Paradigmanın ve yazılarımın sonu

"Bu yazdıklarımdan elbette bilimsel devrime dek mücadeleden vaz geçilsin anlamı çıkartılmamalı. Bence şurası çok açık, toplumsal mücadele bilimsel devrimi yaklaştırır; bilimsel devrim ise toplumsal devrimi kalıcılaştırır."

Artık bilimde paradigmanın sınırına gelindiğini pek çok kişi dillendiriyor. Gerçekten de bilim dünyasında bir süredir işlerin yolunda gitmediği açık. Bilimin sıkışması, üretememe sürecine girmesi tüm dünyanın sorunu ama herkes sorunu kendi kapasitesi ölçüsünde algılıyor. (1)

Sıkıntıyı sadece siyasi iktidarlar değil, bilimin kendisi de yaratıyor. Bilimsel etik, istatistik artık çalışmaların önünü açmıyor, aksine onu tıkıyor. ABD’de yapılan bir ankette 270 bilim insanına bilimin en büyük sorunlarının neler olduğu sorulmuştu. Bir lisansüstü öğrencisinin soruları yanıtlarken “istatistiki olarak anlam taşıdığını bildiğim sorular sormakla gerçekten anlam ifade eden sorular sormak arasında bölündüğümü hissediyorum” ifadesini kullanması dikkat çekiciydi. (2)

Thomas Kuhn’a göre bilim tarihi, bilimsel gelişmenin kesintisiz bir birikimi şeklinde değil de büyük kesintilerle, hatta kopmalarla, daha doğru bir ifadeyle sıçramalarla, değişimlerle sürer. Bunun öncesi krizdir, üretememektir. Kuhn zaten paradigma değişimini eski bilim yapma geleneklerinin yenileriyle değiştirilmesi olarak görür. (3)

Görünen o ki yine paradigmanın sonuna geldik. Yeni çalışma kuralları gerektiği gün gibi ortada, çünkü eski kurallarla bilim yürümüyor.  Ancak bilimsel paradigma değişimi her zaman toplumsal paradigma değişimiyle paralel gitmiştir (4) Öyle ki, köleci-feodal-kapitalist toplum dizgesi, el-yel-buharlı değirmen buluşlarıyla eşleştirilebiliyor. Burada hangisinin öncül, hangisinin takipçi olduğunu söylemek kolay değil. Zaten birini öncüllemek, diğeri açısından ataleti (hareketsizlik, uyuşukluk) getirecektir. Yani, eğer bilimsel gelişme öncülse, o zaman toplumsal mücadeleye, dönüştürücü bilimsel gelişmenin ipuçları görünene dek girişmeme sonucu çıkar ki, zaten değişime karşı olanların istediği de budur. Tam tersi durum da bilimsel çözüm arayışlarının beklemesi anlamına gelir ki bu da iradeyle belirlenebilecek bir iş değildir. Tarihin her döneminde her iki süreç de neredeyse eşzamanlı ilerlemiştir. (5) Demek istediğim, paradigma yeni bir ‘değirmen modeli’nin bulunmasıyla beraber değişecektir. Bu model artık eski değirmen tiplerinin kullanımını anlamsızlaştıracaktır. Tıpkı yel değirmeni sonrası el değirmeninin anlamsızlaşması gibi.

Böyle bakıldığında Sovyet ve Çin deneyimlerinin uzun erimde istenilen sonucu verememesi de anlaşılabilir. Gerçekten de her toplumsal değişim kendi bilimsel devrim ve paradigmasıyla giderken, bu nokta sosyalizm için eksik kalmıştı. Kapitalist mülkiyet sisteminin doğal sonucu bugünkü teknolojik rasyonalite, kendisini aynı biçimde sosyalizmde de bulmuştu. Sosyalizm kapitalizmle, kapitalizmin bilimsel rasyonalitesiyle yarışmak zorundaydı. Lenin’in elektrifikasyon, Stalin’in ağır sanayi hamlesini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Evet, her ikisi de gerekliydi ve o dönemde başarıya da ulaşmıştı ama sonucu ortada. Sadece yönetenin değişmesi, yani deyim yerindeyse ‘kötülerin yerine iyilerin’ geçmesi, çözüm olmuyor.

Bu yazdıklarımdan elbette bilimsel devrime dek mücadeleden vaz geçilsin anlamı çıkartılmamalı. Bence şurası çok açık, toplumsal mücadele bilimsel devrimi yaklaştırır; bilimsel devrim ise toplumsal devrimi kalıcılaştırır.

Evet, bilimsel bir devrimin, paradigma değişiminin öncesindeyiz ama bu değişimin temelleri de var olan sistem içerisinde gelişecektir. Sistemin sıkıntılarını yakından gözlemek gerekir. Hatta daha doğrusu, gözlemek yetmez bizzat yaşamak gerekir. Sözü şuraya getirmeye çalışıyorum; doğru ve etkin bilim yazıları için kesinlikle sistemin içerisinde olmak gerekiyor. Buna göre kendimi değerlendirdiğimde ise tablo şöyle: Sekiz yıla yakın bir süredir akademinin dışındayım ve yakın zaman için de olumlu bir gelişme için ortada bir veri yok. Diğer yandan uzmanlık alanımda (tıp/ ortopedi ve travmatoloji) bilgi üretim süreci içinde kalabilmek için laboratuvar ve/veya hasta gruplarıyla temas gerekiyor ki gerek kamudan yasaklı olmam gerekse özel üniversitelerin bizleri istememesi bu yolu da kapatıyor. Hal böyle olunca akademi/ bilim dünyası sorunlarına dışarıdan bakmaktan başka seçeneğim kalmıyor ve bu durumda kendimi deyim yerindeyse ‘hariçten gazel okuyormuşum’ gibi hissediyorum.

Sonuç: 29 Temmuz 2018’de Gazete Manifesto’da başladığım ve aralıksız iki haftada bir yazdığım bilim/akademi politikası yazıları bu yazıyla birlikte 163’e ulaşmış oluyor. Sanırım bitirmek için yeterli bir sayı.

Yeniden yazar mıyım? Bilmiyorum. Belki koşullar değişirse,,,belki de paradigmanın değişimiyle birlikte…

 

NOTLAR

(1)https://yurtsever.org.tr/2019/paradigmanin-sonu-286072/

(2(https://www.enago.com.tr/academy/uzmanlara-sorduk-bilim-camiasinin-karsilastigi-sorunlar-nelerdir/

(3) Kuhn TS. Bilimsel Devrimlerin Yapısı. Alan Yay., Çev.: Kuyaş N., 4. baskı, 1995.

(4)https://gazetemanifesto.com/2019/bilimin-onundeki-engeller-265398/

(5) https://yurtsever.org.tr/2021/kurdele-makinesi-476276/

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Bilim ve laiklik 1 Eylül 2024
Carmina Burana 18 Ağustos 2024