Zam furyası karşısında emekçi halkımız savunmasız durumda. Ekonomi yönetiminin istikrarsızlığı , bu durumun kolayına atlatılamayacağı yönünde sinyaller veriyor. Borç batağında ( bireysel kredi, kredi borcu) yaşamanın sürdürülebilirliği söz konusu olabilir mi? Yerel seçimler yaklaşırken seçmeni zor bir sınav bekliyor. Normal olarak yerel yönetimler hizmetlerini, sosyal devlet anlayışıyla yürüttüklerinde ve halkın güvenini , desteğini kazandıklarında başarılı olabilirler. Kamu kaynaklarını kullandıklarından halkın, kendilerinden nitelikli hizmet beklemesi en doğal hakkıdır. Ancak, var olan uygulamalardan hoşnut olmayan seçmen; kendisini ilgilendiren ekonomik, siyasal, kültürel, hiçbir konuda sesini yeterince duyuramıyor. Bunun önemli nedenlerinden biri de bağımsız medyanın baskı altında oluşu ve haberlere erişim engelinin konulmasıdır.
Peki, seçime katılacak olan partilerin adayları arasından kötünün iyisini seçmek ya da futbol taraftarı gibi fikir değiştirmeyip parti tutmak zorunda mıyız? Şu bir gerçek ki, siyasal iktidar seçim hazırlıklarında muhalefete göre daha avantajlı konumdadır. Seçmene ulaşmak için tüm televizyon kanallarını kullanabilir. Muhalefetin sesini kesmek kendi elindedir. Gündem değiştirip yapay gündemlerle , ana akım medyayı kullanarak temel sorunların empatiyle, merhametle, vicdanla, dini ve ahlaki saiklerle çözüme kavuşabileceği algısı yaratabilir. Kısacası dünyanın her yerinde seçmenleri yönlendirmek için siyasal iktidar tüm olanaklara sahiptir; dolayısıyla seçim yatırımı olarak yaptığı bazı iyileştirmelerin, vaatlerin , seçimden sonra sürüp sürmeyeceğini seçmen kuşkuyla karşılamalıdır.
Oysa seçimlerde ayak oyunlarından, tartışma ve pazarlıklardan sonuçlar çıkarmaya uğraşmak yerine, sorunlarımızın neoliberal politikalarla bağlantılarını bulmaya odaklanabiliriz. Dünyayı saran “yeni” yoksulluğu o politikalar yaratmadı mı? Yaşanabilir bir çevreden, eğitim, spor, sanat v.b. insan yaşamına anlam kazandıran değerlerden yoksun bırakılmış, geleceğe olan güvenini yitirmiş insanlar kendilerini nasıl geliştirecekler? Değersizlik duygusuna kapılmış bir kişinin zaaflarını kullanacak çevreler ortaya çıkmayacak mıdır? Korunmanın , kayırılmanın bedeliyse kendinden vazgeçmektir ki, bu da bireyselliğin yok oluşu demektir.
Günümüzdeki ‘hayır kurumları’ geleneğinin uzantıları olan muhafazakâr çevreler ve bazı sivil toplum kuruluşları devlet desteğiyle, geçmişte olduğu gibi kurulu düzenin güdümünde işlerini görürler. Ülkemizde yaşanan son deprem felaketiyse bu konuda uyarıcı olmuştur. (1) Ayrıca işsizler, emekliler, dar gelirliler v.b. mağdurlar da bugüne kadar sürdürülen geçici yardımlarla bir gelecek kurulamayacağının farkına vardılar. Düzenli bir geliri olmayan çalışan, ömür boyu yardımla mı yaşayacak? Emekçi halkın geçici yardımlardan çok, işçi sınıfının mücadeleleriyle elde edilmiş, yasal hakkı olan sosyal güvenceye ihtiyacı vardır. Haklarımız hukuk yoluyla garanti altına alınmıştır. Bu konuda verilen hukuk mücadelelerininse ne yazık ki artık pek azı sonuç vermektedir.
Ancak yerel seçimlere hazırlandığımız şu süreçte ekmeğinin derdine düşmüş insanın öğüt dinleyecek hali kalmış mıdır? Ona , “La rahatı fid dünya “(Dünyada rahat yoktur) diyerek öbür dünyayı / cenneti, beklemesini öğütlemek işe yarayacak mıdır? Ya da “başka bir dünya mümkün” sözünün kendisi için ne denli değerli olduğunu kavrayabilecek durumda mıdır? Geçim sıkıntısından başka bir şey düşünmesi mümkün müdür? Seçimlerden nereye geldik !
Bir çok ülkede muhafazakâr akımların, partilerin toplumları, yaşamın gerçekleri yerine inançlarını koyarak yönetmeyi istediklerine tanık oluyoruz, ki bunun da rasyonel düşünceye, bilime, felsefeye zarar vereceği açıktır. Günümüzdeyse ABD gibi gelişmiş bir ülkede bile, siyasi açıdan desteklerine ihtiyaç duyulduğundan dini yapılanmaların faaliyetleri teşvik edilmektedir. Küresel medya da toplumları sağa yöneltmekte başarılı olmaktadır. Bizde de cemaatlerin tarikatların görünürlükleri artarken nüfuzu(etki alanı) artmakta, iş bulmak için bu gruplarla yakınlaşmak mağdurlara çare gibi görünmektedir. Buna toplumun “lider kültü“ne olan sadakatini de ekleyebiliriz. Lidere ( siyasi ya da dini) tapınma düzeyinde inanma, bağlanma, lidere özgü insani kusurlarını fark etmekle birlikte bunu liderin icraatından ayırma yanlışına düşülmesi olasılığı vardır. (2)
Öte yandan zihin dünyamızda , yaşamımızın ilk yıllarında toplumca kodlanmış düşünce ve inançlar da yer alır. Bunlar süreç içerisinde , önyargıları oluştururlar. (Albert Einstein ne diyor? “Önyargıları kırmak, atomu parçalamaktan daha zordur”) Egemen güçlerin yarattığı kutuplaşma ve çatışma böylelikle sağlanmış olur: Bizim takım, bizim parti , bizim cemaat, bizim tarikat v.b. (İşçi- memur emeklisi de böyle bir birine kırdırılıyor) Bu arada değerli insanlar da harcanıp gidiyor.
Bir yandan da hukuk düzeninden kopacak mıyız, itirazları yükseliyor. Halkın ihtiyaçlarını karşılaması gereken, barınma, beslenme, sağlık, ulaşım , eğitim v.b. alanlardaki hizmetler için denetimsizlik had safhada. Siyasi partiler seslerini yeterince yükseltemiyorlar. Düşündürücü olan seçimlerin var olan koşullarda yapılacak olmasıdır. Ancak hak ihlalleri, baskıya karşı direnişi de güçlendiriyor. Yurttaş olarak demokratik değerleri savunmaktan , hak ve özgürlükleri sahiplenmekten vazgeçmeyen kesimleri de görmek gerekir. Hukuku çiğneyen uygulamalar karşısında sessiz kalamayanlar… Parti, dernek, grup olarak sayıları oldukça kabarık, saptamak kolay olmuyor. Örnek vermek gerekirse, kendi adıma çalışmalarını dikkatle izlediğim LM’yi (Laiklik Meclisi) söyleyebilirim. LM, laiklik karşıtı işlemleri saptadıktan sonra mücadeleyi yasal yolla yürütüyor ve bizleri tuttuğu raporlarla bilgilendiriyor.(3)
Özetle, toplumsal olarak üretilen eşitsizlikler ortadan kaldırılmadan “ yeni “yoksulluk bitmez. Yoksulluğu geriletmenin yoluysa işsizlik oranının düşürülmesinden geçer. Ancak evvel emirde yaklaşan yerel seçimlerde oylarımızı kullanırken sonradan pişman olmamak için bizi politik hedeflere ulaştıracak birlikteliklere ihtiyaç duyduğumuzu kabul etmek ve ona göre bir tutum belirlemektir. (devam edecek)
1) Çadırlarda, konteynırlarda eşi, çocukları, yakınları için yaşam mücadelesi veren kadınların hijyenik ihtiyaçlarına (ped) yaptıkları harcamaların vergiden muaf tutulmasına yönelik resmi bir girişimde bulunulmadı. Depremden sonra hijyen konusunda gebelik, doğum, lohusalık dönemlerini kadınlar nasıl yaşadılar, bilemiyoruz.
2) Neoliberalizm, yandaşlarınca bile eleştirilirken, Avrupa ülkelerinde izlediğimiz gibi, aşırı sağ partiler ve “güçlü lider” arayışları gündemden düşmüyor.
3)Liberal ve muhafazakâr cenahın kanaat önderleri bile, Cumhuriyet’in 1oo. Yıl kutlamalarında Cumhuriyet hakkında, değerinin geç kavrandığı yorumunu yapıyorlar. Ne diyelim, “gölge olma, başka ihsan istemez.”
Bu haber en son değiştirildi 8 Şubat 2024 19:22 19:22
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…
Uluslararası Ceza Mahkemesi, (ICC) Gazze'de savaş suçu ı̇şledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…