Seçim sonrası Türkiye’nin panoraması

Seçim sonrası Türkiye’nin panoraması

18-04-2024 10:37

31 Mart Yerel Seçimleri, AKP iktidarının bizlere yaşattığı bu karanlığa karşı emekçilerin önemli bir uyarısı olarak okunmalıdır. Bu tepki anlamlıdır ve örgütlenmek zorundadır.

Gökmen Kılıç

Seçimler bitti… Ekonomik krizin getirdiği yoksullaşma ve geçim sıkıntısı ise devam ediyor. Türkiye belki de tarihinin en uzun ekonomik buhranını yaşıyor. Milyonlarca emekli asgari ücretin altında olan geliriyle yaşam mücadelesi veriyor. Gençler ise işsiz ve geleceksiz yeni günlere uyanıyor. AKP’nin piyasacı ve gerici iktidarının ülkemizi getirdiği durum tam bir ekonomik yıkıma dönüşmüş durumda. Tüm bu tabloda AKP’nin seçimlerden zayıflayarak çıkması milyonlarca emekçinin gerici rejime bir uyarısı niteliğinde. Düzen muhalefetinin en büyük partisi olan CHP’nin oylarını önemli ölçüde artırmış olması emekçilerin AKP’den bir an önce kurtulma isteğinin bir göstergesi olarak okunmalıdır. Halk tarafından rasyonel bir kaçış olarak görebileceğimiz bu tepkinin düzen açısından temel bir değişikliğe dönüşmediğini de belirtmeliyiz.

Cumhuriyet’in ikini yüzyılının nasıl şekilleneceği düzen cephesinin her iki kanadı için de önemli ölçüde benzer argümanlar içermekte. AKP’nin sürdürdüğü Orta Vadeli Plan’ın CHP’nin başını çektiği restorasyoncu kanat tarafından da benimsendiği unutulmamalıdır. Bugün Mehmet Şimşek’in Dünya Bankası başta olmak üzere emperyalist merkezlerle yürüttüğü program, vaktiyle CHP’nin Kemal Derviş’le yürüttüğü programının birebir aynısıdır. Bu programlar temel olarak, sermaye sınıfı tarafından talan edilen ve artık sürdürülemez hale gelen ülke ekonomisinin emekçi sınıflara ödetilmesi üzerine kurulmuştu. Bugün gerek AKP’nin gerekse ona alternatif gibi görünen CHP’nin uygulayacağı programların Orta Vadeli Program’ın dışında bir alternatifi bulunmuyor. CHP’nin ekonomik alana dair iyimserlik ve güven ortamı oluşturmak retoriği dışında söylediği yeni bir şey yokken emekçi sınıflar adına nasıl umutlu olunabilir?

Kamuculuk ve devletleştirmenin ağıza alınmadığı, sermayenin yağmasına dur denilemediği, gerici ideolojilerin günlük hayata müdahalesinin önüne geçilemediği bir siyasal iklimden ilerici bir iktidarın çıkmasını beklemek saflık olacaktır. Bu anlamıyla kamucu ve laik bir ülkede yaşamak isteyen milyonlarca yurttaşın beklentilerinin CHP üzerinden karşılanması olanaklı görünmüyor.

Dolayısıyla, CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısının ülkemize bir “bahar” getirmediğini ve getiremeyeceğini söylemeliyiz. Halkta oluşan tepkinin düzen siyasetinin restorasyoncu kanadı tarafından soğurulması ve manipüle edilmesi tehlikesine karşı düzen karşıtı cephenin sözünü söylemesi ve gerekirse akıntıya karşı kürek çekmeye devam etmesi gerekiyor. AKP’nin gitmesini samimi olarak isteyen milyonlarca yurttaşın örgütlü bir güç haline gelmesi ve gerçek bir kurtuluş için mücadele etmesini sağlamak da bizim görevimiz olmalıdır.

CHP’nin geçmişte durduğu “ortanın solu”ndan bugün merkez sağ bir partiye dönüşerek büyümesi ve seçimlerde nispi bir başarı kaydetmesi muhalif seçmeni heyecanlandırsa da, biz komünistlerin biriken öfkeyi düzenin karşısında örgütleme görev ve sorumluluğu bulunuyor. Aksi durumda, on yıllardır devam eden senaryonun tekrar ettiği ve emekçilerin bu sefer CHP eliyle sömürüldüğü bir ülkeye uyanma tehlikesi bizi beklemektedir.

Solun ve komünistlerin pozisyonu, burjuva restorasyoncu siyasetin ülkeye sunduğu çizginin parçası olmak değil, onu aşacak bir siyasetle burjuvaziyle toptan hesaplaşmak olmalıdır. “CHP’yi sola çekmek”, “kazanan tarafın parçası olmak”, “AKP giderken bir tekme de biz vuralım” demek en hafif tabiriyle küçük burjuva hayalperestliğinin ürünleri olabilir.

Solun ayakları yere basan gerçekçi bir program etrafında örgütlenmek ve ülke genelinde gerçek bir alternatif olmak için siyaset yapmak dışında bir alternatifi bulunmuyor.

“AKLIN KÖTÜMSERLİĞİ, İRADENİN İYİMSERLİĞİ”

Önümüzdeki dönem solun bir bölümü özetle, “nasıl bir CHP’cilik?” sorusu etrafında kafa yorabilir. İşin kolayına kaçmanın, suyun akışına giderek popülizm yapmanın dayanılmaz hafifliğine kapılarak “kazanan” tarafta olmanın keyfini sürmek görece iş görebilir. Türkiye solunda giderek normalleşen bu durumun devrimci bir çizgiyi temsil etmediği, tersinden düzen muhalefetinin çizdiği çemberin içinde pay kapma yarışına dönüştüğünü hatırlatmalıyız. Türkiye solu, burjuva siyasetin etrafında değil, tam karşısında bir konumlanışı örgütlemek ve toplumsallaştırmak için kolları sıvamalı ve gelecek dönemi kazanmanın yollarını aramalıdır.

Önümüzdeki 1 Mayıs emekçilerin gerçek bir tepkiyi ortaya koyması bakımından önemlidir. Gittikçe yoksullaşan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, yaşadığı şehirde bir yerden bir yere dahi gitmekten mahrum bırakılan milyonlarca emekçinin sesi olmak ve onları sosyalist iktidar için örgütlemek bizim asıl gündemimizdir.

31 Mart Yerel Seçimleri, AKP iktidarının bizlere yaşattığı bu karanlığa karşı emekçilerin önemli bir uyarısı olarak okunmalıdır. Bu tepki anlamlıdır ve örgütlenmek zorundadır. 22 yıllık AKP iktidarının tüm tahribatına karşın bizler açısından 31 Mart’ta ortaya çıkan asıl umut, emekçilerin teslim alınamadığını görmek olmuştur. Ülkemizin ilerici birikimi bir kez daha devrimci olanakların olduğunu bizlere göstermiştir. Bu nedenle komünistlerin iddiası bir kez daha doğrulanmıştır: Ülkemizden umut kesilmemiştir ve bu ülkenin devrimcilerinin, komünistlerinin önünde çok büyük olanaklar birikmiştir.

Seçimlerin bitmesiyle bu olanakların azalacağı ise düşünülmemelidir. Siyaset önümüzdeki dönem giderek ve daha sınıfsal bir karakterde hızlanacaktır. Fakat bu sefer mücadele yalnızca sandıklarda değil aynı zamanda okullarda, fabrikalarda, sokaklarda verilecektir.