Laiklik üzerine

"Durum bu olunca; sosyal bir fenomonoloji olan din olgusu ile dinin araçsallaştırılarak sermayenin ve politikanın emrinde devreye sokulan dincilik olgusunun birbirinden dikkatlice ayrıştırılmasının ve laiklik başlığı altında yürütülecek tartışılmaların gerek bilimsellik adına, gerek halk katmanlarında itibar sağlanması amacına uygun olarak ikinci alanda yoğunlaştırılarak sürdürülmesinin zorunlu olduğu kanaatindeyim."

Din ve laiklik konuları iç ve dış bedhahların ülke üzerindeki yıkıcı emellerinde kullandığı halkımızın yumuşak karnıdır. Bu nedenle, laiklik konusunu tartışmaya açmak fevkalade gerekli olduğu kadar, bir o kadar da 27 500 voltluk akım üzerinde manevra edercesine dikkatlice yürünmesi gereken bir alandır. Cumhuriyet’in ilanını hazmedemeyen başta İngilizler olmak üzere, ülkemiz üzerinde habis emeller besleyen iç ve dış tüm ülke düşmanlarının kullandıkları en yıkıcı tutamak din konusu olmuştur, hâlâ da olmaktadır. Aynı şekilde içte siyasilerin de siyasetlerini halka yutturabilmeleri için kullandıkları en etkili araç, maalesef, kutsallıktan uzaklaştırıp araçsallaştırarak istismar ettikleri dincilik olgusudur. 30 Haziran Pazar günü saat 16:00’da Kadıköy’de yapılan laiklik yürüyüşüne mazeretim nedeniyle katılamadığım için üzgün olmamın yanında, arkadaşlara da saygım gereği, bugünkü yazımı bu konuya ayırıp, değerli dostlarımdan hem özür dilemek, hem de bu konuya karınca kaderince bir şeyler katmak istiyorum.

Din olgusunun, farklı toplumlara göre değişen form ve tapınım şekli ile tarih boyunca sosyolojinin önemli konusu olarak etkisini sürdürdüğü ve zaman içinde çeşitli değişikliklere uğramış olarak günümüzde de yerini korumakta olduğu açık bir gerçekliktir. Din olgusuna bilimsel açıdan yaklaşım yapıldığında birincisi, evren ve büyük patlamadan önceki oluşum ve veri kapasitemizle ancak bir bölümünü sadece yorumlayabildiğimiz kâinat/evren konusu; ikincisi ise, henüz çözemediğimiz beyin yapımız, nöronlar ve aralarındaki bağlantıların dehşet verici muazzam oluşum ve işleyişinin şimdilik de olsa çözümsüzlüğünün akıl ile inanç dünyası arasında insanlığa ‘git-gel’ler yaşattığı gözlemlenmektedir. Batı dünyasında, üniversitelerin kilise geleneğinin zayıflayarak da olsa günümüze dek devam ettiği yadsınamaz. Tüm akademik özerklik savlarına rağmen, sistemin üst-yapı konumunu sürdüren akademinin günümüzde akademi-siyaset-din etkileşimleri Pierre Bourdieu’nun Homo Academicus adlı eserinde görülmesinin yanında, din ve bilim ilişkisinin Albert Einstein’in Out of My Later Years adlı eserinde olduğu kadar, Bertrand Russell’in The Scientific Outlook adlı eserinde de yer aldığı görülmektedir. Konuya daha doğrudan yaklaşan iki bilim insanı ve eseri olarak da birincisi, ABD’de genom çalışmalarının bir dönem başkanlığını yapmış olan Francis S. Collins ’in The Language of God adlı eseri, diğeri ise, ABD’de MIT’de nükleer fizik ve plazma fiziği profesörü olan Ian Hutchinson’un Monopolizing Knowledge: A scientist refutes religion-denying, reason-destroying scientism adlı eseri dikkati çeker.

Meseleye ikinci açıdan, genel halk açısından yaklaşım yapıldığında ise din olgusu, tarihin ilk dönemlerinde açıklanamayan doğa olaylarından başlayarak, günümüze dek başta ölüm endişesi ve gelecek endişesi olmak üzere, yaşamın çeşitli alanlarında karşılaşılan sıkıntı ve çaresizlik durumlarında başvuru ve sığınma mercii ya da bireyin sosyal aidiyet algısı ile güvenli dayanağı veya sığınağı olarak algıladığı, toplumsal bileşim alanı olarak tanımlanabilir. Durum bu olunca; sosyal bir fenomonoloji olan din olgusu ile dinin araçsallaştırılarak sermayenin ve politikanın emrinde devreye sokulan dincilik olgusunun birbirinden dikkatlice ayrıştırılmasının ve laiklik başlığı altında yürütülecek tartışılmaların gerek bilimsellik adına, gerek halk katmanlarında itibar sağlanması amacına uygun olarak ikinci alanda yoğunlaştırılarak sürdürülmesinin zorunlu olduğu kanaatindeyim. Tartışmada ileri sürülen düşüncelerin Marx ve din olgusu ile bulandırılması ise, Lenin’in Sovyetler’in kuruluşunda halka yönelik bildirilerde din olgusunun sosyal alana çıkışının engellenmesi görüşü de dikkatlice ele alınarak, Marx’ın din olgusu, afyon görüşü ve yabancılaşma kavramlarıyla hangi bağlamda meselenin vaz edildiğinin daha bilimsel temeller üzerinde irdelenmesi durumunda atılacak adımların ancak bilimsel ve toplumsal katmanlarda muteber addedilebileceğini düşünmekteyim.

Henüz Luther kalkışına muhatap olmamış İslâm konusu hiç düşünemediğimiz kadar yaygın bir araştırmacı kesim tarafından mercek altına alınmıştır. Din ve laiklik konularına antropolojik açıdan yaklaşım yapıldığı gibi, sosyal ahlak açısından da din olgusu daima gündemde olmuştur. Örneğin, antropolojik yaklaşıma örnek olarak Tayfun Atay’ın Din Hayattan Çıkar adlı eseri önemlidir. Din ve laiklik konusuna sosyal ahlak bağlamında yaklaşıma örnek olarak da Cahit Tanyol’un Sosyal Ahlâk: Laik Âhlaka Giriş adlı eseri gösterilebilir. Akademide sosyoloji bölümlerinde “Din Sosyolojisi” dersinin mevcudiyeti de dikkate alınması gereken başka bir husustur. Toplumsal açıdan din konusuna, özellikle de İslâm konusuna İslâm ve İslâm dışı çok sayıda araştırmacı farklı açılardan yaklaşım yapmıştır. Edward W. Said Medyada İslâm adlı eseri ile İslamı yorumlama siyaseti üzerinde düşüncelerini ortaya koymuştur. Ünlü düşünür Slavoj Zizek de İslam Arşivleri başlıklı ilginç bir çalışmaya imza atmıştır. Patrik Haenni ise Piyasa İslamı başlıklı eseri ile müslüman kaderciliğe son verilme olgusunu anlatmıştır. Ortadoğu’da İslam adı altında yükselen terör faaliyetlerini ise bir zamanların ünlü Marxist iktisatçısı Meghnad Desai Rethinking Islam: The Ideology of the New Terror adlı eseri ile ele almıştır. İslam meselesini, bir başka açıdan ele almış olan ilginç bir düşünür ise Roger Garaudy’dir. Roger Garaudy’nin Faik Bercavi ile yazdığı İslamiyet ve Sosyalizm adlı eserde İslam tarihi, çeşitli ülkelerdeki uygulanışı ve felsefesinin sosyalizmle uyuşma konuları ele alınmıştır. Garaudy’nin İslam ve İnsanlığın Geleceği başlıklı eserinde ise İslam konusu günümüzün sorunları bağlamında ele alınmaktadır.

Bu kısa aktarımla amaç ne bir savunma ne de yerme olmayıp, konunun yüzeysel yaklaşımlarla değil, çok ciddi araştırmalarla ele alınıp incelenmesinin zaruri olduğunun ortaya koyulmasıdır. Diğer bir deyişle amaç, laiklik tartışmalarının karanlık dehlizlerde, vülgarize düzey ve ifadelerle değil de, tam da laiklik felsefesinin çizdiği yol olarak, aydınlık ve bilgelik ortamında yapılması gerektiği anlayışını sergilemektir. Konuyu Türkiye bağlamında ele alırken, Osmanlı’dan tevarüs edilmiş kulluk anlayışının, Cumhuriyet yönetimi ile nasıl kaldırılmaya çalışıldığı, ancak kısa süre sonra “mahalle baskısı” ve oy endişesi ile siyasete eklemlenmiş tarikat ve cemaatler eliyle halkın kutsallığı üzerine nasıl bir karabasan gibi çöktüğü irdelenmelidir. Din olgusunun yozlaştırılarak siyasette etkili bir araç olarak kullanmasının siyasi açıdan olduğu kadar ahlaki açıdan da fevkalade sakıncalı olduğu gerekçeleri üzerinden laiklik tartışmalarının sürdürülmesi anlayışı başat olmalıdır. Laiklik ilkesi ile kutsal inanç sistemi olan din olgusuna tasallutun da önlenmesinin, konunun halka yansıtılması bağlamında önemi vurgulanmalıdır.

Bu görüşler muvacehesinde laiklik yaklaşımının din olgusu tartışmalarından soyutlanarak, kapitalist sistemde ve ülkemiz koşullarında devlet-siyaset-halk üçgeninde siyasallaştırılmış ve araçsallaştırılmış din olgusunun nasıl bir sermaye sömürü aracı olduğu irdelenmelidir. Özellikle de bir yandan nesil yetiştirme safsatası ile eğitimin imam hatipleştirilmesi, diğer yandan din hizmeti görüyor bahanesi ile tarikat ve cemaat merkezlerinin aleni siyasete eklemlenmesi ve Diyanet işlerinin en üst düzey devlet ajanı olarak doğrudan siyasetle ilintilendirilmesi konuları irdelenerek, sermaye-tarikat-siyaset üçgeninin sömürü ve toplum üzerinde baskı aracı olma nitelikleri açığa çıkarılmalıdır. Tarikatların sosyal devlet işlevini yüklenerek, bütçe dışı kaynaklarla halkın önemli bölümünün siyasete eklemlenmesini sağlama politikasının yapısı ve işleyişi irdelenmelidir.

Anlatımın özü şudur ki, din konusu istismara ve ajitasyona fevkalade elverişli sosyal fenomonolojidir. Hal böyle olunca, laiklik tartışmalarını din tartışmasından soyutlayarak, ülkemizde tarikat-cemaat-siyaset-sermaye sarmalının analizinde halkın kutsal duygusunun dikkate alınarak incitilmemesi, mücadelenin olumlu sonuçlanması açısından olduğu kadar, ülke ve halk düşmanlarına koz verilmemesi açılarından da önemlidir.