İlahiyatlaşan üniversiteler
Üniversitelerin bilim üretmesi gerektiğini artık tartışmaya gerek yok sanırım. Bir konunun, bir teorinin bilimsel olabilmesi için ön koşul yanlışlanabilir olmasıdır. Burada yanlışlanabilirlik yanlış olması değil ama hangi koşullar altında ve nasıl bir düzenekle yanlışlanabileceğini göstermektir.
Türkiye’de toplam kaç tane İlahiyat Fakültesi (İF) olduğunu biliyor musunuz? Ben, söyleyeyim, tam yüz on altı tane! Yazıyla 116! İnanılır gibi değil ama resmi verilere göre durum bu, yani il başına İF sayısı birin üzerinde! Üstelik de her yıl bunlara yenileri ekleniyor. İş bununla da bitmiyor, öğretim üyesi sayısına oranla en yüksek üniversite yöneticisi sayısı da İF’de. Görünen o ki üniversitelerimiz ilahiyatlaştırılıyor.
Sorun burada herhangi bir fakültenin üniversite içerisinde başat hale gelmesi değil, sorun olağan koşullarda üniversite bünyesinde olmaması gereken bir yapının üniversitede egemen hale gelip, üniversiteyi kendine benzetmesi.
Üniversitelerin bilim üretmesi gerektiğini artık tartışmaya gerek yok sanırım. Bir konunun, bir teorinin bilimsel olabilmesi için ön koşul yanlışlanabilir olmasıdır. Burada yanlışlanabilirlik yanlış olması değil ama hangi koşullar altında ve nasıl bir düzenekle yanlışlanabileceğini göstermektir. Böyle bakıldığında, ilahiyatın konuları bunun tam tersidir, yanlışlanabilme şansı yoktur. Ortada bir ön kabul, bir dogma vardır ve her şey ona göre şekillendirilir. (1) Herhangi bir konuda önce hipotez geliştirip sonra deney ve gözlemlerle bunun doğruluğunun araştırılması ve tekrarlanabilir tutarlı sonuçlar elde edilebilmesi bilimin olmazsa olmazıyken deney-gözlem yapma şansı olmayan bazı alanlar neden bilim dalı olarak sayılır ve üniversite içine alınır, anlamak zordur. Üniversitenin tarihsel bağlamda ve evrensel düzeyde (universe/kosmos) geçerliliği olan bilgiyi, dini temelli değil meslek temelli (universitas/lonca) olarak ele alan, farklı disiplinleri bir araya getiren (unus/versus), öğrenciler ve eğiticilerden oluşan (universitas magistrorum et scholarium) bir kurum olduğu söylenebilir. ‘Kiliseden kopuş’ ve ‘dini temelli olmama’, üniversite kavramının dogmalardan bağımsız sorgulama özelliğine işaret etmektedir. (2) Aslında konu basittir: bilim, din ile arasına ne kadar mesafe koyarsa o denli başarılı olur. Başka bir deyişle din bilimin zıddıdır; bilim araştırır din kabul eder, bilimde her şey sorgulanabilir, dinde tabular vardır… (3)
Sonuçta İF’nin üniversite dışında başka bir yapı içerisinde olması gerekir. Peki o zaman kendileri neden bu derece istekli akademide yer almaya? Daha önce yazmıştım: “İsmail Faruki’nin açıkça belirttiği gibi, ‘beşerî, sosyal ve tabii bilimler yeniden tasarlanıp, İslam’a uygun yeni gayelere yöneltilerek, yeni baştan inşa edilmelidir. Disipline ait ders kitapları, konuların hakikatin İslami ifadesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtecek şekilde yeniden yazılmalıdır’. Veya Seyyid Hüseyin Nasr, ‘birbirinden bağımsız boy veren bilim dallarına İslamiyet hoşgörü ile bakamaz…İslam’daki yöntem hiyerarşisine göre ilk sırada vahy, sonra akıl yürütme gelmektedir. Deney bunlardan sonra yer alır’ demektedir. Ziyaüddin Serdar ise, ‘Fizik, kimya, biyoloji ve zooloji üzerine her ders kitabının tüm bölümleri Kur’an’dan uygun bir ayeti esas almalıdır… Modern zamanlara kadar açıklanamamış çok sayıda gerçek, Kur’an’da belirtilmiştir’ demiştir. Hatta Kur’an’ın bilimsel bir ders kitabı olarak okutulması önerilmiştir.” (4)
Türkiye’de de işler bu yöne doğru gitmektedir. Başta da söylediğim gibi, önce İF’nin sayısı artırıldı, sonra üniversite içerisinde yönetici pozisyonlarına getirildiler. Şimdi de İF’nin ismini değiştirip (İslami İlimler Fakültesi yapılmak isteniyor), içerisindeki bilim tanımlamasına yakın dersleri kaldırıyorlar. İlahiyatçı profesör İbrahim Maraş şunları söylüyor: “İslami ilimler denilince klasik anlamda, şu andaki Arap ülkelerindeki Şeriat Fakültelerinde olduğu gibi teolojik bir eğitim yapıyorsunuz. Hatta Teoloji yani Kelam ilmine bile, kısmen akılcı olduğu için yeterince yer vermiyorsunuz. Aklı dışlayarak ve sadece ayet ve hadisi literal ve zaman üstü yaparak, hatta Arap örfünü dikkate alarak okuyorsunuz. … Osmanlı’nın da kurtulmaya çalıştığı kokuşmuş bir medrese ve din algısını bize dayatıyorlar. Buralarda yetişenler de ileride katı bir selefiliği dayatacak. Bu toprakların ruhuna, dokusuna aykırı bu. İlahiyatlardaki isim değişikliğini resmi yazıyla da yapmadılar. Dekanları, rektörleri telefonla aradılar. ‘Fakülteniz yönetimini toplayın, ilahiyatı İslami İlimler olarak değiştirmek istiyoruz’ diye bize resmi yazı yazın denildi. İstek sanki İlahiyat fakültelerinden geliyormuş gibi görüntü verildi…Birçok fakülte istememesine rağmen ‘kadro vermeyiz’ gibi başka unsurları kullanarak tehditle bu işi yaptılar. Artık ilahiyatta felsefe tarihi, mantık, din sosyolojisi gibi alanlarda hoca bile bırakmayacaklar. Olsa bile sayıları ve ders saatleri azaltılacak.” (5)
Elbette burada amaç sadece çağdaş üniversite kavramını yok etmek değil, daha büyük. Durum şöyle özetlenebilir: “‘İnsan yaşamının kendi başına hiçbir değeri yoktur. Bu yaşam sadece öbür dünya yolunda bir sınavdır’ şeklindeki dini kalıp esas olarak İslamiyet’e ait olmakla birlikte, farklı dozlarda diğer dini yapılar için de geçerlidir. Yani günün birinde, belki de öbür dünyada sıkıntısız bir yaşam olacağı, büyük bir mahkeme kurulup yaşanan her türlü haksızlığın hesabının sorulacağı düşüncesi dinlerin özüdür ve hiçbir maddi temeli olmayan bu düşünce, dünyanın sorunları altında ezilenlere ‘katlanma’ gücü verip, başkaldırmayı engelleyip, var olan düzenin devamını sağlaması açısından kritiktir.” (6)
Meslek öğretiyoruz’ savına da pek itibar etmemek gerekiyor çünkü zaten orta öğrenim düzeyinde dini eğitim veren okulların varlığı bir yana, İslamiyet’te pek çok iş erkeklere verilmişken, şu anda İF öğrencilerinin yüzde yetmişi kadın, yüzde otuzu erkektir. (7) *
Belki sadece günümüzdeki tabloya bakıp, İF’nin üniversite içerisinde olması normalmiş gibi algılanabilir ama ülkemizde durum hiç de böyle değildi. Bir kere, ilk iki Darülfünun içerisinde İF yoktu, yüksek din eğitimi medreselerde veriliyordu. İlk kez 1900 yılında İF, Darülfünun içerisine alınır. Sonrasında da 1914 yılında tekrar medreselere aktarılır ve on yıl üniversite dışında kaldıktan sonra, 1924’te Tevhid- i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılmasıyla yüksek ve ihtisas kısımları tekrar Darülfünuna devredilir. En doğru tavır yine Türkiye’de üniversiteyle ilgili neredeyse her şeyde olduğu gibi 1933 reformuyla gösterilir: İF kapatılır ve sadece konuyu bilimsel açıdan ele alan, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı İslam Tetkikleri Enstitüsü kurulur. “Fakat II. Dünya Savaşı sonunda çok partili hayata geçiş ve Türkiye’nin anti-komünist blokta yer alması üzerine ilahiyata duyulan ihtiyaç üzerine Ankara’da yeniden bir İF açılır.” (8) Yani İF’nin üniversitede olması, bilimsel bir gerekçeyle değil, tümüyle ABD argümanına (anti-komünizm) göredir.
Durum özetle budur. İşte size çağdaş üniversiteyi kurabilmek için bir görev daha.
(1)https://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/bilim-felsefesinin-dort-atlisi-161554
(2) Günal İ. 50 Soruda Üniversite. Bilim ve Gelecek Yay., 2013.
(3)https://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/yine-bilim-ve-din-uzerine-151344
(4)https://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/islami-bilim-kavrami-uzerine-109782
(6) Emek, Din ve İnsan. Komisyon. Evrensel Yay., 2. baskı, 2011.
(8) Arslan A. Darülfünun İlahiyat Fakültesi ve İlk Meclis Zabıtları. Usûl Yay., 2022.
* Meraklısına: öğretim üyelerinin ise yüzde 90’ı erkek, yüzde 10’u kadın.