Neofaşist küreselleşme

Beyazların siyahlardan, erkeklerin kadınlardan, yerli nüfusun göçmenlerden üstün olduğuna inandırılmış kitleleri günü geldiğinde topyekûn savaş için harekete geçirmek zor değil.

“Faşizmi Nasıl Durdururuz” başlıklı kitabın yazarı Paul Mason, faşizmi kapitalizmden kaynaklanan sistem arızasının yinelenen bir semptomu olarak tanımlıyor (1). Gerçekten de kapitalist dünya son yirmi yıl içinde liberal demokrasiden otoriter popülizme, oradan da neofaşizme savruldu. Söz konusu süreçte sağ siyasetin popülist, muhafazakar ve radikal kanatları birbiriyle yakınlaşırken sol kanat iyiden iyiye yalnızlaştı. Liberal demokratları da dıştalayan otoriter tutum, hukuk devletini ve bireysel özgürlükleri aşındırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Ayrıca dijital platformlar sayesinde neofaşist hegemonyanın inşası kolaylaşıyor. Bugün takipçisi çok olan sosyal medya hesaplarının paylaşımlarını ve bunlara yapılan yorumları incelerseniz faşizme bir tık uzaklıkta olduğunuzu hemen anlarsınız. Örneğin göçmenlere, kadınlara, LGBT bireylere ve hatta sokak hayvanlarına yönelik nefret söylemi hızla yayılıp kitleselleşiyor. Faşizan tutumları pekiştirmeye yarayan otoriter lider fetişizmi de yine sosyal ağlar aracılığıyla milyonlarca kullanıcıya bulaşıyor.

Gerçekte kapitalist sisteme duyulan güvensizliğin ve geleceğe dair umutsuzluğun artması faşizme ortam hazırlıyor. Serbest piyasa ekonomisinin iflası, alım gücünün düşmesi, işsizlik, iklim krizi, pandemi gibi çok çeşitli sorunlar sisteme duyulan güveni yerle bir etti. Bu zor koşullarda iktidar sahipleri hedef olmamak için kitlelerin gündemine çeşitli günah keçileri sokmaya başladı. Ötekine düşman etmek için kışkırtılmış hiddetin er geç şiddete dönüşmesi kaçınılmaz. Paul Mason’a göre geçen yüzyıldan almamız gereken en önemli ders, faşist düşünme biçiminin milyonlarca insan tarafından benimsendiğinde, topyekûn yıkım dışında hiçbir şeyin kitleleri tatmin etmeyeceğidir. Dolayısıyla neofaşizmin yükselişi topyekûn savaşın da habercisi olarak görülebilir. Beyazların siyahlardan, erkeklerin kadınlardan, yerli nüfusun göçmenlerden üstün olduğuna inandırılmış kitleleri günü geldiğinde topyekûn savaş için harekete geçirmek zor değil. Zaten faşizmin hegemonik güç haline gelmesi için radikalleşen kitlelere ihtiyaç var.

Sermaye düzeninde hükümetler ürettikleri kutsal devlet mitinin arkasına sığınmayı iyi biliyor. Bu yüzden kitleler, “devlet başka hükümet başka” yanılsamasına kolayca kapılabiliyor. Oysa sermaye sınıfının çıkarları uğruna yoksul insanları ayrıştıran, savaştıran hükümetler, kutsal(!) devletin görünen yüzünden başka bir şey değil. Hükümetler üstü olduğu varsayılan devletin ana, baba gibi ifadelerle kutsanması kitleleri irrasyonel bir düzleme çekiyor. Dolayısıyla duyguları kışkırtılmış milyonlarca insan içgüdüsel davranışlara yöneliyor.

20. yüzyılda kitleleri peşinden sürükleyen Hitler, Mussolini gibi figürlerin kötü kopyaları günümüz siyasetine yön verecek kadar güçlendi. Örneğin ABD başkanlığı için yeniden aday olan Trump, geçtiğimiz günlerde yaptığı seçim konuşmasında bazı eyaletlerde yaşayan göçmenleri kedi, köpek gibi ev hayvanlarını yemekle suçladı. Bu tür akıl dışı söylemlerine karşın Trump ve benzerleri milyonlarca insan tarafından destekleniyorsa faşizme elverişli bir dünya ikliminde yaşadığımızı kabul etmek zorundayız.

Başta ABD olmak üzere Fransa ve İngiltere gibi emperyalist devletler, kendilerine bağımlı antidemokratik ülkeler için rol model olma savını tümden yitirdi. Hatta demokrasi götürmeye çalıştıkları bu tür ülkelerdeki otoriter yönetim anlayışını örnek almaya başladılar. Tıpkı makronizmin kıskacındaki Fransa gibi… Bilindiği gibi Macron, kısa bir süre önce parlamentoda en az sandalye sayısına sahip Michel Barnier’i başbakan olarak atadı. Yani sandıktan çıkan sonucu tanımayıp seçimlerden birinci çıkan sol ittifakı yok saydı. Bu bağlamda otoriter söylemi ve eylemi benimsemiş bir neoliberali, neofaşist olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır.

İktidar sahipleri uzun bir süredir barıştan, demokrasiden söz etmiyor; durmadan düşmanlık tohumları ekip savaş çığlıkları atıyor. Sermaye sınıfı 20. yüzyılda olduğu gibi bugün de savaştan medet umuyor. 2. Paylaşım Savaşı yıllarında yüksek kâr elde eden Nestlé, Allianz, Hugo Boss, Bayer ve Kodak gibi küresel markalar Nazi rejimiyle işbirliği içindeydi (2) .

Örneğin Siemens, savaş sürecinde toplama ve imha kampları için elektrik malzemeleri, silah ve mühimmat üretiyordu (3) . Auschwitz toplama kampında fabrikası bulunan şirketin 80.000 esiri zorla çalıştırdığı, bunların çoğunun kötü çalışma koşulları nedeniyle öldüğü biliniyor.

Adı geçen küresel şirketlerin 60 milyon insanın öldüğü savaştan güçlenerek çıkmasına ne demeli? Bunların hemen hepsi bugün hâlâ dimdik ayaktaysa savaşın da, barışın da gerçek galibinin sermaye sınıfı olduğu apaçık ortadadır.

Neofaşizmi durdurmak için öncelikle ilerici güçlerin geniş katılımlı birlikteliğini sağlamak gerekiyor. Olası güç birliği, hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkmak, bireysel hak ve özgürlükleri savunmak, demokratik kazanımları korumak ve iklim krizine karşı bilinç oluşturmak gibi temel bir kaç hedefle sınırlandırılmalıdır. Dayanışmayı gerek yerel, gerekse küresel ölçekte büyütmek için dijital ağların etkin kullanımı büyük önem taşıyor. Daha da önemlisi, radikal tepkileriyle neofaşizmi besleyen umutsuz kitleleri yeniden kazanmak için onlara alternatif bir dünya imgelemi kurdurabilmek. Düşünmekten çok inanmaya koşullandırılmış kitlelerin duygu dünyalarına ulaşmadan kapitalizmin tatlı yalanlarını çürütmek çok zor.

 

NOTLAR

1- Paul Mason, Faşizmi Nasıl Durdururuz, çev. Doğuş Çakan, Minotor, İstanbul, 2024

2- https://turkishtimedergi.com/genel/nazilerle-isbirligi-yapmis-dev-markalar/11/

3-https://www.siemens.com/global/en/company/about/history/company/1933-1945.html

 

Yazarın Diğer Yazıları
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024
Şovenist uyurgezerler 11 Temmuz 2024
Tatil bayramı 28 Haziran 2024