Şam düştü, BOP kazandı… Ya Türkiye?

Tarihin sayfaları, emperyalizme dayanarak büyüme hayali kuranların halkına yaşattığı felaketlerle doludur. Siyasi ikballerini emperyalizme ve gericiliğe dayandıranların “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olması” ise kaçınılmazdır.

Şam düştü, BOP kazandı… Ya Türkiye?

Gökmen Kılıç

Suriye’de cihatçıların Şam’ın kontrolünü ele geçirmesiyle Esad dönemi sona erdi. 2011 yılından beri emperyalistlerin desteklediği cihatçı çeteler eliyle yürütülen savaşta yüz binlerce insan yaşamını yitirirken, milyonlarcası ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştı. Suriye’de yaşanan son gelişmeler bölgede yeni bir aşamaya girildiğine işaret ediyor.

Suriye coğrafyası uzun süredir birçok aktörün kozlarını sahada paylaştığı bir vekâlet savaşına dönüşmüş durumdaydı. ABD, Rusya, İran, Türkiye, İsrail, IŞİD, HTŞ, SMO, Hizbullah, SDG, YPG gibi onlarca güç bu savaşta boy gösterdi.

Tüm bu karmaşık görüntüye rağmen aslında çok boyutlu gibi görünen savaşın tek boyutlu olduğunu söylemek mümkün. Savaşın nedeni ne Esad yönetiminin yeterince demokratik olmaması ne de halkın daha ileri bir düzene geçme arzusuydu. Ortadoğu coğrafyasında bu gerekçelere daha uygun birçok ülke bulmak mümkünken, Suriye’nin tercih edilmesinin başka önemli sebepleri bulunuyor.

Bu nedenlerin başında Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak adlandırılan emperyalist projenin Suriye’yi mevcut haliyle bir tehdit olarak görmesi geliyor. Esad yönetimindeki Suriye, Filistin’den başlayarak İran’a kadar uzanan ve “direniş ekseni” olarak tanımlanan zincirin önemli halkalarından biriydi. Suriye’nin parçalanması, İran’ın giderek yalnızlaşması ve emperyalizm tarafından daha kolay kuşatılması anlamına gelecekti.

Suriye savaşının başka bir önemli nedeni ise Filistin direnişindeki rolüyle, doğal olarak İsrail’le ilgiliydi. Filistin direnişinin önemli destekçilerinden biri olan Suriye’nin ortadan kaldırılması İsrail’in güvenliğinin sağlanmasının önkoşuluydu. Bu sayede İsrail’i korumaya endeksli BOP’un önündeki engellerden biri daha kalkmış olacaktı.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yaptığı saldırının ardından, hazırlığının çok önceden yapıldığı anlaşılan İsrail’in karşı saldırı hamleleri, bugün Suriye’de yaşanan durumun fitilini ateşleyen önemli bir gelişmeydi.

Karşı saldırıya geçen İsrail, Gazze’de on binlerce sivilin ölümüne yol açarken savaşı Yemen, İran ve son olarak da Lübnan topraklarına kadar genişletti.

Tüm bu saldırılarda Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah, Hamas Lideri İsmail Haniye gibi İsrail’in yıllardır hedefinde bulunan birçok önemli isim de öldürüldü. Suriye savaşında aktif rol oynayan Hizbullah’ın ve İran’ın saldırılar sonucunda sindirilmesiyle Suriye’de bugün gelinen sürecin önü açılmış oldu.

Sonuç olarak Suriye, bugün başını HTŞ gibi cihatçı terör örgütlerinin çektiği gerici bir yapıya teslim edilmiş durumda.

Bu sonucu emperyalizmden ve İsrail’den bağımsız düşünmek elbette olanaksızdır.

Netanyahu’nun “Esad’ın düşüşü İsrail operasyonlarının sonucudur” demesi bu nedenle boşuna değildir. Heyet Tahrir El-Şam (HTŞ) ve diğer terörist grupların yıllardır eğitilip silahlandırıldığı İdlib’den çıkarak çok kısa süre içerisinde Şam’a ulaşması İsrail’in saldırı dalgasının son safhası olarak görülmelidir.

Diğer yandan Türkiye’nin desteklediği eski adıyla Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yeni adıyla Suriye Milli Ordusu (SMO) ise başka bir koldan ilerleyerek Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki Münbiç’e kapsamlı bir harekât başlatmış durumda.

Tüm bu gelişmeler sonucunda karşımıza Esad sonrası paramparça edilen bir Suriye tablosu çıkıyor.

Cihatçı terörist çetelerin Şam, Halep, Hama, Humus gibi önemli şehirleri ele geçirdiği; SDG’nin Fırat’ın doğusunda önemli bir alanı tutarak statü kazanmaya çalıştığı, Türkiye’nin SMO üzerinden Münbiç’e girdiği ve son olarak İsrail’in yıllardır işgal ettiği Golan Tepeleri’ni aşarak Suriye’nin içine doğru ilerlediği bir tabloyla karşı karşıyayız.

Ülkemize gelecek olursak, AKP-MHP iktidarının Şam’ın düşüşü sonrası fetihçi bir ruhla “iç cepheyi” konsolide etme çabası ise siyaseten önemsenmesi gereken işin başka bir boyutudur.

Türkiye’nin bölgesel bir güç haline geldiği yaygarasından tutun, işi Alevi düşmanlığına kadar vardıran ciddi bir dezenformasyon siyasal İslamcılar tarafından bilinçli olarak sürdürülmektedir.

Suriye’de gelinen durumu laik rejimlerin ibretlik sonucu olarak göstermeye çalışan siyasal İslamcı anlayış, Türkiye’deki laik cumhuriyeti Baas rejimlerinin başına gelenlerle özdeşleştirme hevesliyle hareket etmektedir.

“82 Halep”, “83 Şam” gibi söylemlerle milliyetçi ve muhafazakâr kitleyi tamamıyla arkasına almaya çalışan AKP-MHP iktidarının, önünde farklı olanaklar belirmiş gibi görünse de, Suriye’deki savaşın asıl kazananının ABD ve İsrail olduğu akıllardan çıkarılmamalıdır.

Türkiye halkı Suriye’de bir devir kapanırken açılmak üzere olan yeni dönemin muhataplarının kimler olduğuna yeniden ve yeniden bakmalıdır.

Türkiye’nin Suriye’deki yeni komşuları El Kaide kökenli terör örgütü HTŞ’nin lideri Cevlani ve ABD Başkanı Trump’ın Washington’da yapılacak yemin törenine resmi olarak davet edilen SDG lideri Mazlum Kobani olmuştur.

Tarihin sayfaları, emperyalizme dayanarak büyüme hayali kuranların halkına yaşattığı felaketlerle doludur. Siyasi ikballerini emperyalizme ve gericiliğe dayandıranların “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olması” ise kaçınılmazdır.