Sessiz sinemanın çığlığı Charlie Chaplin
"Nefret geçer, diktatörler ölür. Halktan aldıkları iktidar, halka geri döner. İnsanlar ölür, hürriyet ölmez."
16 Nisan 1889 Londra doğumlu olan Charlie Spencer Chaplin, ya da hepimizin bildiği adıyla Şarlo, sadece bir aktör değil aynı zamanda yazar, yönetmen, besteci, kurgucu ve komedyen olarak sinema tarihinde çok önemli bir kilometre taşıdır. Çocukluğunu anne ve babası ayrıldıktan sonra annesi ile geçirdi ve beş yaşında annesinin yerini alarak sahneye çıktı. Annesi daha sonra bir akıl hastanesine yatırıldı. Charlie ve üvey kardeşi Sydney, bir dizi bakımevine ve yatılı okula gönderildi. O yaşta hayatını kazanmak zorunda kalan sanatçı, 17’sinde usta bir komedyen haline geldi; aldığı bir teklif üzerine Hollywood’a gitti. İlk filmi ‘Ekmek Parası’nda oynadığı kötü adam karakteri pek başarılı olamadı. İkinci filmi ‘Venedik Yarışları’nda ünlü ‘küçük serseri’ tipi ortaya çıkmaya başladı ve büyük ilgi gördü. 1915 yılın da başrolünü oynadığı, yönettiği ve onu sinemanın en büyüklerinden biri yapan ‘The Little Tramp’ filmine kadar 50’ye yakın kısa filmde oynadı.
Charlie Chaplin sinema alanında sadece oyuncu olarak değil; Bir film yapımcısı olarak ta çok önemli bir rol oynadı. 1919’da, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D.W. Griffith gibi filmlerinde olduğu gibi bağımsız sinemanın temellendirilmesinde öncü rol oynayacak, United Artists’i kurdu. United Artists, onun sanatsal gelişmesi için bir platform haline geldi ve ona eserlerin de daha derinleşme ve sosyal temaları araştırma olanağı sağladı.
“The Kid”, yoksulluğu irdelerken bunu terk edilmiş bir çocuk üzerinden dram ve mizah örgüsünü birlikte kullanarak yansıttı…
“Şehir Işıkları”, Bir yandan sinemada sesin kullanıldığı döneme denk gelen bir “sessiz” sinema olarak da ilginçtir. Modern şehir yaşamının zorluklarını ve insan ruhunun diren cini ele alırken, mizahı sosyal yorumlarla iç içe geçirdi. Zenginlerin ikiyüzlülüğü, hayatını kurtardığı kodamanda vücut bulur. Kapitalizmin ışıltılı parlak yaşantısı neonlarla süslü şehir ışıklarında şekillenir. Bu sanal parlaklığın gözleri nasıl kör ettiği anlatılır.
MODERN ZAMANLARDA KAYBOLAN İNSANLIK
Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785 yılın da tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Panoptikon’un temelinde yatan ilke, tek odalı hücrenin için deki sakine saklanacak hiçbir yer bırakmaması, buna karşılık dış cephe deki duvarın penceresinden gelen dış ışığın kuledeki nöbetçilere mahpusun her hareketinin bir siluetini izleme olanağını sağlamasıydı. Bentham’ın yaklaşımına göre, gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen, ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen mahpusun, aklını başına toplayarak her zaman izleniyormuşçasına davranmaktan başka seçeneği yoktu. Modern Zamanlar böyle bir panoptikon içindeki ezilen işçilerin yanında olarak yapılan kapitalizm eleştirisidir. Modernitenin ve kendi zamanı içindeki endüstriyelleşmenin işlendiği bu filmde, bir fabrika işçisi olan Şarlo’nun başından geçenleri görürüz. Bir koyun sürüsü metaforuyla başlayan mesai, bu koyun sürüsünün içinde göze çarpan tek siyah koyun düzene karşıdır, ancak sürüklenmekten kendini alıkoyamaması sürü psikolojisinin modern zamanların bir getirisi olduğunun göstergesidir. Kargaşa ve kaosun iç içe olduğu ve bunların normalmiş gibi aktarıldığı, işçilerin fabrikanın bir parçasıymış gibi gösterildiği filmde patrondan gelen emirleri doğrudan yerine getiren robotları görürüz. Şarlo da bu robotlardan biridir. Makinelerin çarklarıyla çalışan insanın, o çarklardan biri hali ne geldiği vurgulanmaktadır. Yaptığı işe yabancılaşan ve içselleştiremeyen insanın dramıdır yansıtılan. Şarlo’da bir süre sonra emeğine yabancılaşır ve fabrikadan atılır. Filmin sonlarında aşık olduğu kadınla dağlara doğru yani doğaya giden Şarlo sistemi eleştirip çarklardan biri olmayı reddeder.
BENİ DUYANLARA SESLE NİYORUM: UMUTSUZLUĞA KAPILMAYIN
Charlie Chaplin’in 1940 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nın gürültüsüne uyanılan yılda sessizliğini bozarak ilk sesli filmini çeker; Büyük Diktatör (The Great Dictator)…
Artık sessizlik kana bulanmıştır. Diktatörlere, emperyalist savaşa, kapitalist sömürüye söylenecek sözler vardır. Hitler’i yerden yere vurur. Faşizmin karanlığına karşı, henüz ne olup bittiğini anlamayan sessiz kitlelere sözlerini yükseltir. Filmin final konuşması sinema sanatının unutulmazı Şarlo’nun umutsuzluğa karşı direnişini simgeler.
“Hayat hür ve güzel olmalı. Biz doğru yoldan çıktık. İktidar hırsı insan ruhunu zehirledi, nefret duvarları ördü. Bizi mutsuzluğa ve insan kıyımına mahkûm etti. Bilgimiz bizi saygısız ve yobaz yaptı. Çok düşünüp az hissediyoruz.”
“Şu anda sesimi milyonlarca insan duyuyor. Umutsuz kadın, erkek ve çocuklar. “Masum insanlara işkence yapan, hapse atan bir sistemin kurbanı onlar. “Beni duyanlara sesleniyorum, umutsuzluğa kapılmayın. ”
“Nefret geçer, diktatörler ölür. Halktan aldıkları iktidar, halka geri döner. İnsanlar ölür, hürriyet ölmez.”
“Aziz Luke’un dediği gibi cennetin kapıları insana açıktır. Bir kişiye, bir gruba değil herkese açıktır. “Güç sizin, halkın elindedir. Birlik olup harika bir dünya yaratalım. Herkese iş sağlayan, gençlere umut, yaşlılara garanti veren bir dünya.”
“Yalancılar bunları vaat ederek iktidarı aldılar. Yalan söylediler. Zaten asla sözlerini tutmazlar. “
“Diktatörler kendi hırsları için halkı köleleştirir.”
“Biz bu vaatleri yerine getirmek için savaşalım. Dünyayı kurtaralım, milli engelleri yok edelim. Hırs, kin ve yobazlığı yürürlükten kaldıralım. Aklın idare ettiği bir dünya için savaşalım. Bilim ve ilerleme herkese mutluluk getirsin.”
1975 yılında verilen “sir” unvanını aldığında ne düşünmüştü bilmiyoruz ama o 25 Aralık 1977 yılında 88 yaşında öldüğünde ismi hafızalarımıza sessiz sinemanın emekten yana “Şarlo” su olarak kazındı
*Bu yazı Yurtsever gazetesinin 13. sayısında yayımlanmıştır.