasındaki gerilimler sürdü. Bu süreçte emperyalizm ile “onurlu bir barış” arayışı dahi oldu ama emperyalizm Rusya’yı çevreleme siyasetinden vazgeçmedi. Bunun sonucunda geçmişte Gürcistan’da yaşanan savaşın benzeri dinamiklerle Ukrayna’da da önce bir iç savaş sonra kapsamı oldukça genişleyen bir Rusya-Ukrayna/NATO savaşı yaşandı ve hala devam ediyor.
Öte yandan, kapitalizmin emperyalistler için “kurtarılmış bölgeler” haline getirilen az sayıdaki liman şehri dışında gerçekten hemen hiç gelişmediği Çin’de 1980’lerden sonra ciddi bir kapitalistleşme atağı başladı. Bugün dünyanın en gelişkin ekonomilerinden birine sahip olan Çin’in nüfus büyüklüğü ve bunun sonuçları bir kenara emperyalist ülkelerin düzeyine doğru alması gereken daha çok yolun olduğu bir gerçek. Öte yandan, iktidarda hala bir komünist parti bulunması, merkezi planlamanın kullanılma biçimi gibi bir dizi olgu da Çin’in “21. Yüzyıl sosyalizmi” söyleminin yakından takip edilmesini gerektiriyor.
Ayrıca, bu köşede yazdığım iki yazıda, artık yıllar önce de olsa hala geçerliliğini koruyan şekilde, Rusya (https://yurtsever.org.tr/2017/emperyalizm-uzerine-ii-emperyalist-sistemde-yenilik-117194/) ve Çin’in (https://yurtsever.org.tr/2017/emperyalizm-uzerine-iii-emperyalist-sistemde-liderlik-118803/) neden emperyalist sayılamayacaklarına ilişkin bir çerçeveyi de tarif etmiştim.
Son tahlilde ABD’nin saldırganlığı karşısında bu ülkelerin diplomatik manevralarla etkili ilişkiler kurma çabalarıyla birlikte savunma halinde olduklarını da akıldan çıkartmamalıyız.
* * *
Lakin, mesele buradan sonra kopuyor.
Anti-emperyalist olmanın zorunlu koşulu anti-kapitalist olmaktır. Bu olmadığı sürece bir emperyalist güce karşı olmak, bağımsızlığını korumak için bir mücadele yürütmek anti-emperyalist nitelik kazanamaz, böyle sayılamaz. Bu emperyalist güçlere karşı yürütülen mücadeleyi değersizleştirmez ya da bu mücadelenin anti-emperyalist bir karakter kazanması ihtimalini de dışlamaz.
Bu bağlamda, Çanakkale Savaşı’nın bir emperyalist paylaşım savaşı içerisinde yurt savunması olarak edindiği tarihsel rol, Kurtuluş Savaşı’nın Ekim Devrimi ile ilişkisi ve emperyalizmin bölge planlarına karşı üstlendiği rol veya 1950’lerden itibaren başlayan bağımsızlık hareketleri örneklendirilebilir. Bu tarihsel olayların kendileri nesnel olarak anti-emperyalist karakterlere sahiptir kuşkusuz.
Ama çoğu durumda kapitalizm karşıtlığı ile beslenememişlerdir. Bu tarihsel olayların önderleri kapitalizme yüzlerini dönmeyi net şekilde tercih ettiklerinden anti-emperyalist mücadelenin meşruiyetine hizmet etseler de anti-emperyalist olamamışlardır. Bunun bir çelişkiden ziyade zıtların birliği üzerinden okunması daha doğru olur.
Bu çerçevede, Çin’e dair ihtiyat payımız bir yana, bugün ABD ve NATO planlarına karşı direnen Rusya, İran ve hatta Suriye gibi ülkelerin Amerikan karşıtlığının ötesinde tutarlı bir anti-emperyalist çizgiye sahip oldukları asla söylenemez. Dolayısıyla, emperyalizm ile uzlaşmaları dahi mümkündür. Uzlaşmak derken sadece herkesin tereddütsüz isteyebileceği bir barıştan değil ülkelerinin emperyalist yağmaya açılması, emperyalist planların bir parçası haline gelinmesi anlamında işbirlikçi tavizler verilmesinden bahsediyorum.
Her Amerikan karşıtlığını, her emperyalist müdahaleye direnişi desteklemek durumundayız ama bunları devrimci de sayamayız, saymamalıyız. Bu türden ülkelerin tarafsızlaşmasını, emperyalist kampa dahil olmamasını veya çıkmasını da gözeterek esasında kendi ülkemizdeki sonuçlar yönünden bir değerlendirme yapmak gerekir.
Tersi bu ülkelerdeki devrimci güçleri neredeyse bütünüyle etkisizleştirmek anlamına da gelecektir çünkü bu ülkelerde sadece emperyalizme karşı değil düzene karşı da mücadele edilmesi gerekir ve siz düzeni bu kadar tahkim ederseniz sonuçta düzen karşıtı mücadele zayıflayacaktır.
* * *
Bu açıdan, Rusya’yı emperyalist kabul edip Ukrayna’da işgalci sayarak işi onu sınırların değiştirilmesi tartışmasını açmakla suçlamaya vardırmak ile onu ve benzerlerini anti-emperyalist sayıp birer doğal müttefik olarak kabul etmek özünde pek ayrı noktalara düşmez. Biri nesnel olarak NATO’nun söylemlerini meşrulaştırırken diğeri de sonuçta emperyalizmin planlarının gerçekleşmemesi karşılığında da olsa karşı-devrimci burjuvazinin değirmenine su taşımış olur.
Paralel şekilde, anti-kapitalist olmayan bir anti-emperyalizm tarifine de düşmemek gerekir. Dünyanın çeşitli ülkelerinden komünist ve sosyalist parti ve örgütlerin içinde yer aldığı Dünya Anti-Emperyalist Platformu’nun da meseleyi tepetaklak bir halde ele aldığını vurgulamak gerekiyor. Lenin’in fikriyatını bir şablon gibi ele almaktan daha az tehlikeli olmayan bu yaklaşım Rusya’ya, İran’a ve benzeri gerici rejimlere açıktan destek vererek bu ülkelerin mücadelelerinin nesnelliğini kullanarak iktidardaki gericiliği meşrulaştırıyor.
Bu konu üzerine bir süre daha yazmaya devam edeceğim…
"Kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş ve değiştirilmiş ürün" sayısı 138'e, taklit-tağşiş yapıldığı…
Fransa yargısı, Filistin direnişinin önemli isimlerinden Lübnanlı devrimci Corc Abdullah’ın ülkeyi terk etme şartıyla serbest…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) faşistler tarafından katledilen Talip Öztürk ve Mustafa Hayrullahoğlu'nun ölüm yıldönümleri olan…
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, "enflasyonla mücadele için düşük asgari ücret gerektiği" yaklaşımını kabul etmediklerini, yeni yılda…
Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB), Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin Mariupol şehrinde düzenlenen arama çalışmaları sonucu, Ukraynalı…
Seçim döneminde Trump'a verdiği destek sonrasında önümüzdeki dönem önemli görevler alması beklenen Elon Musk, İran'ın…