8 Mart’a giderken: Sınıf savaşımı mı kimlik mücadelesi mi?

"Öncelikle 8 Mart’ın çıkış noktası itibarıyla emekçi kadınların katledilmesi, mücadelesi ve sosyalistlerin uluslararası ilanı olduğu bilinen bir gerçek. Türkiye’deki çıkış noktasıysa İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) tarihteki kitlesel eylemleridir. Bu eylemlerin kökeni emekçi kadınların mücadelesine dayanır."

8 Mart’a giderken: Sınıf savaşımı mı kimlik mücadelesi mi?

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne yaklaşırken bu yıl da kadınların gücüne, mücadelesine, emeğine dair pek çok yazıyla ve demeçle karşılaşacağız. Dünyanın kadının emeğiyle güzelleştiğini, kadınların ne menem bir kutsiyet içinde olduğunu ve hatta cennetin kadınların ayakları altında olduğunu söyleyen ifadeleri çokça duyacağız. Kadınlar ya reel hayatta hiçbir somut çıktısı olmayan değerlere ya da tamamıyla sınıfsal aidiyetinden kopuk değerlendirmelere tabi tutulacak. Daha açık bir ifadeyle: kadınlar ya kapitalizmin herhangi özel bir güne atfettiği bir tüketim nesnesine ya da feminizmin kimlik mücadelesine dayandırdığı bir özneliğe tabi tutulacak. Peki, 2024 yılıyla birlikte Türkiye siyasetinde ve gerçekliğinde kadınların bu 8 Mart’ta durduğu yer nedir ve gelecekte kadınların mücadelesinde duracağı yer ne olmalıdır?

Öncelikle 8 Mart’ın çıkış noktası itibarıyla emekçi kadınların katledilmesi, mücadelesi ve sosyalistlerin uluslararası ilanı olduğu bilinen bir gerçek. Türkiye’deki çıkış noktasıysa İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) tarihteki kitlesel eylemleridir. Bu eylemlerin kökeni emekçi kadınların mücadelesine dayanır.

Bu örnekleri vermemizin elbette bir sebebi var; çünkü bugün kadın mücadelesi yalnızca yılda bir gerçekleşen eylemlere, kadın sorununun kökeninden ve bütünselliğinden kopuk teorilere ve siyasal çıkışlara sıkışıp kalmıştır. Bu hem siyasal anlamda hem ideolojik anlamda rotanın ne kadar yanlış belirlendiğini gösteriyor. Türkiye’de bugün özellikle emekçi kadınların gericilik üzerinden yaşadığı bunca baskı, şiddet, ölüm sarmalında; ekonomik anlamda yaşadığı mobbing, düşük ücret, sağlık sorunları sarmalında yükseltilmesi gereken ana mücadele başlıkları laiklik ve emek olması gerekirken bunların esamesini dahi okuyamıyoruz. Kadınların mücadelesi liberalizmin gündelik kavramlarıyla sınırlandırılmıştır ve “özel olan politiktir.” anlayışı gittikçe sığ bir düzleme, bireysel tartışmaların mezesi haline gelmiştir.

Diğer 8 Martlarda olduğu gibi bu 8 Mart’ta da sokaklarda hak aramanın gerisinde sloganlarla ve söylemlerle karşılaşıyoruz. Her sınıftan kadınları eş düzleme taşıyan “kız kardeşlik” düsturu yenileniyor, Özlem Zenginlerle Hilal Kaplanlarla Meral Akşener ve türevleriyle yüzlerce emekçi kadını işten çıkaran, mobbinge maruz bırakan, güvencesiz çalıştıran kadın patronlarla emekçi kadınların kaderi bir tutuluyor. 8 Mart’ta maalesef durduğumuz yer tam olarak budur ve feminizm, bu anlayışı kuvvetli hale getirdikçe kendimizi bu örnekteki kadınlarla bir tutmaya devam edeceğiz; dolayısıyla bugün kadın mücadelesi için ayrı gündemleri ve ayrı bir yolu çizmemiz gerekiyor. Az önce belirttiğimiz üzere bugün emekçi kadınlar olarak emekçi sınıfın yaşadığı sorunlardan azade değiliz. Hepimiz emeğe ve laikliğe olan saldırıların en sert biçimiyle karşı karşıyayız. Sadece 2023 yılında bile yaşadığımız bu sorunlara bir göz atalım. Laiklik Meclisi’nin “Laiklik İhlalleri” raporuna göre gericilerin en çok hedef aldığı kesim yine kadınlardı. İşte birkaç örnek:

– Gerici İslamcı Hüseyin Çevik kamusal alanda kadının varlığına yönelik olarak “Çarşı Pazar işleri kesinlikle hanıma bırakılmayacak. Erkek halledecek. İslam nişanları budur arkadaşım. Gerici, yobaz, mağara adamı desinler, hiç fark etmez. Korkmayın! Pazara sen çık kardeşim. Ne işi var kadının pazarda ya? Kimin kime ne yaptığı belli değil. Çarşılar ve pazarlar şeytanın yeridir.” açıklamasında bulundu; Çevik’in açıklaması akla Halil Konakcı’nın “Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık.” yorumunu getirdi. (18 Nisan)

– İstanbul Eminönü’nde bir imam camide A Milli Kadın Voleybol Takımı’nı hedef aldı. İmamın “Filenin Sultanları kâfirdir, izlemek günahtır, bir de alkış tutuyorsunuz” ifadeleri sokaktan duyuldu. (16 Eylül)

– Radikal İslamcı terör örgütü Hizbullah’ın siyasal uzantısı HÜDAPAR’ın Ağrı Kadın Kolları Başkanı Saliha Adıgüzel, kız çocuklarının giyimini hedef aldı. Adıgüzel, firmalara tesettüre uygun kıyafet üretmeleri çağrısında da bulundu. (23 Ağustos)

Verdiğimiz bu örnekler elbette buzdağının yalnızca görünen kısmı. Bu örneklerin yanında iş hayatında olan kadınların da çifte sömürüye maruz kaldığı, hak gasplarına uğradığı bir o kadar örnekten bahsedebiliriz; fakat nihai olarak bu örneklerin bir neticeye ulaşması gerekiyor. Bugünkü mücadele kadınların sadece daha az sömürülmesine, şiddete uğramasına, hayatına müdahale etmesine dayalı mı olmalı; yoksa topyekûn bir değişimi hedefleyen bir mücadeleye dayalı mı olmalı? Bizce ikincisi çok daha gerçekçi bir rotayı gösteriyor. Bunun için bu 8 Mart’ta Behice Boran’ın şu sözünü yeniden hatırlamak gerekiyor:

“Kadın hakları için mücadeleyi asıl, işçi, emekçi sınıflardan kadınlar, özellikle çalışma hayatında yer alanlar, doğru çizgide, işçi ve emekçi sınıfların demokrasi ve sosyalizm mücadelesiyle uyumlaştırıp bütünleştirerek yürütebilirler.”