Tülin Tankut yazdı: Ataerki

Seçim kampanyalarında muhalif belediyeler merkezden bağımsız hizmet anlayışıyla hareket ederlerse bunun  kendileri için iyi olmayacağı yönünde uyarılmışlardı. Bilindiği gibi, yerel yönetimler kapitalizmin gelişmesine koşut olarak gelişirler. Kapitalist toplumda hizmet sektörü özelleştirilmiştir. Emekçi sınıfların çıkarlarını gözeten yerel yönetimler toplumsal eşitlik temelinde hizmet etmeye kalkışırlarsa  siyasi baskıları  göğüslemek zorunda kalırlar.

* öpücük değil, bir yumruktu onu uyandıran …

8 Mart Dünya Kadınlar Günü mü ? 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü mü ? Bu yılın  etkinliklerinde ikincisinin öne çıkması dikkatimizden kaçmadı. Dahası hiç ummadığımız kesimlerin  “rüya mı görüyoruz” dedirtecek beyanları bizi  şaşırttı: “ Kadın sorunu toplumsal bir sorundur”, “Kadına yönelik şiddet politiktir”; hele TUİK’in kadınlarla ilgili  2023 verileri  yenilir yutulur cinsten değildi. Sermaye kesiminin temsilcileri de baktılar ki pabuç pahalı, Cumuriyet’e, laiklik ve demokrasiye sahip çıkıverdiler ; arşivlerin, kârlarının her şeyden önce geldiğinin kanıtı belgelerle dolu olduğunu unuttular zahir. Koşulları zorlayarak yeteneklerini uluslararası alanda göstermeyi başaran sporcu kızlarımızı alkışlıyorlar ;  iş TÜGVA’nın (Türkiye Gençlik Vakfı) 10-14 yaş arası kız öğrencilere düzenlediği tesettür defilesine gelince suskunluğa bürünüyorlar. Denilebilir ki, küresel siyasette yaşanan   yozlaşmadan herkes şikayetçi;  bir çok ülkede benzer  durum yaşanıyor; kadın haklarının en ileri düzeyde olduğu iddia edilen Avrupa Birliği ülkelerinde bile.

Özellikle kapitalizmin ekonomik kriz dönemlerinde, kadınların toplumdaki ikincil konumunu sürekli kılmaya ve yerleşik kadın imgesini pekiştirmeye yönelik politikalara hız verilir. Oysa günümüzde, ev kadınının tüketim toplumunun nimetlerinden az çok yararlanabildiği,  görece rahatlık içinde bulunduğu, eşlerinin onlardan “Ailenin İç İşleri Bakanı” diye söz ettikleri devirler geride kaldı. Dar gelirli ve yoksul kesimlerde anne adayları layıkıyla beslenemiyor, sağlık kontrollerini yaptıramıyor, vitamin ve ilaçlarını alamıyor. Doğumdan sonra da lohusalık ve bebeğin bakımı sorunları başlıyor. ( Bu arada anne, eşinden şiddet görmüyorsa şanslı sayılır.)

Erken evlendirme ve erken doğumlarsa  kadının yaşamını karartır. Kız çocuğunun sağlığı tehlikeye girer, eğitim yaşamı sona erer, yaşı küçük olduğundan baskı ve şiddete maruz kalma olasılığı artar. Dini koşullanmalar, kadını itaatkâr olmaya yönlendirir;  etki altındaki kadın da, ev kadınlığını  ve  doğurganlığını temel bir görev olarak içselleştirir.  Hele geçimini kendi başına sağlama olanaklarından yoksun bırakılmışsa evlilik kendisine tek çareymiş gibi görünecektir. Öte yandan kadınları hizaya sokma politikaları, kadın –erkek ilişkilerini de çıkmaza sokuyor. Ekonomik sorunlar nedeniyle kurulu  düzeni sürdürmekte zorlanan çiftlerin, bir de bu yüzden araları açılabiliyor. Boşanmalar  artıyor. Seküler, muhafazakâr – dindar fark etmiyor , her kesimden ve yaşa bağlı olmaksızın sınırlı aile yaşamından ve onun getirdiği gaileden bunalan  kadınlar isyan bayrağını çekiyorlar.

Bizim 31 Mart yerel seçim kampanyalarında,  lafa gelince, ev kadınlarına bol keseden vaatler yağıyor. Ama artık herkes  biliyor ki, kadının ücretsiz emeği sayesinde  çocuklar büyütülüp topluma kazandırılıyor;  ev işleri görülüyor, aile bireylerinin, yaşlıların, engellilerin ihtiyaçları karşılanıyor. Öte yandan kadınlık rolü olgusundan yararlanılarak  kadınlara sözde iş olanağı sağlanıyor. Çalışan kadınlarsa kreş, anaokulu v.b. sorunlarla karşı karşıya bırakıldıklarından işiyle annelik arasında tercih yapmak zorunda kalıyorlar.  (Kaç kadın cinsiyet kalıbını çatlatıp da  dilediği  işte çalışabiliyor? ) Böylelikle cinsiyetçi işbölümü meşrulaştırılmış oluyor. TUİK verilerine göre (2013) ülkemizde ev kadını statüsündeki kadın sayısı 14.7 milyon. Bu kesim, ülkedeki işgücüne dahil olmayan 29 milyon kişinin de  yüzde 50’sini oluşturuyor. Nüfusun yarısı kadın olduğuna göre ev kadınları, seçmen sayısı olarak azımsanmayacak bir rakam. Kadın Kolları’nın çalışmalarıyla övünen AKP ( Adalet ve Kalkınma Partisi) için  boşuna seçimleri kadınlar sayesinde kazandığı iddiaları ortaya atılmıyor. Ancak yerel yönetim seçim kampanyaları öğretici oluyor; bugün hangi partinin  hayata geçirilebilecek bir kadın programı var ?  Kadına yönelik şiddete dair hangisi umut verici yeni bir şey söylüyor? Kadın cinayetlerinin artışında , İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığından beri, suç işleyen erkeklerin cesaretlendirildiği iddiaları haklılık kazandı . Zaten hangi parti  kadın –erkek eşitliğini programına koyar ki ? Bunu beklemek  abes .  Ondan vazgeçtik, laikliğin adı anılmıyor. Tarikatlar, cemaatler yakın zamana kadar sağ partilerin  destekleyicisiydiler. Onların himayesi altındaydılar; ama artık hükümet politikalarında etkili olmaya başladılar. (1) Sermaye kesimi de benzer biçimde, kendi çıkarlarını önceleyen görüşlerini devletin politikaları haline getirmekten vazgeçmez. Bütün bunlar bizi yerel yönetim seçimlerine  daha geniş bir perspektiften bakmaya zorluyor.

Seçim kampanyalarında muhalif belediyeler merkezden bağımsız hizmet anlayışıyla hareket ederlerse bunun  kendileri için iyi olmayacağı yönünde uyarılmışlardı. Bilindiği gibi, yerel yönetimler kapitalizmin gelişmesine koşut olarak gelişirler. Kapitalist toplumda hizmet sektörü özelleştirilmiştir. Emekçi sınıfların çıkarlarını gözeten yerel yönetimler toplumsal eşitlik temelinde hizmet etmeye kalkışırlarsa  siyasi baskıları  göğüslemek zorunda kalırlar. Yerel yönetimlerde kamuculuk anlayışının yaygınlaşmasıysa emekçi halkın yararınadır; toplumsal kurtuluş mücadelesi yolunda atılmış  bir adım olarak da çok önemlidir. (2) Ancak muhalefetin parçalı oluşu,  seçimlerdeki  başarısı için engel oluşturabilir mi, sorusunu getiriyor akla. Çıkarları ortak olan çoğunluk, bir araya gelerek güçlerini gösterebilmeli. Sosyal medyanın etkin bir biçimde kullanılması, iletişimi büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Sol ve kadın hareketleri siyasal varlıklarını toplum nezdinde  güçlendirmek amacıyla , ilkelerine bağlı kalarak daha geniş kesimlerle işbirliğine gidebilmeliler. Çok telaffuz ediliyor ama yinelemekte yarar var: Laiklik ilkesinden ödün verilmemesi, özellikle kadınlar için yaşamsal önemdedir. Ülkenin içinden geçmekte olduğu ekonomik dar boğaza karşın zorlukların aşılması için fedakârlık, kadınıyla erkeğiyle dar gelirli kesimden bekleniyor. Devletin kurumları yıpratıldığından  “emeği koruyan yasalar”ın , kadını koruyan yasaların uygulanmasının önüne zorluklar çıkarılıyor. En önemlisi de karar vericilerin konumu: Düşünce ve ifade özgürlüğü olmadan hangi meslek grubu, görevini baskı altında kalmadan layıkıyla yerine getirebilir, bu hukuk için de geçerlidir. İktidar cephesinde daha şimdiden seçim sonrasının hesapları yapılıyor. Hedefte Anayasa ! Ülkenin Anayasa değişikliğine ihtiyacı varsa da içinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasi belirsizlik ortamı buna uygun değildir. Üstelik var olan yasaların uygulanmasında onca sorun yaşanırken emekçi halkımız ve nüfusun yarısını  oluşturan kadınlarımız buna izin verecek midir? (sürecek)

 

DİPNOT :

1)   Günümüz İran Anayasa’sına göre bütün yurttaşlar eşit olarak yasaların koruması altındadır. Ancak, “bir dürüst erkeğin şahitliği, iki dürüst kadının şahitliğine denk kabul edilmiştir.” Kadınların boşanma ve çocukların velayetini alma konusundaki yasal hakları kısıtlanmıştır.  Erkek istediği zaman boşanabilir, kadınınsa mücbir sebep göstermesi gerekir. Humeyni rejimiyle (1979) başlayan meslekleri Şii mezhebine göre İslamileştirme politikalarıysa , yetkili kadronun kararlarını  etkilemiştir. ( İran sinemasında  bunu eleştiren  örnekler çoktur.) Kuşkusuz toplumun siyasal baskılar karşısında da bir tahammül sınırı vardır. İran’daki rejim karşıtı , başta kentli kadınlar ve gençler olmak üzere halkın  kitlesel protesto eylemleri  dur durak bilmemektedir.  İran’da  Parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimlerinde, 61 milyon seçmenden 25 milyonu oy kullanıyor.  ( 5.3.2024 haberler) Boykot, haliyle dini lider Ayetullah Hamaney’in başında olduğu iktidarın meşruiyetinin sorgulanmasına yol açıyor. 290 milletvekili olan İslami Şura adlı parlamentoda muhafazakârlar ve liberal düşünceye daha açık olan reformistler bulunuyor. Parlamentonun ardından da yerel yönetimler geliyor. Seçimlerde halk,  (ilginçtir) reformistleri de boykot ediyor. Mehsa Amini protestoları, idam kararları, giderek artan yoksulluk, dış yardımlar, siyasi yorumcular tarafından seçimlere katılımın düşük olmasının başlıca nedenleri olarak gösteriliyor.

 

(2) Örneğin,  Türkiye Komünist Hareketi adına Hatay Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterilen  İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Sekreteri , sağlık emekçisi Nuray Yenil’in konuşmaları son derece ufuk açıcıdır. ( 10.3.2024 Pazar, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan, Zülal Kalkandelen’in “Hatay’da ilerici bir kadın aday”  yazısı mutlaka okunmalı)

* GÜLSÜM CENGİZ’İN  KADIN  YAŞAMDIR şiirinin son dizeleri :

“Önce sorunlar geldi

sonra isyan

uyandı kadın

bin yıllık uykusundan

öpücük değil,

bir yumruktu

onu uyandıran…

 

Silkinip kalktı ayağa

ve kattı sesini bir ormana

 

Bastıkça toprağa

çimenler yeşerdi ayaklarının altında

geldi yaşamın bereketi,

çocuklar doğurdu aşkla…

 

Ak çakmak taşıyla kesti göbek bağlarını

çocukların koruyucusu,

o, doğurup besleyip

büyüten

May Ana…

 

Kadın;

toprağın, suyun ve ışığın anası,

ölümsüz tanrıça;

ayrımına vardı gücünün,

direnci ve umudu

bölüştüğü

kadınlar ormanında…”