"Öldürmeyip de besleyelim mi?"
Taslaktaki “uyutma” başlığı çok açıktır ki bir “toplu itlaf”tır. Bunun hangi “merhamet” ölçüsünde olacağı, acısız olması bu katliam kararının üzerini örtemez. Ve bu noktada hayvan hakları savunucuları şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Ve elbette bu katliam hazırlığına karşı çıkmak gerekiyor. 12 Eylül’de siyasi mahkumlar için söylenen “asmayalım besleyelim mi” şeklindeki anlayışının bugün bir başka versiyonuyla karşı karşıyayız.
Hikmet Yaman
İktidarın “sokak hayvanlarının refahı” ve “toplum güvenliği” arasındaki hassas dengeyi(!) sağlamak üzere yasal düzenlemeler yaptığı ve yakında Meclis’e getireceği yazılıp çizilmeye başlandı. “Sokak köpeklerinin saldırısından mağdur olan çok sayıda yurttaştan gelen talepler” doğrultusunda bu konundaki talimatın bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği “Bu iş çığırından çıktı. Neyi bekliyoruz? Bir an önce halledin artık” demesi üzerine “hayati tehlike” yaratan sokak köpeklerinin uyutulmasını da içeren taslak üzerinde çalışmaların başladığı açıklanıyor.
Evcil hayvanlara çip takılması, evcil hayvanlarını terk edenlere yaptırımları da içeren bir yasa Temmuz 2021’de yürürlüğe girmişti. Şimdi de dört bakanlığın ortak çalışmasıyla bir başka evreye sıçratılan “sokak hayvanları” konusunda bir dizi düzenleme ete kemiğe bürünmek üzere.
Konu üzerinde görmezlerin fili tarifi üzerinden tanımladığı şeklinde bir karmaşa var gibi görünüyor. Köpeklerin saldırdığı insanların görüntüleri, salgın hastalıkların taşınabileceği, kontrolsüz üreyen köpeklerin birçok soruna yol açtığı vb. birçok savla yasayı destekleyenlere karşı “hayvan severler” de taslağa karşı ses yükseltiyorlar.
Meselenin gerçekten bir kontrol ya da düzenleme mi içerdiğini görmek için öncelikle tasarıya bir göz atmak gerekiyor.
Yasa teklifine göre öncelikle sahipsiz hayvanlar sahiplendirilmeye çalışılacak. Bu kapsamda belediyelerin barınaklarındaki köpeklerin fotoğrafları çekilerek, internet sitelerinde sahiplendirme ilanı yayınlanacak 30 gün boyunca sahiplenilmeyen köpekler, iğneyle ilaç verilerek uyutulacak. AKP’li kaynaklar uyutma yöntemi için “merhamet koşulları içinde, acısız, iğne kullanılan bir yöntem olacak” değerlendirmesini yaptı. Uyutulan köpeklerden boşalan barınaklara alınacak yeni hayvanlar için de aynı süreçler işletilecek. Sahiplendirme ile sahiplendirilen hayvanlar ise çip takılarak Tarım Bakanlığı tarafından takip edilecek. Sahiplenen kişinin yeniden sokağa bırakması veya hayvana karşı sorumluluklarını yerine getirmemesi halinde ise Hayvanları Koruma Kanunu’ndaki yaptırımlar uygulanacak.
Taslaktaki “uyutma” başlığı çok açıktır ki bir “toplu itlaf”tır. Bunun hangi “merhamet” ölçüsünde olacağı, acısız olması bu katliam kararının üzerini örtemez. Ve bu noktada hayvan hakları savunucuları şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Ve elbette bu katliam hazırlığına karşı çıkmak gerekiyor. 12 Eylül’de faşist cuntacıların siyasi mahkumlar için söylediği “asmayalım besleyelim mi” şeklindeki anlayışın bugün bir başka versiyonuyla karşı karşıyayız.
İnsanlık varoluşundan bu yana hayvanlarla etkileşim altında bulunmuştur. Engels Doğanın Diyalektiği adlı eserinde; “Bütün zihinsel etkinliğimiz hayvanlarla ortaktır: Tümevarım, tümdengelim ve dolayısıyla soyutlama (Dido’nun türsel kavramları: Dört ayaklılar ve iki ayaklılar, bilinmeyen nesnelerin tahlili (bir fındığın kırılması bir tahlilin başlangıcıdır), sentez (hayvan kurnazlıklarında) ve her ikisinin birleştirilmesi olan deney (yani engeller karşısında ve yabancı durumlarda) der. (Gönderme yaptığı Dido Marks’ın köpeğinin adıdır.).” şeklinde bir değerlendirme yapmaktaydı.
Hayvanların sömürülmesi ve katlinin tarihi elbette kapitalizmden çok daha eskidir. Hayvanlar üzerindeki tahakküm sistemi olarak türcülük sınıflı toplumların ve devletin ortaya çıkmasıyla şekillenmiştir. Bu sömürü ilişkisi kapitalizmle birlikte zirvesine ulaşmıştır. Kapitalizm doğayı ve hayvanları metaya dönüştürmüş, doğayı sınırsız sermaye birikiminin bir nesnesine haline indirgemiştir. Marks Alman İdeolojisi’nde “Tatlı su balıklarının ‘özü’ bir nehrin suyudur. Ancak bu ırmak sanayiye hizmet etmeye başlar başlamaz, boyalar ve diğer atık maddelerle kirlenip üzerinde buharlı gemiler yüzmeye başlar başlamaz veya suyu, basit bir drenajın balığı yaşam ortamından mahrum bırakabileceği kanallara yönlendirilir yönlendirilmez bu nehir balığın ‘özü’ olmaktan ve uygun bir yaşam aracı olmaktan çıkar.” diye yazar.
Kapitalist sömürü, hem insanın hem de hayvanların beden ve zihinlerinde neden olduğu acıyı ortaklaştırır. Bu acıyı sadece vicdani idealist bir acı, duygusal ve bireysel bir iç geçirme olarak algılamamalıyız. O endüstriyel hayvancılıktan, evcilleştirilip(!) havuzlarda çocuklara izlettirilen yunus gösterilerinden, sirklerde gösteri için bin bir işkenceyle öğretilen gösteri yapmaya zorlanan hayvanlara, hayvanat bahçelerinde doğalarından koparılıp toplanan tüm hayvan türlerine, yarıştırılan atlara, dövüştürülen köpeklerden, horozlara, besin sağlamanın endüstrileşmesiyle, işçi sömürüsünün hayvanlarla birleştirilmesine kadar bir dizi şeyi içerir.
Marks’a dönersek: “Tüm yaratıklar mülkiyete dönüştürülmüş, sudaki balıklar, havadaki kuşlar, yerdeki bitkiler, özgürleşmek zorundadır.”
Buradaki özgürlüğün “doğaya dönelim” indirgemeciliğinde olmadığı, bir bütün olarak insanın insanı sömürmediği, doğa ve hayvanlarla ilişkisinin bu sömürüden arındırıldığı bir dünya için mücadele etmek olduğu açıktır.