Mustafa Aksoy’un çarpıtmaları
"Bu yazının amacı, profesör unvanlı bir Türk milliyetçisinin bazı temel konulardaki cehaletini ve milliyetçi tezlerini desteklemek için başvurduğu çarpıtmaları açığa çıkarmak."
Candan Badem
Dünyanın bilinen en eski halısı M.Ö. 3. veya 4. yüzyıldan kalma ve Rusya’da Leningrad şehrindeki Hermitage (Ermitaj) müzesinde sergileniyor. Halı, 1949 yılında sovyet arkeologları tarafından Rusya Federasyonu içindeki Altay Cumhuriyetinde Pazırık’taki bir kazıda bulundu. Pazırık halısı bulunduğu andan beri bilim dünyasında tartışılıyor. Halının nerede dokunmuş olduğu, hangi kültüre ait olduğu, üzerindeki simgelerin, motiflerin anlamı vb üzerine çeşitli tezler var. Bu tezlere göre halı Anadolu, İran, Kafkasya veya Türkistan’da dokunmuş olabilir. Fars milliyetçileri halının İran halısı olduğunu, Ermeni milliyetçileri Ermeni halısı olduğunu, Kürt milliyetçileri Medlere ve dolayısıyla Kürtlere ait olduğunu, bizim Türk milliyetçileri de Hunlara veya İskitlere ve dolayısıyla Türklere olduğunu savunuyorlar. (Medlerin Kürt olduğu da, Hunların ve İskitlerin Türk olduğu da kanıtlanmış değil bu arada). Gerçek şu ki Pazırık halısının kökeni konusunda milliyetçilerin veya tarafsız bilim insanlarının hiçbirinin tartışmayı bitirecek kesin bir kanıtı yok. Nitekim bu yazının amacı da bu tartışmaya dahil olmak değil.
Bu yazının amacı, profesör unvanlı bir Türk milliyetçisinin bazı temel konulardaki cehaletini ve milliyetçi tezlerini desteklemek için başvurduğu çarpıtmaları açığa çıkarmak. Munzur Üniversitesi sosyoloji bölümünden Prof. Mustafa Aksoy’un Tarihin Sessiz Dili Damgalar / The Silent Language of History Damgas adında Türkçe ve İngilizce paralel metinli, büyük boy, ciltli, kuşe kağıda renkli basılmış kalın bir kitabı var. Kitap 2014’te yayımlanmış. Aksoy kitabında dünyanın çeşitli yerlerinden topladığı damga ve motifleri analiz ediyor ve tahmin edeceğiniz üzere hepsinde bir Türk izi buluyor. Yazar ayrıca koç başlı mezarların Farslarda olmadığını ve Türklere ve Kürtlere özgü olduğunu iddia ederek Kürtlerle Türkler arasında bir akrabalık da ima ediyor. Bütün bunlar tipik temelsiz milliyetçi tezler ancak bunlar da konumuz değil. Aksoy, yazılı kaynakların ve araştırmacıların Kürtleri Farsların bir kolu veya boyu olarak kabul ettiğini iddia ediyor ki, işte o zaman yazarın Kürtler üzerinde temel ansiklopedik bilgilerden yoksun olduğunu anlıyoruz. Aksoy, tam üç yerde bu iddiasını tekrarlıyor. 1) Aksoy, agy, sf. 78: “Yazılı eserlerde genelde Farsların bir kolu (Fars halklarından) olarak gösterilen Kürtler ile Zazalar, Farslarda olmayan koç-koyun başlı ve balbal üslubundaki mezar taşlarını kullanmışlar ve kullanmaktadırlar.” 2) Aksoy, sf. 192: “Bilindiği gibi Kürt tarihi konusunda çalışan Kürtçü araştırmacılar, dilden hareketle, Kürtleri Farsların bir boyu gibi kabul ederler.” 3) Sonuç bölümü, sf. 208: “Uzun kulak rivayetlerine dayalı bilgilerin yer aldığı yazılı kaynakların önemli bir çoğunluğu Kürtleri Farsların bir kolu olarak değerlendirir”.
İnanılmaz değil mi? Adam sosyoloji profesörü ve yazılı kaynakların, eserlerin, Kürtçü araştırmacıların, Kürtlerin Farsların bir kolu olduğunu yazdıklarını iddia ediyor! Peki kimmiş bu Kürtçü araştırmacılar veya bu yazılı eserler? Aksoy tek bir örnek vermiyor, veremiyor. Veremez, çünkü bir Kürtçünün yani Kürt milliyetçisinin Kürtleri Farsların kolu olarak görmesi kendini inkar etmesi demek olurdu ve o zaman zaten o kişi zaten bir Kürt milliyetçisi olmazdı. Kürt milliyetçisi olmayan araştırmacılara ait yazılı eserler de, Kürtlerin Farsların bir kolu olduğunu yazmaz. Çünkü Kürtler, İranlı halklardan biridir ve İranlı halklar Farslardan ibaret değildir. Bu basit gerçeği üniversite birinci sınıf öğrencileri dahi bilir ama koca “profesör” daha İranlı ve Fars kavramlarını birbirinden ayıramıyor! Aksoy herhangi bir ansiklopediyi açıp oradaki Kürtler maddesine baksaydı, Kürtlerin İranlı halklardan biri olarak tanımlandığını, asla Farsların bir kolu olarak görülmediğini görecekti. Örneğin İslam Ansiklopedine bakabilirdi. Ama profesörümüz ansiklopedi kapağı dahi açmadan profesör olmuş!
Aksoy, kafasında kurduğu milliyetçi fantezilerine, çarlık ve Sovyet Rusya’nın tanınmış doğubilimcilerinden ve etnograflarından Aleksandr Miller’i de ortak etmeye çalışıyor ki işte burada, “dur bakalım efendi, meydan boş değil!” demek farz oluyor. Aksoy, kitabında sf. 178-180’de “halı dokumacılığıyla ilgili Rus etnograflarından A. Miller, 1924 yılında yayımlanan eserinde aynen şunları yazmaktadır” deyip Miller’in bir eserinden sözde alıntılar yapıyor:
“Fars dokumalarında hakim olan ‘çiçek ve bitki’ motifidir. Kafkasya’da arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan höyüklerdeki halı motifleri tamamıyla 14-15 yy.’daki göçebe Türklerin nakışlarıyla aynilik gösterir. Kafkas dokumacılığına Türklerin bu katkısını görmezden gelemeyiz”.
Aksoy devam ediyor: “Diğer yandan yazar [yani Miller – C.B.] halıcılık tarihi hakkında da şunları yazar: ‘Halı ve kilimin üreticileri sadece Türk soylarıdır. Bunlardan bazılarını sayacak olursak: Türkmen, Karakalpak, Özbek, Massaget (Mesket) ve Kırgızlardır…’ ” (A. Miller, Kovrovıe izdeliya Vostoka: Vıstavka etnografiçeskogo otdela Russkogo muzeya, Leningrad, 1924).
Bu cümleleri okuduğum zaman şöyle düşündüm: Rusya veya SSCB’nin hiçbir etnografı böyle akıl ve mantık dışı, Türkçü faşistlerin bile en uçuklarına yakışır ölçüde saçma sapan bir laf etmez, bu sözler kesinlikle Miller’e ait olamaz, mutlaka Mustafa Aksoy’un bir uydurması veya çarpıtması olmalıdır! Hemen kolları sıvadım, Moskova’dan Miller’in broşürünün bir kopyasını getirttim, heyecanla açtım, baktım veee bingo! Tahmin ettiğim gibi Miller elbette böyle bir zırva söylememişti! Yerli ve milli profesörümüz, Sovyet etnografı Miller’in sözlerini çok kaba bir biçimde çarpıtmış ve utanmadan uydurmuş bulunuyor!
Birincisi, yukarıda birinci alıntıda Aksoy’un güya Miller’den alıntıladığı paragraf, Miller’in eseriyle örtüşmez. Miller, Kuzey Kafkas’daki Çeçen, Çerkes vb bazı halklardaki nakışlı keçelerdeki (halı değil!) motiflerin göçebe Türklerden alındığını yazıyor. İkincisi ve esas önemli olanı ise Miller asla “halı ve kilimin üreticileri sadece Türk boylarıdır” demiyor. Miller, eserinde öncelikle Pers (Fars) halılarının 16-17. yüzyılda halı sanatında yüksek bir kültürü temsil ettiğini kapsamlıca yazıyor. Ardından, Fars halılarındaki sanatsal bitki ve canlı betimlemelerinin Ön Asya halılarında geometrik motiflere dönüştüğünü yazıyor. Kısacası Miller, halı sanatındaki en büyük ustalığı Türklere veya Kürtlere değil Farslara veriyor. (Miller’in tezi doğrudur veya yanlıştır demiyorum. Başta dediğim gibi bu yazının amacı Aksoy’un çarpıtmalarını göstermek). Aksoy’un tamamen yanlış anladığı ve çarpıttığı paragraftan önceki paragrafta Miller, Leningrad’daki sergide Kafkas halı dokuma ürünleri yanında Türkistan’ın benzer ürünleri de yer almaktadır diyor ve ekliyor “buradaki [abç – C.B.] ürünlerin üreticileri tamamen Türk boylarıdır – Türkmenler, Karakalpaklar, Özbek-Mangıtlar ve Kırgızlar”. (Miller’in özgün Rusça metni için bkz. Ek 1). Yani Miller, genel olarak halı ve kilimin üreticilerinden değil, sadece bahsettiği serginin Türkistan halıları bölümündeki halıların üreticilerinden söz ediyor! Bizim Türkçü sosyolog ise Türkistan halılarını el çabukluğuyla dünya halılarına dönüştürmüş, Miller’i de suçuna ortak etmeye çalışmış bulunuyor!
Üçüncüsü, profesör Türkçümüz, Miller’in Özbek-Mangıt dediği Türk-Moğol boyunu nedense Özbek ve Massaget diye iki ayrı boy yapmış, ayrıca Mangıtları da Massaget yapmış! Mangıtların Massaget veya Mesketlerle bir ilgisi yok. Türkçü profesörümüz derme çatma Rusçasıyla okuduğunu anlamamış ya da kendisi gibi Rusçası kıt bir Türkçüden yardım almış olmalı! Mustafa Aksoy Türk coğrafyasını boydan boya gezmiş olmakla övünüyor ama Mangıtları hiç duymamış ve bunlar olsa olsa Massagetlerdir diye düşünmüş! Oysa herhangi bir ansiklopedinin kapağını açsaydı doğrusunu öğrenebilirdi.
Aksoy, Kürt milliyetçisi Cemşit Bender’in halıcılığı Kürtlerin icat ettiği iddiasını bilimsel bulmuyor ama kendi yöntemi Bender’inkinden farklı değil. Aksoy da incelediği eserlerde ve ürünlerde sadece işine geleni görüyor, işine gelmeyen durumlarda tahrifattan çekinmiyor. Bu kısa yazıdan çıkan sonuç şudur: Profesör unvanlı olsalar bile milliyetçilere asla güvenilmez, kaynak gösterseler bile o kaynağı kontrol etmek gerekir, çok rahat kaynağın söylemediği şeyleri söyletebilirler.