Hükümet kimin emrinde
Siyasetçilerin kararları ile emekçilere ve emeklilere yıkılan yükün topluma yansıması ile ilgili toplumsal kanaat, bu durumun hükümetin kaynak kullanımı tercihi ile ilgili olduğu şeklindedir. Bu algılama, kapitalist sistemin sermaye habasetini geri plana çekerek araya siyasi ajanları koyarak sistemi kurtarma manevrasının sonucudur.
ABD’de zavallı Trump zannediyor ki, kendi olağanüstü becerisi ve kişisel insanüstü nitelikleri ile ülkenin başına geri döndü. Heyhat! Acaba Elon Musk denen toplum düşmanı şeytan ve benzerleri olmasaydı sırtında mahkûmiyet yükü taşıyan ip cambazı Trump halkların özgür oyları ile iktidara gelebilir miydi? İçinde bulunduğu koşullar nedeniyle Trump’ın bırakın iktidara gelmesi, normal koşullarda ancak zindanda çürümesi söz konusu olmalı idi.
İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde sıkışan kapitalizmin siyaset ile ilişkisini irdeleyen araştırmacılardan Ralph Miliband devletin sermaye ile ilişkisini anlatırken, büyük sermaye şirketlerinin çeşitli devlet dairelerine eleman sokarak, devlet içinden işlerini hallettiklerini söyler. Nicos Poulantzas ise daha da ileri giderek, burjuva iktidarlarında içeriye adam sokmaya da gerek olmadan, kapitalist devletlerin sermayenin/burjuvazinin emrinde olduğunu yazar.
Bu konuyu irdelemeye soyunmuş olan, ABD’de Ekonomi ve Politika Araştırma Merkezi Eş-Başkanı Dean Baker ana başlığı, donatım ya da donanım anlamına gelebilecek “Rigged” olan, alt açılımının ise, biraz uzunca, “Küreselleşme ve Modern Ekonominin Kuralları Zengini Daha Zengin Yapacak Şekilde Yapılandırılmıştır” olan bir kitap yayınladı. Bu kitap, burjuva devletlerinin Bob Jessop ve James O’Connor’u, hatta emperyalizmi tanımlayan Baran ve Sweezy ikilisini dahi geride bırakacak şekilde açıkça sermayenin emrinde olduğunu gösterdi. Kitabın sonundaki Ek Bölümde, 100 büyük ABD şirketinin hangi temsilcilerini devletin hangi departmanına ne tür işlerden sorumlu olarak soktuklarını yazmaktadır. Tablonun izahatında ise şu ilginç açıklama bulunmaktadır: “Söz konusu direktörler [hükümet-şirket arasındaki] politik bağlantılarla ilgili sözleşme yapmak ya da düzenleyici kuralların saptanmasında şirketler açılarından yararlı olabilir, ancak bu bağlantıların şirketlerin iyi yönetildiği ve hissedarlara yararlı olduğu kuşkuludur.” Kitaba ulaşım bilgisi şöyledir, isteyen bakabilir, hatta beşli çete olarak bilinen grubun elemanları da bu bilgilerden yarar sağlayarak toplum düşmanlıklarında etkinlik derecesini yükseltebilirler!
Dean Baker (2016), Rigged: How Globalization and the Rules of the Modern Economy Were
Structured to Make the Richer Richer,
Center for Economic and Policy Research, Washington, D.C.
Research
Kapitalizmin sefilliği ortada iken Türkiye’de emekliler ve emekçiler içinde yaşadıkları durumdan daha iyi olabilirler mi? Peki, bu koşullarda söz konusu kesimler daha iyi olamaz diye oturacak mıyız? Tabii ki, hayır! Tabii ki, hakkımızı almaya çalışacağız. Ancak, hakkımız olduğuna inandıklarımızı kısa vadede almalıyız, fakat hakkımızın kısa dönemde istediklerimizle sınırlı olmadığını da bilincimizde büyütmeli ve güçlü olarak haykırmalıyız. Sistemin ve sermayenin, hatta sendikal örgütlerin sınırlarıyla belirlenen haklarımızın tüm haklarımızı temsil etmediği bilincine ulaşmalıyız. Bu anlayışla, birinci kademe olarak sendikal haklara ulaşmaya çalışmak gerekir, fakat haklarımızın tümü için siyasallaşmayı kesinlikle hedefte tutmalıyız.
Siyasetçilerin kararları ile emekçilere ve emeklilere yıkılan yükün topluma yansıması ile ilgili toplumsal kanaat, bu durumun hükümetin kaynak kullanımı tercihi ile ilgili olduğu şeklindedir. Bu algılama, kapitalist sistemin sermaye habasetini geri plana çekerek araya siyasi ajanları koyarak sistemi kurtarma manevrasının sonucudur. Bir toplumda kalabalıklık olarak emekçiler ve emekliler toplamının burjuva sınıfından fazla olması durumunda, oy peşinde koşan hükümetlerin büyük sınıfı ihmal edip, az sayıda burjuva sınıfını beslemesi siyaseten mantıklı görülebilir mi? Görülemez, fakat işin aslı şudur ki, kamu bütçelerine yansıyan tercihler hükümetlerin serbest politik tercihleri olmayıp, iç ve dış sömürücü sermayenin emrinde ekonomik tercihe göre alınmış politik kararlardır. Kısacası, kapitalizmde geçerli politik karalar Fransız Devrimi’nin ortaya koyduğu aldatıcı ‘politik demokrasi kararları’ olmayıp, 1840 İngiliz sanayi devriminde ortaya çıkmış olan sermaye gücü karşısında emeği öne çıkaran ‘ekonomik demokrasi’ ilkesini de bertaraf eden sermaye yanlı politik kararlarıdır. Politik demokrasiyi dışlayan, ekonomik demokrasiyi de tahrip eden burjuva sisteminde önemli olan oy sayısı değil, ekonomik güçtür. İşte, kısa vadeli hak talebi, arkadaki böylesi ana doku idraki ile halkçı sistem talepleri ile doldurulmalıdır. Bu talep ise sistemle ilgili olduğu için sendikal mücadeleyi aşar, siyasi mücadele alanına girer.
Duruma bir bakalım. Hükümet, sözcü Şimşek marifetiyle neler yapmaktadır, daha doğrusu işleri nereye doğru yönlendirmeye çalışmaktadır? İlk ağızda söylenen vergi düzenlemeleri ve asgari ücret ile ilgili tartışmalar kızıştıkça, ne gariptir ki, halkımız var olan iktidarın kendilerini ezdiğini düşünerek, sistem ve politika formatında hiçbir değişikliğe gidilmeden, bir iktidar değişikliğiyle bazı iyileştirmeler yapılabileceğini düşünmektedir. Olabilir; AKP’nin iktidar sahasından silinmesi adalette, eğitimde, hatta vergi ve harcama sisteminde bazı kısmî ve kısa vadeli olumluluklara yol açabilir, ancak alınabilecek olası önlemler de belirli sınırlar içinde olmaya mahkûmdur. Bunun sebebi, bugünkü sıkışıklığımızın sistemik çöküşten kaynaklanıyor olmasıdır. İlginçtir ki, bu çöküş salt bize ait olmayıp, küresel kapitalist sistemin genelinde geçerli bir sorundur. Sorunun ileri ülkelerde daha hafif, bizde ise daha ağır hissedilmesinin sebebi farklı ekonomik gelişme aşamalarında olmamızdır. Hatta bizim gibi çevresel ekonomilerin merkeze kaynak aktarırken yaşadıkları hızlı çöküş, ileri ülkelere refah düzeylerinde istikrarın sağlanabilmesi şeklinde yansır.
Genel manzara bu iken, Mehmet Şimşek’in Türkiye’de vergi yükünün % 20,8 oranı ile bu oranın % 34 olduğu OECD ülkelerinden ve % 41,2 olduğu Avrupa Birliği ülkelerinden daha düşük olduğu tezini göğsünü gere gere ileri sürmesi anlaşılır değil midir? Ama Şimşek şunu yapmamaktadır: Ulusal gelirden sermaye ne oranda pay almakta emekçiler ne oranda pay almakta oldukları ve bu paylara sahip kesimlerin vergi gelirine ne oranda katkı yapmakta olduklarıdır. Maliye yazımında “vergi baskısı” olarak bilinen bu oran, emekçilerde fevkalade yüksek, sermayede ise fevkalade düşük çıkmaktadır. Doktora tezi düzeyinde detaylı araştırmalarla ortaya koyulabilecek vergi baskısı olayını bizzat Şimşek haberiyle teyit edebiliriz. Şöyle ki, sermaye gelirlerine tanınan muafiyetler, aflar yanında vergi sistemindeki vasıtalı vergilerin ağırlığı emekçiler ve emekliler üzerindeki vergi baskısının sermaye üzerindeki vergi baskısından daha yüksek olduğunun kanıtıdır. Hele de, artan tarifede vergi dilimlerinin görece darlığı, yılbaşından yılsonuna doğru emekçiler üzerindeki vergi yükünün ağırlaşması yük dağılımını tümüyle adaletsiz kılmaktadır.
Bütçede gerek gelir, gerek harcama kalemlerinin görüntüsü hükümetin kimin emrinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ne var ki, bütçede safi sistem geçerli olduğundan, vergi mahsupları ya da aflar ve sermaye kesimine tanına ayrıcalıklar ile oluşan vergi harcaması tutarı görülememektedir. Böylece, sermaye ile emek ve halk arasına devlet girerek sermayenin halk üzerindeki sömürü şiddetini perdelemektedir. Yap-işlet- devret ya da kamu-özel ortaklığının bütçeye yıktığı faiz yükünü bütçe yükü ya da bütçe açığı olarak algılanarak sermayenin habis oyunlarının sahne dışında kalması sağlanmaktadır.
Toplumsal sermaye gücü belirli kesimlerin elinde olunca, bu kesimler aynı zamanda vergi yüklerini hafifletme, bazı ayrıcalıkları sağlama gücüne de sahip olurlar. Gerçek demokrasinin koşulu olarak ana mesele, sermaye gücünü toplumsallaştırmak, toplumun her kesimine ekonomik gücüne göre değil, toplumsal ağırlığına göre politik ağırlık tanımak olmalarıdır.
Not: Yazının güncelliği nedeniyle aynı yazıyı ’12 Internet gazetesi’nde de yayına gönderdim.