SERBEST KÜRSÜ| Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur?

E.A. Rauter’in yazdığı Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur? kitabı, ele alacağımız eğitim başlığının kapitalizm etkisi altında nasıl şekillendiğini sade bir anlatımla ve örneklerle açıklıyor. Kitap, eğitimi tanımlayarak başlıyor. “Okulda insanlar imal edilir. İnsan yapma olayına eğitim denir. Aile çevresi, sinema, televizyon, tiyatro, radyo, gazeteler, kitaplar ve afişler de bir anlamda okuldur.”

SERBEST KÜRSÜ| Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur?

Asya Avcı

Marksist klasikleri okuyan herkes, Alman İdeolojisi kitabında geçen “Egemen sınıfın düşünceleri bütün çağlarda egemen düşüncelerdir. Bu demektir ki, toplumun maddi gücü olan sınıf, egemen manevi gücüdür” sözünü hatırlar. Burada egemen düşünceyle kastedilen; sermaye sınıfının elinde olan hukuk, bürokrasi, ordu, medya, devlet ve bizim de yazımızda konu edineceğimiz “eğitim” başlığıdır. Eğitim, bu saydığımız kavramların tümüyle ilişkilidir.

E.A. Rauter’in yazdığı Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur? kitabı, ele alacağımız eğitim başlığının kapitalizm etkisi altında nasıl şekillendiğini sade bir anlatımla ve örneklerle açıklıyor. Kitap, eğitimi tanımlayarak başlıyor. “Okulda insanlar imal edilir. İnsan yapma olayına eğitim denir. Aile çevresi, sinema, televizyon, tiyatro, radyo, gazeteler, kitaplar ve afişler de bir anlamda okuldur.”

Eğitim denildiğinde aklımıza her gün okula gitmek, sıralardan öğretmenleri dinlemek gelir. Oysa eğitim bundan ibaret değildir. Eğitim, hayatımızın her alanında edindiğimiz bilgileri, yaşamı öğrenme ve şekillendirme sürecidir.

Bu süreçte çoğu insan aldığı her bilgiyi olduğu gibi kabul ediyor; çünkü çoğu kabullerimizin nedenini veya sonucunu kavrayamıyoruz:

“Bilmediği amacı gerçekleştirmek, genellikle makinelerin özelliğidir. Bir araba hedefine bilmeden ulaşır: O yönetilir. Makineler gibi davranmamızın olağan bir şey olmadığı çok açık… neden, koşul ve sonuçlarını saptayamadığımız davranışlarımız arttıkça, başkalarının davranışlarına neden, koşul ve sonuç oluruz.”

Örneğin, okullarımızda bize itaat masalları anlatılır; yani düzenin gözünden bir tarih kesiti sunulur. Hangi padişahın kimi yendiği, hangi toprakların daha geniş olduğu, hangi ırkın ve dinin üstün olduğu ve dolaylı yoldan, patronlara neden hizmet etmemiz gerektiği anlatılır; yani “Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı / Ama pişiren kimler zafer aşını? /Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam. /Ama ödeyen kimler harcanan paraları?”*

İşte böyle büyük anlatı ve tarih yazımlarıyla ileride düzenin yedek parçaları haline gelmemizi sağlıyorlar. Büyük anlatılardan ve tarih yazımlarından etkilenmemizi yaratan nedenler ve koşullar; bizlerin bu anlatıları örnek almasıyla; düzenin bekçileri, öğretmenleri, askerleri, bilim insanları ve yazarları haline gelmemizle zaferine, sonucuna ulaşıyor.

Peki, tüm bu öğrendiklerimizi kim saptıyor? Öğrendiklerimizi saptayanlar eğitim plancılarıdır.

“Üretim yöntemleri geliştikçe işçi çocuklarını eğitmek de giderek gerekli oluyordu. Birazcık eğitim görmüş işçiler, sıradan işçilere oranla daha çok para getiriyordu. Bu işverene pahalı gelmeye başlayınca, fabrikatörlerin işini devlet üstlendi. Bugün bile patron derneklerinin düşünce ve öğütlerini anlayan hiçbir resmi eğitim planlaması yoktur.”

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in Kastamonu’da yaptığı konuşmada “Hangi sektörde ihtiyaç varsa ilgili ticaret/sanayi odası, büyük yatırım kuruluşlarına, ‘Neye ihtiyacınız var, oradaki meslek lisesi bünyesinde o programı açalım. Meslekle ilgili derslerin içeriğini sizinle yazalım’ diyoruz.” demesi buna örnektir.

Eğitim plancıları, bizleri, elimizdekilerle yetinmemizi vaaz eden bilgilerle donatıyorlar; fakat aynı zamanda kendileri lüks hayatlar içinde yaşıyorlar. Hayatımızı çizenler şimdiye dek bu çelişkiyi asla açıklayamazlar.

Eğitimcilerimiz de bu eğitim planının kurbanıdırlar, onlar da bizim gibi aynı yöntemle ve aynı bilgilerle imal edilmişlerdir; çünkü en nihayetinde hepimiz yalnızca herkesin şikâyetçi olduğu “eğitim sistemi”nin kurbanı değiliz, sömürü çarklarını durmadan döndüren ve sömürü çarklarının herhangi bir dişlisi olduğumuz bir düzenin kurbanıyız. Öğrenciler olarak kaderimiz eğitimcilerden, emekçilerden farklı bir şekilde ilerlemiyor, hepimiz patronlara kâr sağlamak üzere yetiştiriliyoruz, patronların kârı kendi kazancımız gibi anlatılıyor bize. Oysa biz kârı daha az çalışma süresi, daha faydalı kullanım araçları, daha güzel ve büyük evler, daha sağlıklı bir çevre ve daha güzel eğlenceler biçiminde değerlendirdiğimiz takdirde gerçek anlamda kendimize kazanç sağlamış oluruz.

“Çoğu insan, yaşamayı en büyük kazanç sayar. Buna rağmen aynı insanlar yaşama kazanımını belli durumlarda tehlikeye atmaya hazırdırlar. Bu durumlarda en azından başka kazançlar sağlayacağımız konusunda umudumuz olmalıdır.”

Üstelik emekçiler çoğu zaman tükettiğinden daha çok üretir. Ancak bu üretim bizlere yeterince eğitim kuruluşu, hastane, kreş, huzurevi, tiyatro ve ev olarak dönmez, bunun en temel sebebi ise iş gücümüzün (ömrümüzün) planlı israfıdır. Planlı bir şekilde israf edilen tek şey iş gücümüz değil ham madde kaynaklarımızdır da. Kârı artırırken maliyet düşsün diye halka daha uzun ömürlü ürünler yerine hemen bozulan ve tekrar tüketmek için üretilen ürünler hazırlıyoruz.

Kapitalist sistemin okulları bize “kimin yararına?” sorusunu sormayı öğretmedi. Resmi öğretim dediğimiz mefhum, bizi yetenekli kurbanlık koyunlar yapmak dışında bir şey de vermedi, hatta yeteneklerimizi körelten bir yapıya büründürdü. Düzene uygun kafaları bu şekilde oluşturdu. Rauter’in kitapta anlatmaya çalıştığı, temelde buydu.

Geleceğin üreticileri/emekçileri olacak olan biz öğrenciler; şirketlere hem nitelikli hem de az maaşlı eleman olacağız diye, bazıları daha iyi yaşasın diye günde on iki saatimizi vererek mi bir ömür geçireceğiz? Ya da bir fabrikatörün fabrikası son sürat üretime devam etsin diye dünyada binlerce çocuk işçi çalışarak yaşamak, hatta ölmek mi zorunda? Güncel açıdan bakarsak da onlarca çocuk sermayenin kapılarını korumak için staj esnasında ölmek mi zorunda? Aldığımız eğitim düzene uygun kafalar mı oluşturmalı, yoksa bu akıl-dışı sistemi sorgulayacak şekilde kafalar mı oluşturmalı? Tüm bunlar kimin yararına?

“İşte bir sürü olay sana.
Ve bir sürü soru.”*

*Bertolt Brecht, Okumuş Bir İşçi Soruyor