Serbest Kürsü | Boş zaman hakkı
Anlattığım bilim insanlarının karınlarını doyurmak ya da ev geçindirmek gibi dertleri olmasaydı kesinlikle daha verimli çalışacaklardı. Bundan da öte, kendilerini tam manasıyla gerçekleştireceklerdi. Tıpkı Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisindeki en üst basamaktaki gibi. Ama en alt basamakti beslenme, barınma gibi ihtiyaçlar için kendilerini gerçekleştirmekten vazgeçip daha kolay hibe ve fon alabilecekleri alanlara yöneliyorlar.
MEHMET ERDOĞAN
Daha önce de görmüş olduğunuzu tahmin ettiğim bu fotoğraf 1927 Slovay Konferansı’na ait. Einstein’dan Bhor’a, Curie’den Heisenberg’e bilimin ilerleyişine büyük katkılarda bulunmuş bir çok bilim insanı var fotoğrafta fakat bir şey dikkat çekiyor: Bu kadar büyük katkılar sağlayan kişiler ve büyük bilimsel atılımlar neden çoğunlukla en az 50 60 yıl öncesine ait? Farklı bir deyişle; neden günümüzde bilimin ilerleyişi bu kadar hız kaybetti?
Aslında son zamanlarda yayınlanan makale miktarlarına ve günümüzde bilimle uğraşan kişilerin geldiği sayılara bakarsak tüm zamanların en yüksek seviyelerini yakaladığımızı görebiliriz. Yapılan bir araştırmaya göre* 1996 yılından bu yana 64 milyona yakın bilimsel makale yayınlandığını ve bu sayının her yıl düzenli olarak arttığı tahmin ediliyor. Bir diğer araştırmaya göre* ise bilim insanı sayısının günümüzde 8.8 milyon gibi inanılmaz bir sayıya ulaştığı ifade ediliyor.
Bu verileri incelediğimizde bilim gayet de hızlanan bir şekilde ilerliyor gibi görülebilir, günümüzde yapay zeka ve biyoteknoloji gibi bazı spesifik alanlarda büyük ilerlemeler yaşandığı için doğru da görünebilir; fakat bu kısıtlı alanlar haricindeki alanlara baktığımızda çok da büyük ve devrim niteliğindeki ilerlemelerle karşılaşamıyoruz. 2023 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda* bu mesele mercek altına alınıyor ve ulaştığı sonuçlar bilimde artık daha az devrimsel yeniliklerin yaşandığı yönünde. Yani en az bir 40 yıldır duraklama döneminde olduğumuz söylenebilir.
Bu duraklamanın günümüz neo-liberal ve artık 19. yüzyıl sonu vahşi kapitalist düzeni aratacak noktaya getiren ekonomik düzeninden bağımsız olduğunu düşünülemez. Bu meselenin temelinde buna bağlı olarak iki ana sebep yatmakta: Devrimsel ve radikal yenilikler üretmek için yapılan bilimsel çalışmalara yeteri kadar sermaye verilmemesi ve günümüz çalışma şartlarında daha da belirgin hale gelen boş zaman kavramının artık hayatımızda var olmaması.
Bildiğiniz üzere bilimsel çalışmaların fonları bizzat sermaye sahipleri tarafından sağlanıyor. Hâl böyle olunca, eğer yapılan çalışma, çalışmaya fon sağlayan kuruluşa yeteri kadar kâr sağlamıyorsa bu fonu alması ciddi ölçüde zorlaşıyor.
Vox’ta yayınlanan bir yazıda* 270 bilim insanına göre akademik camianın en büyük 7 problemi sıralanıyor ve bu problemlerin ilk başında radikal değişimler yapma vizyonuna ve potansiyeline sahip, Fizik gibi disiplinlere ayrılan bütçenin yıllar içerisinde çok bir artışının olmaması geliyor.
Ayrıca verilen hibe ve fonların yaklaşık üç dört sene içerisinde kesildiği; fakat büyük keşiflerin en az bir on on beş yıllık bir araştırma sürecinden geçtikten sonra ortaya çıkabildiği de belirtiliyor. Yani anlayacağınız sermaye sahiplerinin bilimin ilerlemesini bekleyecek çok da zamanları yok. Çünkü vakit nakittir, ceplerini doldurmaları lazım sonuçta. Bu dar vizyonları ve kâr hırslarından dolayı da vizyoner bilim insanları aratştırmaları için gerekli hibeleri alamıyor ve bu da günümüzde bilimin ilerleyiş hızını ciddi bir şekilde azaltıyor.
Bu ne kadar ciddi bir problem olsa da günümüz neo-liberal ekonomik düzeninin asıl rol oynadığı yer “boş zaman” konusudur. Doğa bilimleri yıllardır felsefe ile el ele buraya gelmiştir. Thales, Anaksinemes gibi Sokrates öncesi dönemin filozofları, doğa filozoflarıdır. Bu insanların asıl işleri kültürlerinin mitlerinin açıklamaları ile yetinmeyip doğayı inceleyerek yaşanan olaylar hakkında düşünmekti.
Doğa bilimleri bu düşüncelerin sistemleşmesiyle doğdu ve zaman geçtikçe Felsefe ile yolları ayrıldı; çünkü önünde incelenecek birçok fenomen ve keşfedilecek birçok ilginç olgu vardı. Başta yola el ele çıkan Felsefe ve Doğa Bilimlerindeki bu ayrılık; hatta ayrılıktan da öte Felsefenin Doğa Bilimiyle uğraşanlar tarafından aşağılanması, çok soyut ve işe yaramaz görünmesi günümüze yakın bir zamana kadar sürdü; ama artık Fizikte yeni bir çağın başlangıcının eşiğindeyiz. Çok detaya girmeden birkaç bilgi vermekte fayda var:
Evrenimizde 4 temel kuvvet bulunur. Bunlar: güçlü nükleer kuvvet, zayıf nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve kütle çekimi. Fizik bilimi güncel olarak bu kuvvetleri bazı temel parçacıkların etkileşimi olarak tanımlar, güncel kabul edilen teori budur. Bu teori her ne kadar ilk üç kuvvetin nasıl oluştuğunu ve nasıl hareket ettiğini açıklasa da sonuncusu olan kütle çekiminin henüz bir parçacığını bulamamıştır.
Bu parçacığın bulunması demek mikro ve makro ölçekte evreni tam manasıyla açıklayabilmemiz anlamına gelmektedir; fakat bu son parçacığın bulunamaması öte yandan da diğer kuvvetlerin bu teori ile kusursuz bir şekilde açıklanması ve deneylerle bu açıklamanın sürekli doğrulanması bir kafa karışıklığı yaratmaktadır.
Bilimin artık verilerle devam edemeyeceği taşlı bir yola girdiği anlamına gelir. Bu duraklamanın önemli sebeplerinden biri de budur. 20’ler 30’lar gibi her hafta yeni bir parçacığın keşfedildiği, her hafta paradigmaların değiştiği o şaşaalı dönemler geride kalmıştır. Bundan sonraki dönemde, yani günümüzde Fizik, eski kardeşi olan Felsefeyi yeniden hatırlayıp ona tekrardan danışmaya geri dönüyor. Çünkü artık elimizde verilerle geliştirip sağlamlaştırabileceğimiz bir paradigma yok. O hâlihazırda olgunlaştı ve arkasından bu paradigmayı da yıkacak fikirlerin gelmesi gerekiyor ki ilerleme olabilsin.
Tahmin edebileceğiniz üzere, bu fikirler Ontolojiden ve Felsefe dünyasından gelecek. Boş zaman kavramı tam olarak da burada devreye giriyor. Başta anlattığım doğa filozoflarına dönelim, bu kişiler MÖ 1000-500 gibi tarihlerde yaşamış insanlar. O zamanlar insanları sömürüp 12 saat maşa başına kilitleyen patronlar, açlık, evsiz kalma korkusu, faturalarını ödeyememe korkusu gibi temel insani ihtiyaçlar olması gerekirken insanların ayağına çalışması için bağlanan prangalar olmadığından; bu insanların doğa hakkında düşünebileceği, incelemeler yapabilecekleri bir ton boş vakitleri oluyordu.
Bunun sonucu da zaten herkesin görebileceği bir şekilde ortada. Medeniyetimizin geldiği noktaya bakarak bunu anlayabilirsiniz. Sorulması gereken soruysa şu: Madem boş vakit sayesinde, temel ihtiyaçları karşılamak için ücretli çalışılmaması sayesinde medeniyetimizi ilerletebiliyoruz, neden bu boş zamanı herkes için sağlamıyoruz? Neden boş zaman hakkı sadece toplam dünya nüfusunun %1-2’si bile etmeyecek insanlar için var?
Yukarıda anlattığım bilim insanlarının karınlarını doyurmak ya da ev geçindirmek gibi dertleri olmasaydı kesinlikle daha verimli çalışacaklardı. Bundan da öte, kendilerini tam manasıyla gerçekleştireceklerdi. Tıpkı Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisindeki en üst basamaktaki gibi. Ama en alt basamakti beslenme, barınma gibi ihtiyaçlar için kendilerini gerçekleştirmekten vazgeçip daha kolay hibe ve fon alabilecekleri alanlara yöneliyorlar.
Konu, bilimin ilerlemesinin neden yavaşladığıyla alakalı olduğu için bu örnekler önemlidir; yoksa insanlığın çoğu, bırakalım kendini gerçekleştirmeyi, daha düzgün beslenemiyorken saatlerce birilerinin zengin olması için emeğini satıyor. Bugün ülkenin her yerinden metal işçileri, kuryeler, tarım işçileri ve emeğini satarak temal haklarına ulaşan herkes durumundan şikayetçi. Grevler oluyor; ama yandaş medya bunları göstermiyor. Düzen siyasetine hapsolmuş muhalifinden tutalım, yandaş olanına kadar hiçbirinin umrunda değiliz.
Burada varılması gereken nokta, acilen bu kapitalist, neo-liberal düzenin değişmesi gerektiği. İnsanın hakkı insan olmaktır, kendini gerçekleştirmektir, boş vaktinin olmasıdır. İnsan insanca yaşamalıdır, temel ihtiyaçlarını gidermek için emeğini satmamalıdır. Bunun gerçekleşmesi için sosyalist bir düşünceye sahip olmak ön koşuldur. İnsanca yaşamayı talep etmek sosyalizmdir, ürettiğinin karşılığını almayı talep etmek sosyalizmdir. İnsanın kendisi olabilmesi, kendini keşfedebilmesi yalnızca sosyalizmle mümkündür. Bize anlatılan liberal safsatalarını bir kenara bırakalım: “Ama insan bencildir, rekabet etmesi gerekir.” Eğer insan kendi olabiliyorsa onun vereceği tatmini başka hiçbir şey vermez, ondan başka bir şey talep etmez.
Göründüğü üzere bilim de sınıfsaldır, tıpkı her şey gibi. Medeniyeti ve bilimi ilerletmek her insana eşit ve olması gerektiği değeri vermekle mümkündür ve bu bir ütopya değildir. Bu herkesin talep etmesiyle gerçekleşecek, insan türünü bir sonraki adıma taşıyacak ve önünde sonunda kaderimiz olacak olan bir durumdur. Marx’ın da dediği gibi: “Bilime giden düz bir yol bulunmuyor ve yalnızca onun dik patikalarını tırmanmaktan çekinmeyenler, aydınlık doruklarına ulaşma şansına sahiptir.”