KADINLARIN SESİ | Onurlu yaşam hakkı, en başta kadınlar için!

"Sosyal yardımlar ve sosyal hizmetlerle sadakaya razı, kaderci, tevekkülü yaşam biçimi olarak benimseyecek milyonlarca yoksul emekçi, dini hayırseverliğe minnet duyarken bunu tek gerçek olarak kabullenir. Böylece gericiliğin hegemonyası, düzene itirazın önüne geçmiş olur."

KADINLARIN SESİ | Onurlu yaşam hakkı, en başta kadınlar için!

Umut Kuruç 

Ülkemizde asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 50 civarında. Asgari ücret altında çalışanların oranı kayıt dışı çalışanlarda yüzde 83,5. Emeklileri de eklediğimizde asgari ücret ve altında çalışanların sayısı patlıyor. Kadın emekçilerde asgari ücretin altı ve asgari ücretin yüzde 20 fazlası ücretlerle çalışanların oranı yüzde 61,4. Öte yandan kadınların yüzde 41’i asgari ücret bile alamıyor. (1) Rakamlara daha fazla girmeyelim. Gerek iktidarın, gerek muhalefetin ve sendikaların yaklaşımı döviz kurlarının, faiz oranlarının, vergi dilimlerinin ötesine gidemiyor. Oysa meselemiz rakamların çok ötesinde. Meselemiz insanca, onurlu yaşam hakkı.

Dünyanın geri kalanında olduğu gibi 1980’lerle birlikte ülkemizde de eğitim, sağlık, bakım hizmetleri, barınma gibi birçok başlık piyasaya, yani sermayenin kâr hırsına devredilmiştir. Böylece, bu hizmetler emekçilerin hakları olmaktan çıkıp onların yaşamlarında yaratılan krizin ana kaynakları haline gelmiştir. Özelleştirme ve piyasalaşma furyası 2000’lerle hızlanarak devam ederken, gericilik siyasette ve toplumsal ilişkilerde güçlenmiştir. Kamuya ait kurumlarda hizmetlerin neredeyse tamamına yakını ticarileştirilmiş, bu kurumlar birer ticari işletmeye dönüştürülmüştür. Kamudan ayrılan finansman tasfiye edilerek, katkı paylarıyla bu finansman emekçi ve yoksul kesimlerin üzerine yüklenmiştir.

Türkiye’nin sermaye düzeninin yeni rejimi budur ve kapitalizm bundan başka bir şey değildir. İyisi kötüsü, uzlaşması yoktur. Dolayısıyla kapitalizmi telaffuz etmeden, onun emekçilerden gasp ettiklerini bir bütün olarak ele almadan sadece enflasyon, faiz, vergi gibi kalemlerle tartışarak ücrete indirgenen bir mücadele asgari ücrette her zaman patronların istediğinin olması demektir. Emekçilerin karın tokluğuna bile yetmeyecek sefalet koşullarında çalışması, sadece hayatını sürdürmesi demektir.

Öte yandan topluma hakları unutturulmuştur. Nedir bu haklar? Sadece ücret midir? Bunlar, ücretsiz, bilimsel ve laik eğitim hakkıdır, ücretsiz nitelikli sağlık hakkıdır, ücretsiz nitelikli bakım hakkıdır, kreş hakkıdır, insanca barınma hakkıdır, kültüre ve sanata erişim hakkıdır, bütün toplumun örgütlü olma hakkıdır. Kısacası insanca, onurlu yaşam hakkıdır. Bunları dışarıda bırakarak ücret pazarlığı, ücret tartışması yapılamaz.

Bu yüzden ücretlerin daracık bir alana sıkıştırıldığı, gerisinin unutturulmaya çalışıldığı, uzlaşmanın temel arayış olduğu bu koşullarda bazı soruları sormak önemlidir.

Çocuk ve yaşlı bakımının artık tamamen piyasaya devredildiği, ücretsiz bakım hizmetinin alınamadığı, sosyal yardım adı altında sadakadan başka hiçbir anlama gelmeyen sosyal yardımdan ibaret bir kültürün yaygınlaştığı koşulların emekçiler, özellikle de emekçi kadınlar için ne anlama geldiği bu asgari ücret ve maaşlar tartışmalarında ve önerilerinde ne kadar yer tutmuştur?

Mesela piyasaya terk edilen eğitim, asgari ücret tartışma platformlarında telaffuz edilmiş midir?

Peki, sağlık hizmetinin ne hale geldiği, emekçilerin sağlık hizmeti alabilmek için karşı karşıya kaldığı piyasa cenderesi, kesintiler, kapanan devlet hastaneleri, sağlık tekellerine aktarılan paralar gündeme gelmiş midir?

Emekçi kitleleri yoksullaştıran ve düşkünleştiren, bunu da sürekli hale getiren bir düzene iktidarın bütçesi sınırları içerisinde asgari ücret ve maaş önerirken, mücadeleden söz etmek, vergide adalet aramak mümkün müdür?

Kapitalizmin 1970’lerin sonundan itibaren yaşadığı krizlere karşı çareyi yine emekçi kitlelere dönük, bu kez daha büyük, kalıcı ve bütünlüklü bir saldırı ile sonuçlandırdığını hatırlayalım. Bugün yaşanan ve kriz olarak kodlanan süreç işte tam da bu dönüşümün ete kemiğe büründüğü durumdur ve kapitalizme içkindir.

Bu süreç bir yandan istihdam alanında dönüşümleri, yani güvencesiz, esnek istihdam gibi modelleri yerleştirirken, diğer yandan reel ücretlerde ciddi düşüşleri getirmiş, sosyal güvenlik sistemi ile insan hakkı olan kamu hizmetlerini neredeyse ortadan kaldırmış, esas olarak yoksullaşmayı sabitleyerek sosyal yardımlarla sürekliliğini sağlayan bir mekanizma inşa etmiştir.

Emeğe dönük saldırılarla birlikte ortaya çıkan, çalışan ve işsiz geniş kesimleri kapsayan yoksullaşma,  asgari ücrete ve işsizliğe mahkûm edilen emekçi kitlelerin düşkünleştirilmesini beraberinde getirmiştir.

Milyonlarca yoksul emekçi yaşamını sürdürebilmek için sosyal yardımların sürekliliğine bağımlı kılınmıştır. Sermaye iktidarı açısından sorun yoksulluğun giderilmesi değil, sürekliliğinin sağlanmasıdır. Dünya Bankası gibi kuruluşlara  “nakit para transferi” ve “sosyal yardımların kalıcılaştırılması” için yol veren iktidar, “yoksulluğun yeniden yapılandırılması” gibi programlarla kalıcı hale getirdiği yoksulluğu yönetmeye başlamıştır. Burada en önemli araç ise Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığıdır.

Bu işleyişe göre istihdam tamamen güvencesiz ve insanlık dışı hale getirilirken, emekçiler sermaye iktidarı ile birlikte sivil toplum kuruluşu adı altındaki dinci gerici örgütlenmelere bağımlı kılınır. Sosyal yardımlar ve sosyal hizmetlerle sadakaya razı, kaderci, tevekkülü yaşam biçimi olarak benimseyecek milyonlarca yoksul emekçi, dini hayırseverliğe minnet duyarken bunu tek gerçek olarak kabullenir. Böylece gericiliğin hegemonyası, düzene itirazın önüne geçmiş olur.

Bu mekanizmanın işleyebilmesi ise elbette aile, ailede ise kadın üzerinden mümkündür. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin yasanın ikinci maddesi işlevini açıkça ortaya koymaktadır: “Sosyal ve kültürel dokudaki aşınmalara karşı aile yapısının ve değerlerinin korunarak gelecek nesillere sağlıklı biçimde aktarılmasını sağlamak üzere; ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesini koordine etmek; aile bütünlüğünün korunması ve aile refahının arttırılmasına yönelik sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini yürütmek”…

Hedef onların kutsal ailesidir. Gerici tahakkümü ve böylece sömürüyü sürdürebilecek temel yapı ailedir ve desteklenmelidir!

Aynı kuruluş yasasındaki amaçlar arasında, tek elde toplanan sosyal yardımların esas olarak kadın, çocuk, yaşlı, engelli gibi gruplara yönelik hizmetleri kapsaması şaşırtıcı değildir. Böylece gerici ideolojik hegemonyayla kuşatılmış olan kadın, yoksulluğun her boyutuyla taşıyıcısıdır.

Bu düzende yoksullaştırma, muhtaçlaştırma ve düşkünleştirme kalıcı kılınmalı ve yönetilmelidir. Burada sosyal güvenliğe, iş güvencesine, eğitime, sağlığa, insanca gelire, kamu hizmetlerine yer yoktur.

Meclis muhalefetinin “sosyal politikaları” ise bu çerçevenin dışında değildir: Sosyal yardımlar, sosyal politikaların temelini oluşturur hepsinde. Yani, yoksulluk kalıcıdır ve yönetilmelidir!

Yine soruyla bitirelim. Bu koşullarda asgari ücret ve maaşlarda uzlaşma yeterli midir? Emekçilerin, kadınların, gençlerin temel insan hakkı olan onurlu bir yaşam mücadelesi ücrete indirgenebilir mi?

NOTLAR

(1) DİSK-AR asgari ücret araştırması 2024