Laiklik Meclisi'nden hilafetçilere yanıt: 3 Mart'ı "Laiklik Günü" olarak kutlayacağız!

"Laiklik Meclisi hilafetin ve Şer'iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanununun çıkarıldığı 3 Mart’ı yüzüncü yılında Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına almıştır."

Laiklik Meclisi'nden hilafetçilere yanıt: 3 Mart'ı

25 Eylül’de, 90 aydının imzasıyla kurulan Laiklik Meclisi, bugün Ankara’daki Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda basın toplantısı düzenledi. Basın açıklamasını Laiklik Meclisi sözcülerinden İKD Genel Başkanı Umut Kuruç okudu. Basın toplantısında okunan bildiride “Hilafet çağrılarının münferit değil,  bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmelidir.” denilerek, Laiklik Meclisi’nin hilafetin ve Şer’iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanununun çıkarıldığı 3 Mart’ın yüzüncü yılında Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına aldığı bildirildi.

“Özellikle Mayıs 2023 seçimlerinden beri, siyasi iktidarın yeni rejimini tahkim etmek üzere attığı adımlar hızlanmaktadır. Ülkemizin, idari, hukuki ve toplumsal yapısını tamamen değiştirme amacıyla atılan bu adımlarla toplumsal yaşamın güvencesi olan laiklik ayaklar altına alınmakta hatta açık bir biçimde tasfiyesi hedeflenmektedir.

Cumhuriyet’in bütün temel değerlerini tasfiye sürecinde son düzlüğe giren siyasi iktidar, ülkenin hemen hemen her alanında kriz başlıklarının da aktörü haline gelmiştir. Karşı devrim sürecini Cumhuriyet’in 100. yılında tamamlamayı “hedef 2023” sloganıyla ilan etmiş olan iktidarın yetkili ağızları, büyük yol kat etmiş olmalarına rağmen takvimi tutturamamıştır. 2023 genel seçimlerinin öncesinde başlayarak, sonrasında büyük bir telaşla yükselttikleri “yeni Anayasa” tartışması “Türkiye Yüzyılı” adıyla kuruluşunu tamamlamaya çalıştıkları rejimin temel ayağını inşa etme çabasıdır.

Bunun açık göstergesi son aylarda Anayasa Mahkemesi’nin Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali kararlarının Yargıtay tarafından tanınmamasıyla tırmandırılan krizdir. Bu durum basitçe iki yargı kurumunun yorum farkı olarak değerlendirilemez. Siyasi iktidarın en yetkili ağzı tarafından krizin “yeni bir Anayasa ile aşılabileceğinin” söylenmesi bu durumun doğrudan “yeni Anayasa” hamlesiyle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. 20 yılı aşkın süredir hukuku dönüştürerek bir siyasi araç haline getiren siyasi iktidar, yeni Anayasa ile laikliği ve Cumhuriyet’i tamamen tasfiye etmeyi amaçlamaktadır.

Bu sürecin bir diğer ayağı da özellikle Medeni Kanun’dur. Seçim öncesinde Milli Görüş’ün bir diğer kolu olan Yeniden Refah Partisiyle (YRP) imzaladığı ittifak protokolü bunu göstermektedir. Protokolde yer alan “Aile bütünlüğünün korunması için mevcut yasalardaki aykırı hükümlerin ayıklanmasına, manevi değerlerimize aykırı fiillerin ve sapkınlıkların önlenmesine yönelik yasal düzenlemelere, süresiz nafaka konusundaki mağduriyetlerin giderilmesine ağırlık verilecektir.” ifadesi hukuk birliğinin yaşama geçirilmesini sağlayan ve laik hukukun simgesi olan Medeni Kanunla taban tabana zıttır. Bu protokol ve YRP’nin geçtiğimiz aylarda TBMM’ye “Türk Medeni Kanunu’nun 175. ve 176. maddelerinde değişikliğe gidilmesi, 176. maddenin sonuna da bir fıkra eklenmesi” için sunduğu yasa teklifi ile Adalet Bakanlığının 4-5 Ocak 2024’te İstanbul’da yaptığı Türk Medeni Kanun Çalıştayı’nın bütünlük içerisinde olduğunu görmek gerekir. Bununla laik hukukun temelinin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.

TBMM’nin Mayıs 2023 seçimleri sonrası bileşimindeki laiklik ve Cumhuriyet karşıtı toplamın önemli bir kısmının bu sürece olumlu yaklaştığı hepimizin malumudur. İktidar ve ortağı partiler bünyesinde veya onlarla ilişkili çok da uzak olmayan siyasi geçmişe sahip olan görece yenilerinin laiklik ve Cumhuriyet konusundaki beyanları ortadadır. TBMM’deki yeni bir diğer unsur olan ve dinci terör örgütü bağlantısı bilinen HÜDAPAR’ın varlığı ile Cumhuriyet ve laiklik karşıtı, Anayasa’ya aykırı olan seçim bildirgesindeki  “vesayetten ve ideolojiden arınmış, toplumun inanç değerleriyle örtüşen sivil bir anayasanın hazırlanması için çalışılacağı” maddesi küçümsenmemelidir.

Gerici müdahalenin en yoğun olduğu alan eğitimdir. 2013-2018 yılları arasında MEB Müsteşarlığı yapan Yusuf Tekin’in Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna oturtulması tesadüf değildir. Karma eğitim karşıtlığını, tarikat-cemaat uzantılarıyla protokoller yapacağını saklama gereği bile duymayan Tekin, eğitimde 4+4+4 dayatmasının yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Tarikat-cemaatlerin okullara girmesi, imam hatiplerin yaygınlaştırılması, okullara türbanın girmesi ve mescit zorunluluğu da yine Tekin’in müsteşarlığı dönemindedir. Gelecek kuşakların “dindar ve kindar nesiller” olarak teslim alınması “Yeni Türkiye” olarak nitelenen gerici rejimin tahkimatında büyük önem taşımaktadır. Siyasi iktidarın seçim öncesi YRP ile yaptığı protokolde eğitime dönük olarak yer alan “Milli Eğitim müfredatının milli ve manevi değerlerimize uygun hale getirilmesi ve gerekirse aykırı sözleşmeler dâhil her türlü düzenlemelerin gözden geçirilmesi temin edilecektir.” maddesi gözden kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla, biat edecek kuşakların yaratılması için dayatılan ÇEDES, yeni müfredat, tarikat ve cemaat uzantılarıyla yapılan protokoller bu bütünlük içerisinde düşünülmelidir.

Birçok tarikat ve cemaatin içinden çıktığı gerici görüşün sahibi ve Cumhuriyet düşmanlığıyla bilinen Said Nursi ile yine Cumhuriyet düşmanı, aşiret ve hilafet yanlısı Şeyh Sait’in kahramanlaştırılmaya çalışılması, isimlerinin meydanlara ve caddelere verilmesi Cumhuriyet’in ve laikliğin meşruiyetine karşı yapılan saldırıların parçasıdır.

Tesis edilmeye çalışılan rejimin gerici ve teokratik karakteri ortadadır. Üniforma üzerine sarık ve cübbe giyen komutandan sonra Harp Okullarında tarikatlar artık açıktan örgütlenmekte, ülkemizin meydanlarında hilafet bayrakları açılarak şeriat çağrıları yapılmaktadır.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın oğlunun Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olduğu TÜGVA, Menzil cemaati uzantısı Semerkand Vakfı, Ensar Vakfı gibi çok sayıda tarikat-cemaat uzantısı ve AKP yandaşı yapılanmanın yer aldığı Milli İrade Platformu’nun çağrısıyla İstanbul’da düzenlenen ve bakanlarla AKP’li milletvekillerinin katıldığı yürüyüş-miting hilafet, şeriat ve irtica gösterisine dönüşmüştür. Merkezi Londra’da bulunan terör örgütü Hizb-ut Tahrir’in de Köklü Değişim adıyla katılarak sonrasında hilafet çağrısı yayınladığı ve hilafet bayraklarının açıldığı Filistin’e destek kılıfıyla yapılan gerici gövde gösterisi hilafetçiliği ve irticayı meşrulaştırma çabasıdır. Açılan hilafet bayraklarının El Kaide, El Nusra ve Taliban gibi cihatçı terör örgütlerinin siyasal simgesi olduğu hatırlanmalıdır.

Bu gövde gösterisi, Anayasa’ya, onun temel hükmü olan laikliğe aykırıdır ve açıkça saldırıdır. Buna karşı herhangi bir hukuki işlem başlatılmaması Türkiye’de yargının siyasetle bağını ve siyasi iktidarın yargı krizinden yararlanarak yeni Anayasa hedefinin altında yatan temel olgunun laikliğin tasfiyesi olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Hilafet çağrılarının münferit değil,  bütünlüklü bir saldırının parçası olduğu bilinmelidir.

Hilafetin meşrulaştırılması ve laikliğin ayaklar altına alınması kabul edilemez!

Laiklik Meclisi hilafetin ve Şer’iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırıldığı, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanununun çıkarıldığı 3 Mart’ı yüzüncü yılında Laiklik Günü olarak kutlamayı karar altına almıştır.

Laiklik özgürlüktür. Laiklik yurttaşlıktır. Yurttaş haklarıyla vardır. Eşit ve özgür bir toplumun hayatı dönüştürme, değiştirme iradesinin temeli laikliktir. Laikliğin tasfiyesi, önüne arkasına sıfatlar getirilerek aşındırılması bu iradeyi zedeler, zayıflatır, ortadan kaldırır.

Yoksullukla çaresiz bırakılan toplumumuz, gericilikle teslim alınmak istenmektedir. Ancak, ülkemizin ilerici birikimi bu saldırıyı dirençle püskürtecek, eşit ve özgür bir geleceği laiklik temelinde kuracak iradeye sahiptir.

Karşı karşıya olduğumuz tablo laiklik mücadelesinin yaşamsal olduğunu göstermektedir. Bu büyük tehlikeye karşı ülkenin ilerici birikimi ayağa kalkmalı ve safları sıklaştırmalıdır.

Laiklik Meclisi olarak ilerici, yurtsever bütün kitle örgütlerini ve yurttaşları laiklik mücadelesine çağırıyoruz.

Bu gerici kuşatmaya alışmayalım! Eşit ve özgür bir ülke için, gelecek kuşakları için laiklik mücadelesini hep birlikte büyütelim.”

“YUSUF TEKİN DERHAL GÖREVDEN ALINMALI”

Basın toplantısına katılan Laiklik Meclisi üyeleri de söz alarak görüşlerini ifade ettiler. Konuşmalardan satır başları şu şekilde:

Prof. Dr. Fatma Dilek Gözütok:  

Hayatım laiklik ve özgürlük mücadelesi vererek geçti ve bedelini ödedim. Tabii ki mücadele edeceğiz ama ben ülkenin her boyutuyla işgal altında olduğunu düşünüyorum.


Mustafa Gazalcı:

Tuzun koktuğu çivinin çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Devleti ayakta tutan laiklik, hukuk, eğitim ayaklar altında. Laik bilimsel eğitim ile yetişmesi gereken çocuklar, bu bakan Yusuf Tekin yüzünden bundan mahrum kalıyor. Yusuf Tekin derhal görevinden alınmalıdır. Yusuf Tekin ÇEDES uygulaması ile hiç bir uzmanlığı olmayan imam ve müftüleri manevi danışman olarak atadı. Birçok Milli Eğitim Bakanı tanıdım böylesi tarikatları, cemaatleri öven, iş birliği yapan bakan tanımadım. Yusuf Teki’nin o makamda olmaması için bütün STK’ler ve partiler örgütlenmelidir.


Murtaza Demir:

Tam da mücadelenin zamanı, artık başka bir noktadayız. İktidar söylemlerimize gülüyor, şu anda hilafeti yaşıyoruz o yüzden daha büyük bir mücadelenin alt yapısını örmeliyiz. Bu toplumun önemli bir bölümünün laiklik derdi var. Tehlike büyük laikliğin adı bile kalmadı, kaldırıldı, yok edildi. Hastanelerde bile dinci, gerici uygulamalar var. Teklifim şu ki: Mücadeleyi kitlesel bir hale getirelim.

“HİZBU’T TAHRİR TERÖR ÖRGÜTÜ”

Laiklik Meclisi sözcüsü Ömer Faruk Eminağaoğlu:

1 Ocak’ta Filistin mitingi adı altına hilafet gösterisinin yapıldığı bir eylemle karşı karşıya kaldık. 1 Ocak sadece yılbaşı gözüyle bakılacak bir gün değil. 1 Ocak Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun gereği Hicri takvimden Miladi takvime geçiş bir devrim nedeniyle geçilmiştir. Yani aynı zamanda devrimi ifade eden bir tarih. Hepimiz biliyoruz ki bu devrime İslamcı kesim mesafeli davranmanın ötesinde tepkili davranıyor. Bu eylemin tarihi başka bir gün seçilebilirdi ancak 1 Ocak tarihinin seçilmesi nedeni üstünde durmak gerekiyor. Mitingde bulunan Hizbu’t Tahrir örgütü var. Bu örgüt Türkiye’de terör örgütü kabul edildiği ve hilafet ve şeriat amacı taşıdığı için yasak.

Filistin’de herkes hak ve özgürlük gözüyle bakarak iki devlet çözümüyle konuya yaklaşıyor ancak İslamcı kesim Filistin’e din gözüyle bakıyor. Filistin’de çözümünün hilafetle olacağı şeklindeki bir anlayışla yaklaşıyor. Hizbu’t Tahrir hem İslam ülkelerinde hem de müslüman toplumların olduğu, müslüman topluluğun çoğunluğu dersek Türkiye de bu kapsama giriyor, çözümü hilafet olarak görüyor. Anayasa Mahkemesi konuya suç niteliği kapsamında değil “bu örgüt serbesttir, ortada suç niteliği yoktur’ diyerek ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyor. Mahkeme tarafından işlem yapılmaması sanki ‘hilafet meşrudur’ şeklinde boyut taşımakta. Bu durum kuşkusuz tehlikenin kat be kat arttığını gösteriyor.

Yasama, yürütme ve yargı yetkisi milletin elindeyken tek adamlık sistemi getirildiği için ve bütün yetkilerin verildiği kişi de laik ve demokratik cumhuriyete aykırılığı ilke edindiği için yasama, yürütme ve yargı o tek adama verildi ve denetleyemez hale geldi. Anayasa’ya bağlı olmayan iktidar, Yargıtay üzerinden bir kriz yaratarak bunu topluma meşru gösterip yeni bir Anayasayı Türkiye’ye dayatmak istiyor. Yeni bir Anayasa Türkiye’nin gericiliğ   e, laiklik karşıtlığına mahkum edilmesi olacak. “Yeni bir Anayasa” adı  altında Cumhuriyet ortadan kaldırılacak. Bu nedenle Laiklik Meclisi gecesini gündüzüne katarak çalışmalarını sürdürüyor. Anayasa kararları ilk kez Türkiye’de bağlayıcı karar olarak  görülmedi. O halde Cumhuriyeti kuran bu düzeye getiren, bağımsızlığımızı, hak ve özgürlüklerimizi kullanmamızı sağlayan laikliğe sonuna kadar sahip çıkmalıyız. Ama sadece sandık başında değil, demokrasi sadece sandık başında değil, alanlarda da aranmalı. Laiklik Meclisi bunu bir görev olarak ortaya koydu. Örgütlü bir mücadele olmadan sonuç olmuyor.

Prof. Dr. Ahmet Saltık:  

Türkiye’de eğitim, rejim, yaşam dinselleştirilmiyor, dincileştiriliyor. Hatta mezhepleştiriliyor. Laikliği ayaklar altına almak en temel insan hakları ihlalidir. Anayasa askıda ise söz konusu “hilafet istemek” Anayasa ihlalidir. Biz çocuklarımızı laik, bilimsel eğitim alsın diye okula gönderiyoruz ama iktidar “dinci militan” yetiştirmek için eğitimi haşat ediyor.