Hem İslamcılık hem de Siyonizm, politik iki kavram olmakla birlikte, aynı zamanda dinsel kimlikler üzerine inşa edilen ideolojik kavramlardır. Dünyayı, tarihi ve siyaseti dinler, milliyetler ya da genel tabirle kimlikler arası çelişkiler üzerinden yorumlamanın sorunu ve sınırı var. Bu açıdan İslamcılığı ve Siyonizm’i, emperyalizm gerçeğini merkeze koymadan siyasetin koordinat düzleminde yerli yerine oturtmak, mümkün değildir.
İsrail devletinin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde kuruluşunun özgün tarafı doğrudan faşizmin kurbanı olan Yahudilerle ilgili. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce birçok kapitalist ülkede Yahudilerin Naziler tarafından katledilmesi ve burjuva sınıfları tarafından desteklenen anti-semitizm, başta Sovyetler olmak üzere dünya işçi hareketinin Filistin devleti ile birlikte İsrail devletinin kurulmasına destek vermesine yol açtı. Ancak dünya solunun verdiği bu destek, Filistin topraklarının büyük bölümünü işgal ederek Filistin halkının haklarını çiğneyen kapitalist İsrail devleti tarafından ihlal edildi. Sovyetlerin, dönemin BM’sinde aldığı tutum netti: “Yahudiler ve Araplar için eşit haklara sahip tek bir Arap-Yahudi Devleti’nin kurulmasının (…) bu karmaşık sorunun çözümü için kayda değer yöntemlerden biri olarak kabul edilebileceği” savunulmuştu. “Bu planın uygulanmasının imkânsız olduğu kanıtlanırsa, Yahudiler ve Araplar arasındaki ilişkilerdeki bozulma göz önüne alındığında Filistin’in biri Yahudi diğeri Arap olmak üzere iki bağımsız özerk Devlete bölünmesini öngören ikinci planı (…) göz önünde bulundurmak gerekir.” şeklindeki görüş yine dönemin Sovyet dış politikasının temel noktasıydı. Ancak bu politik yaklaşım, ne yazık ki gerçekleşmedi.
İsrail devletinin kuruluşunun önemli bir başka dinamiği ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetlerin artan prestiji ile bağımsızlıkçı ulusalcı siyasi hareketlerin özellikle Ortadoğu’da güçlenmesi karşısında emperyalistlerin bu yeni devlete tam boy desteğiydi. ABD başta olmak üzere emperyalizm, Ortadoğu’da çok ihtiyaç duydukları müttefiklerini İsrail burjuvazisinde ve kapitalist İsrail devletinde buldular. O günden bugüne İsrail devleti, bizzat burjuva sınıfıyla emperyalist dünyanın parçası durumunda ve Ortadoğu’da emperyalizmin koçbaşı devleti rolünü oynamaktadır. İngiltere’nin liderliği ABD’ye bırakması ve emperyalizmin “içeriden işgali” Ortadoğu’da yeni jeopolitiğin temellerini atmıştı. Bu jeopolitiğin kurbanı ise vatan topraklarından olan Filistin halkı olmuştur.
Filistin sorununu ya da Ortadoğu’nun kanlı tarihini emperyalizmin çizdiği jeopolitikten bağımsız düşünmek bu açıdan mümkün değil. İki kutuplu dünya gerçeği, Ortadoğu’nun da siyasi eksenlerinin temel belirleyeni olmuş, emperyalizm, yeşil kuşak projesiyle Ortadoğu’dan Orta Asya’ya bir hat çizmeye çalışırken, her ülkenin kendi iç dinamikleri de bu eksenler üzerinden şekillenmişti.
Peki bu tabloda İslamcılık ne yapıyordu ya da nereye oturuyordu? Ya da İslamcılık da, siyaseti belirleyen bu eksenlerin belirleyiciliğinden muaf tutulabilir mi?
İslamcılığın çelişkili bir tarihi bulunuyor. Çünkü İslamcılık tarihi tam bir pragmatizm tarihidir. İslamcıları, Osmanlıya karşı İngilizlerle, İngilizlere karşı ise Alman Nazizm’i ile iş birliği yaparken kısacası her türlü konumda görmek mümkün. Bu açıdan İslamcılık siyasetini analiz ederken; batı karşıtlığı bir söylemden öteye geçmiyor, bir bütün olarak İslamcı siyasetin doğrudan emperyalizmin aparatı olarak işlev gördüğü ise tarihinin büyük kısmını kaplıyor.
Örneğin FETÖ, bir siyasal İslamcı hareket olarak nereye oturtulabilir?
İhvancıların, Mısır’da ulusalcı ve emperyalizm karşıtı bir siyasal hareket olan Nasırcılığa karşı İngilizlerle yaptığı iş birliği?
Ya da Taliban’ın ve El Kaide’nin Amerikancılığı?
Ya da Süleymancıların Almanya bağlantıları?
Ya da Türkistan İslam Partisi’nin, kim tarafından desteklendiği?
İran merkezli İslamcılık ise biraz daha tartışmalı. Bugün doğrudan Amerikan karşıtı (anti-emperyalist asla denemez) bir siyasal hareket. Ancak İran İslam Devrimi sırasında, Humeyni’nin Paris’ten İran’a gelişinin anlamı üzerinde herkes durmalı. İran’da komünist bir iktidar istemeyen emperyalizmin İran Şii İslamcılığı ile yan yana gelişine değinip geçiyorum.
Örneğin, batıda İslamofobi’nin mi yoksa İslamohobi’nin mi geçer akçe olduğunun açık yüreklilikle ortaya konması gerekmez mi? Örneğin Almanya’nın İslamcı örgütlerinin merkezi olmasını nasıl yorumlamak lazım?
İşlerine gelince radikal İslamcıları devreye sok işine gelmeyince de ılımlı İslamcılıkla ülkelere müdahale et… El Kaide’ye bomba attır, İhvanla Suriye ve Mısır’ı dizayn et! Ilımlı İslam başarısız olunca cihatçı çetelerin (radikal İslamcıların) her türlüsünü Suriye’ye sok, ceplerine maaş koyup ellerine silah verip savaştır!
Gerçekten İslamcılık ne yana düşüyor? Ya da batının İslamofobi’si mi yoksa İslamohobi’si mi var?
Bu yazının yazılmasına neden olan ise Yeni Şafak yazarlarından İsmail Kılıçarslan isimli bir şahsın paylaşımı. İsrail’e karşı Lübnan Hizbullah’ına yönelik söylediği sözler, ülkemizdeki İslamcıların nasıl bir zihniyete ve mezhepçi bakışa sahip oldukları göstermeye yeter de artar bile… Bu mezhepçilik, Filistin davasını bile sattıracak bir sapkınlığa sahip. Lübnan Hizbullah’ı için kullandığı sözler aynen şöyle: “Bu Hizbullah isimli katiller topluluğunun Suriye’de katlettiği yüz binlerce insan ümmetten değil miydi lan? Bu Hizbullah isimli katil sürüsü daha iki gün önce İsrail saldırısında geberen komutanı için “Suriye’de tekfircilerle kahramanca mücadele etti” diye taziye yayınlamadı mı? Bu katil sürüsünün “tekfirci” dediği insanların Suriyeli kadınlar, çocuklar, gariban halk olduğunu bilmediğimizi zannediyorsunuz lan? Allah’ın laneti Rafizi sapkınların emperyalist ajandalarını savunanın üzerine olsun. Kim Amerikan, Rus, Rafizi emperyalizmin köpeğiyse tasmasıyla yollarda sürünsün de bir yudum su vereni olmasın.”
Aslında emperyalizmin doğrudan İsrail’in güvenliği için Suriye’yi yıkma planına objektif olarak nasıl destek verildiğinin somut kanıtı bu ifadeler. Suriye’deki yıkım savaşını, Yeni Şafak yazarı, hala laik Esad’a karşı Müslümanların savaşı zannediyor. Çok yazık: Suriye’de cihatçı çetelerin silahlarını ve maaşlarını kimler veriyor?
Görüyor ve biliyor. İslamcılık ayağına, Lübnan Hizbullah’ını eleştirmeye cüret eden bu yaklaşım subjektif kısmı bir tarafa objektif olarak İsrail destekçisi bir konumdadır. İslamcılığın emperyalizmin çıkarlarına hizmet ettiğini söylemenin somut kanıtını yukarıdaki sözler göstermiyor mu?
Çıkardıkları bütün gürültü bir yana, işin objektif boyutu şudur: Suriye’nin yıkılma planlarını çizen emperyalizmdir, onun vekalet savaşını yürüten ise önce İhvan sonra cihatçı çeteler olmuştur. Amaç Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirmek ve Siyonist İsrail’in güvenliğini almaktı. Bugün Netanyahu’nun Gazze’yi işgal etmesi ve Lübnan’da giriştiği savaşın cüreti tam da Suriye’nin güçsüzleştirilmesinden gelmektedir.
O yüzden Suriye bir turnusol kağıdıdır. ABD emperyalizminin planlarına ortak olup Suriye’yi yıkmak için emperyalizmin aparatlığını ve taşeronluğunu üstlenme utancını “ümmet, ensar” edebiyatıyla kapatmaya çalışırlar.
Bunlar olsa olsa Siyonist İslamcı ya da İslamcı Siyonistlerdir! Bunlar Filistin davası üzerinden ancak “hamas”et yaparlar!
Zonguldak’ta madende ucuz işgücü olarak çalışan Afgan işçinin elleri kolları bağlanarak yakılmasına sessiz kalıp ensar hamaseti yapmaya devam ettikleri gibi!
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…