Sağın yükselmesi mi, solun çıkamaması mı?

Solun umut olması denen şeyin sağcılaşarak olamayacağını hayat bize gösterirken sosyalist devrim için önce toplumun geniş kesimlerinin taleplerinin ve ihtiyaçlarının ne olduğu doğru anlaşılmak ve etkili yanıtlar üretilmek zorunda.

Önce Avrupa Parlamentosu seçimleri ve ardından Fransa’da gerçekleşen erken genel seçimler…

Bunların öncesine emperyalizmle ilişkileri pürüzsüz olmayan ama liberaller tarafından daha çok umacı olarak kullanılarak “otoriter” olduğu söylenen Türkiye’den Macaristan’a çeşitli iktidarları, İtalya’yı ve benzerlerini de ekleyebiliriz.

Özellikle Haziran/Gezi Direnişi’nden sonra Türkiye solu, maalesef, tüm seçimlerde sosyal demokrasi ile sağ arasındaki salınım üzerinden “sola yüz dönmek” ile “sağın yükselişi” sığlığından çıkamıyor. Bu analizlerin ana akım düzen medyasında da sürekli tekrarlanıyor olması sosyalistler açısından ne kadar suya sabuna dokunmayan bir ikilik olduğunu bize göstermeli esasında.

Seçimler kendi ülkemizde de olsa, ABD, Fransa gibi emperyalist ülkelerde de olsa, Yunanistan, Venezuela gibi çeşitli derecelerde bağımlı veya emperyalist olmayan ülkelerde de olsa sonuç değişmiyor.

Daha vahimi Türkiye solunun “yükselen sağa” karşı birleşik cephe ezberinin, uzun bir süredir esasında tüm devrimci iddiasından vazgeçtiğinin açık bir itirafı olduğu da görmezden geliniyor.

* * *

Burada iki parantez açtıktan sonra esas meselemize dönebiliriz.

Birincisi, bu birleşik cephe siyasetinin bir şablon olarak pek çok ülkede tekrarlandığını görüyoruz.

Örneğin, ABD Komünist Partisi, sosyalist bir alternatif ortaya koymak yerine Donald Trump’a karşı Demokrat Parti’yi desteklemekte ısrar ederken; Fransa’da da uzun yıllardır Fransız Komünist Partisi’nin başını çektiği sol baba-kız Le Pen’lerin Ulusal Cephesi veya Ulusal Birlik’ine karşı sağcıları desteklemekle mücadele ettiğini düşünüyor.

Ancak bu siyasetin hiçbir sonucu olmadığını, aksine hem sağın gücünü korumasına ve hatta arttırmasına engel olamadığını hem de solun “fedakarlığının” karşılığı olmadığını hayat her seferinde gösteriyor.

Bu açıdan Fransa seçimlerinde Macron’un “Cumhuriyet için Hep Birlikte” ittifakının ikinci tur tavrı öğretici sayılmalı. Jean-Luc Melenchon’un başını çektiği sol “Yeni Halk Cephesi” Ulusal Birlik adaylarının seçilmemesi için merkez sağ adaylar lehine çekileceklerini açıklarken “Cumhuriyet için Hep Birlikte” ittifakı ise Jean-Luc Melenchon’un partisi “Boyun Eğmeyen Fransa” adaylarının seçilmesi anlamına gelmediği sürece Ulusal Birlik adaylarının seçilmemesi için adaylarını çekebileceklerini ancak adayların bireysel tercihleri dışında bir adayı desteklediklerini açıklamayacaklarını duyurdu. Yani Fransız solunun “aşkı” karşılıksız kaldı.

İkincisi ise daha bizden bir örnek olsun. 2015’te bu satırların yazarının da dahil olduğu bir ekip o dönemki Halkın Türkiye Komünist Partisi içerisindeki tartışmalarda milletvekili seçilme hedefiyle belirli bir siyasi yönelime girilmek istenmesine karşı mücadele verirken bunun yapılamayacak olmasına değil devrimci bir seçeneğin ortaya çıkma ihtimalinin olmamasına vurgu yapıyordu.

Bugün Türkiye İşçi Partisi olarak siyasi hayatına devam eden bu siyasi partinin sosyal demokrat CHP ve radikal demokrat DEM Parti ile geliştirdiği ilişkilerin üzerine İngiltere seçimlerinde Türkiye’de göç eden seçmenler nezdinde yürütülen Jeremy Corbyn’e destek sunulması ile çilek konulduğunu görüyoruz.

On yıl önce söylediğimiz gibi bugün gelinen noktada devrimcilik iddiasının altı ancak sosyal demokrasiyle birlik olabiliyor.

* * *

Görüldüğü üzere sol, bir gölge dövüşü içerisinde kendi görevlerini radikallere, sosyal demokrasiye, liberallere ve hatta sağcılara devretmekte beis görmüyor, gittikçe sağa kayıyor.

Bunun arkasında yatanın ne olduğunu ise bize Fransa’nın seçmen profilini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyan Ipsos şirketinin bir araştırmasının gösterdiğini düşünüyorum.

Ipsos’un 27-28 Haziran’da gerçekleştirip 30 Haziran’da açıkladığı verilerde (dileyenler Fransızca yayınlanan araştırmaya https://web.archive.org/web/20240630212558/https://www.ipsos.com/sites/default/files/ct/news/documents/2024-06/ipsos-talan-sociologie-electorats-legislatives-30-juin-rapport-complet.pdf adresinden ulaşabilir), Fransa’da her partinin çeşitli toplumsal kategorilerde aldığı oy desteğini görebiliyoruz.

Çok çeşitli toplumsal kategorilerde elde edilen sonuçların Ulusal Birlik açısından gösterdiği tablo çok dikkat çekici.

· Emmanuel Macron’dan rahatsız olanlar,

· Mavi veya beyaz yakalı ayrımı olmaksızın özel sektör çalışanları,

· Özellikle alt gelir grubundakiler olmak üzere emekliler,

· İşsizler,

· Ön lisans ve daha alt düzeyde eğitim alanlar,

· Nüfusu 200 bine kadar olan yerlerde yaşayanlar,

· Yaşamlarından memnun olmayanlar,

· Toplumsal kökenleri alt orta sınıflar, işçi sınıfı ve daha alt tabakalar,

· Geliriyle ancak geçinebilen veya borçla geçinenler

içinde en çok oyu sağcı Ulusal Birlik’in aldığı görülüyor.

Yani bir benzetmeyle “zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar” milliyetçi/muhafazakâr sağcılara oy veriyor.

Öte yandan, Macron’un sağ ittifakı ciddi şekilde oy kaybettiği için çok yüksek miktarda tasarrufta bulunabilen, üst orta sınıflar, özellikle nitelikli işlerden emekli olmuş yaşlılar gibi sınırlı sayıda toplumsal bölmede en çok oyu alabilmiş.

Ancak Yeni Halk Cephesi’nin en yüksek paya sahip olduğu toplumsal tabakalar 34 yaş altındakiler, üst düzey yöneticiler, meslek sahipleri, ara kademe çalışanlar, çok baskın olmasa da kamu çalışanları ve kendi hesabına çalışanlar, üniversite mezunları, 200 binden fazla nüfusa sahip yerlerde yaşayanlar, yaşamlarını tatminkâr bulanlar ve toplumsal kökenleri üst sınıflara dayananlar ile sınırlı ölçüde tasarruf yapabilen kimseler arasında en yüksek oyu alıyor.

Kısaca özetlersek, “yeni sağ” denilen işçi sınıfının en alt kesimleri daha ağırlıklı olmak üzere, kentli olmayan veya yeni kentli olmuş, eğitim, gelir ve servet düzeyi daha düşük kesimlerde ezici bir ağırlıkla oy alıyor. Bu tanımın daha çok yeni işçileşmiş kesimler olduğunu söyleyerek biraz daha açıklanabilmesi de mümkün. Sol ise özellikle meslek sahipleri, yönetici beyaz yakalılar, kentli geçmişi uzun olan, eğitimli, gelir ve servet düzeyi yeterli kesimlerden oy alıyor.

Bu tablonun tüm ülkelerde üç aşağı – beş yukarı benzer olduğunu gözlemler üzerinden tahmin edebiliriz. Bu açıdan, bir toplumsal resmi ortaya koyuyor ve sosyalist devrim arayışında olanların bu toplumsal tabloyu iyi anlaması ve emperyalist-kapitalist sistemin gerilettiği geniş emekçi kesimlerin taleplerini taşımanın yolunu bulması gerekiyor.

* * *

Bu yazıldığı kadar kolay bir iş değil elbette. Ama aklımıza kazımamız gereken yalın gerçeklik, kapitalist düzenin hiç kapsayamadığı kesimlerde biriken tepkinin, liberalizmin kirli işlerini üstlenmiş gözüken bu işlevli gruplarca soğurulmasına seyirci kalınamayacağı olmalı.

Kentli, geliri yüksek, mülk sahibi sınıfların dertlerinin temsilcisi olmak solun esas işi olamayacağı gibi bu sınıfların yaşam tarzı kaygıları üzerinden siyaset yapılması mümkün olmadığı gibi sürekli olarak “bir tehlikeye işaret etmek” de siyaset yapmak anlamına gelmiyor maalesef.

Bu koşullarda açık söylemek gerekir ki, sosyalist solu besleyecek bir devrimci maddi ortam bulunmuyor. Solun sağın desteklemekteki hesapsızlığının yanlışlığı Macron’un “Cumhuriyet için Hep Birlikte” ittifakının ikinci tur tavrından çıkartılabilmeli.

Bu açıdan “en geniş cephe” önermesinin siyasetsizlik olduğu artık anlaşılmalı. Solun umut olması denen şeyin sağcılaşarak olamayacağını hayat bize gösterirken sosyalist devrim için önce toplumun geniş kesimlerinin taleplerinin ve ihtiyaçlarının ne olduğu doğru anlaşılmak ve etkili yanıtlar üretilmek zorunda.

Yoksa sol umut olamadığı gibi, bu haliyle asla da olamayacaktır. Kapitalizmin hiçbir şey vaat edemediği geniş kitleler kazanılmadan ilerlenecek bir tek adımımız yok.