Sıkıyönetim: Bir veba alegorisi

Veba burada bir devlet bürokrasisini temsil ediyor lakin askeri üniformasıyla gelmesi bizlere Franco diktatörlüğünü anımsatıyor. Yazıldığı tarihe bakacak olursak pek de haksız bir düşünce olmaz, nitekim Camus bu metni yazarken İspanya halkının kurtuluş reçetesini yazmıştır: Korku düzenine karşı başkaldırı.

Sıkıyönetim: Bir veba alegorisi

Emirhan Efe Başol

Veba, dünyada gelmiş geçmiş en korkunç salgın olarak biliniyor. 100 milyon kişinin ölümüne ve yüzyıllar sürecek bir korkuya sebep oldu, öyle ki güvercinler konmasın diye konulan dikenli platformlar aslında yüzyıllık bir veba korkusuna işaret ediyor. Kedilerin uğursuz , kargaların pis ve farelerin iğrenç olarak bilinmesinin sebebi de bu.

Ortaçağ’dan bugüne büyük ölçüde kontrol altına alındı lakin izleri halen daha edebiyatta kendisini göstermekte ve bir nevi yıkımla, kaosla ve anarşiyle birlikte anılmaktadır. Bu örneklerden birisi, 1720 yılında Nisan ayında ya da Mayıs başlarında Marsilya limanına gelen Grand-Saint-Antonie gemisinin yerel halka olan etkisidir. Antonin Artaud, Tiyatro ve İkizi kitabında şöyle anlatıyor:

“Grand-Saint-Antoine adlı savaş gemisinin Marsilya limanına gelişinden yaklaşık yirmi gün önce (bu geminin gelişi kent halkının anılarını tomurcuklandıran olağanüstü veba salgınıyla aynı tarihe rastlar), hükümdarlık yetkilerinin elinden alınmasıyla en zararlı virüslere karşı duyarlılığı artan veliaht-prens Saint-Remys, bir gece özellikle üzücü bir düş gördü:vebaya yakalanmıştı ve veba küçük ülkesini kırıp geçirmekteydi. Salgının etkisiyle, ülkenin tüm ileri gelenleri ölür. Düzen bozulur. Saint-Remys, aktörenin bütün sapmalarına ve tüm ruhsal çöküntülerie tanık olur…Uyanır. Ortalıkta dolaşan tüm veba söylentilerini ve Doğu ülkelerinden gelen bir virüsün tüm türeme belirtilerini ülkesinden uzaklaştırma gücünü kendisinde bulacaktır…” (Tiyatro ve İkizi, s. 17)

Artaud, bu öykünün sonunu şöyle getiriyor “Grand-Saint-Antonie gemisi Marsilya’ya veba getirmedi. Veba oradaydı” Bu öyküden anlacağımız yegane şey otoritesi sarsılan bir veliaht-prensin otoritesini güçlendirmek için yaygara kopardığıdır -yani en azından öyle yorumlamak gerekir- Bu alıntı bana 1984 kitabında geçen sokakta patlayan sahte bombalar kısmını hatırlattı. Hatırlarsanız eğer, halka savaşta olduklarını göstermek ve baskılamak adına devlet sokakta bomba patlatıyordu ki halk aslında savaş olduğunu anlamasın. Yani bir nevi “sahte düşmanlar” yaratılmakta. Tıpkı ölümü gösterip sıtmaya mecbur bırakmaya benziyor bu eylem.

Peki niçin bu kadar uzattım burayı? Çünkü bugün inceleyeceğim metin Albert Camus’ nün Sıkıyönetim adlı tiyatro metni olacak. Camus, veba mitinin Antonin Artaud’ nun da kafasını kurcaladığını biliyordu, o halde niçin bu mit kurcalanarak bir oyun çıkmasın? Tabi bu fikir ilk defa 1941 yılında Fransız tiyatrocu Jean-Louis Barrault’ nun aklına gelmiş ve birtakım taslaklar hazırlamıştı, fakat sonradan Daniel Defoe’ nun Veba Yılı Güncesi eserini sahneye koymayı daha uygun gördü ve bu taslakları Camus’ ye teslim etti. 1948 yılında ilk defa sahnelenen oyun, bu taslağa uygun metinler yazmasıyla ortaya çıkmış ve Camus, Barrault’ya olan saygısından ötürü bu metnini ona adamıştır.

Camus, bu eserinde yukarıda okuyucuma sunduğum alıntıya istinaden Veba’nın İspanya’nın Cadiz şehrine vurması sonucu ortaya çıkan otorite boşluğunu anlatmıştır bizlere. Giriş kısmı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç” metnini andırır, yerel halk bir kuyruklu yıldızın geçmesiyle felaketlerin kapıda olduğunu düşünerek kıyameti koparır. Lakin bu kıyamet uzun sürmez, halk fazla kederlenmekten ziyade panayırın hareketine katılır. Her şey güllük gülistanlık gözükürken Veba’nın kapıyı çalmasıyla ortalık kıyamet alanına döner. Ancak Veba, bu oyunda bir kişidir. Yanında Sekreteri olan bir Veba. Üzerinde askeri üniforması ile gayet nizamidir. Sekreteri ise, Veba’nın dediği bütün isimleri kaydedip ölümüne sebep olmaktadır. Vali istifa etmek zorunda kalır ve hükümet el değiştirir. Bundan böyle her şey kayıt altına alınacak ve tabiri caizse kimse devletten izinsiz nefes dahi almayacaktı.

Tabiri caiz demek daha doğru, çünkü gerçekten devletten izinsiz nefes alamazdınız. Devlet size yaşama ruhsatı verdiyse yaşadınız, vermediyse öldünüz demektir. Yani burada Veba, bir devlet bürokrasisi eleştirisidir. -daha “derin” incelemeyi az sonra yapacağım, sabredin-

-Balıkçı: Gelsin gelecekse de, şu adı batasıca ruhsatı alabilecek miyim?

-Sekreter: Duruma bakılırsa alamayacaksınız zira yaşama ruhsat alabilmeniz için sağlık belgeniz olması gerekiyor. Oluru yok gibi görünüyor maalesef

-Balıkçı: Eh ne olacak?

-Sekreter: Ne olacağı keyfimize kalmış artık. Keyfimize kalmış olduğuna göre de, uzun vadeli bir çözüm beklemenizin manası yok takdir ederseniz. Gen de, size bir güzellik yapıp bir ruhsat vereceğiz şimdi, eliniz boş gitmemiş olursunuz. Amma velakin, süresi bir hafta. Bir hafta sonra gene gelin bir bakalım.
Ana karakterimiz Diego, Veba öncesi tam kavuşacakken karantina dolasıyla araya mesafe giren sevgilisi Victoria sayesinde, bu karanlığı şehirden defeder. Çünkü ölüm listesinde Victoria yazılıdır. Aşk yasaktır

-yine bir 1984 öyküsü- ve Diego bu beladan kurtulmanın yolunu arar. Bazı sağlıklı insanların gemiye kaçtıklarını görür ve şehirden kaçmak üzereyken Sekreter çıkagelir. Diego, içinde tuttuğu bütün sinirini kadına kusar, ve tam orada bu korkuyu defetmenin yolunu bulur: Cesaret ederek

-Diego: Susmak haksızlık karşısında, kaybetmek demektir zeytin ekmeği ve yaşama hakkını! Ekmeğinize sahip çıkmak için dahi yenmeye mecbursunuz bugün korkunuzu! Uyan ey İspanya, uyan artık!

Veba, bu başkaldırı karşısında çaresiz kalır, şehirden defedilir ve bu korku düzeni sonsuza dek yok olur. Cadiz halkı artık mutlu mesut yaşayacaktır.

dipnot: Uzun uzadıya yazarak canınızı sıkmak istemedim, nitekim okurken biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim. Sonuçta bu bir inceleme yazısı ve bütün replikleri yazarak anlamını çıkartmayı düşünmedim. Zaten çıkartılması epey zor bir oyun, fazlasıyla müzikal, dekor ve sahne bölümü çok fazla. Buna rağmen anlam arayışı yolculuğumun epey keyifli geçtiğini söylemem gerekiyor.

Gelelim “derin” incelemeye, Veba burada bir devlet bürokrasisini temsil ediyor lakin askeri üniformasıyla gelmesi bizlere Franco diktatörlüğünü anımsatıyor. Yazıldığı tarihe bakacak olursak pek de haksız bir düşünce olmaz, nitekim Camus bu metni yazarken İspanya halkının kurtuluş reçetesini yazmıştır: Korku düzenine karşı başkaldırı. 2. Paylaşım Savaşına prova olarak yorumladığım İspanyol İç Savaşı, insanlığın en büyük trajedilerinden biri olarak karşımızda duruyor. Ki zaten bu perspektiften düşündüğümde Vali kafamda hep Manuel Azaña olarak canlanıyor, yani İspanyol Cumhuriyetinin son Cumhurbaşkanı.

Üzücüdür ki kendisi faşizme karşı birleşik cepheyi örememişti, bu metinde de vali vebaya karşı olgun bir direnç gösteremeden kaçıp gitmişti…

Kaynakça:

  1. Tiyatro ve İkizi, Antonin Artaud, YKY.
  2. Sıkıyönetim, Albert Camus, Can Yayınları.