Tıp bilim midir?

Leiden Üniversitesi’nden Boerhaave, hekimlik dışında kimya, farmakoloji ve botanik dallarında da profesör ünvanına sahipti. Derslerinde pozitif bilimlerdeki gelişmeleri tıpla iç içe aktarır ve hastalıkları, daha önce yapılmamış bir şekilde, fizik, kimya ve matematik yasalarıyla açıklardı.

Bu soru neredeyse üç yüz yılı aşkın bir süredir gündemde. Aslında konunun ele alındığı tartışmalarda genellikle ‘evet, bilimdir’ sonucuna varılsa da tartışmanın bunca zamandır sürmesi, doğrusu bana hep ilginç gelmiştir. Gerçekten de sadece hastalıkları değil, insanı bir bütün olarak ele alıp, onu inceleyen ve sorunlarına çözüm arayan bir disiplin olarak tıp elbette bir bilimdir. Ancak soruyu gündemde tutan, günlük tıp pratiğinin, daha doğru bir ifadeyle hasta bakımına yönelik girişimlerin, yani klinik tıbbın bilim sayılıp sayılmayacağı olsa gerek. Aslında benzer bir biçimde ‘mühendislik bilim mi?’ sorusuna da yanıt aranabilir.

Burada tartışılması gereken tıbbın (veya mühendisliğin, hatta tüm uygulamalı bilimlerin) bilimsel yöntemler kullanıp kullanmama sorunu değil, kendisinin bizzat bilim üretip üretmediği olmalı. Uygulama alanının bilimsel olup olmamasıyla, her uygulayanın bilim yapıp yapmadığı ayrı şeyler. Sanırım klinik pratiğe, sadece tıp bilimine veri sağlayan bir uygulama olarak bakmakta yarar var. İşte bu noktada akademik ünvan taşıyan hekimlerin yaptıkları ancak ve ancak veri biriktirebildiği oranda bilimdir; yoksa tedavinin manevi ve maddi doyumu bilim kavramı dışındadır. Zaten neyin bilim olmadığı konusunda önemli bir referans olan Frascati ölçütlerine göre de ‘uzmanlaşmış tıbbi bakım’ bilim dışındadır. Belki de bu yüzden Nobel ödülü, tıp değil de tıp/fizyoloji olarak verilmektedir. Klinik uygulamadaki ‘hastalık yoktur, hasta vardır’ mottosu, doğru olmakla birlikte, pratiğin bilim olmadığını, yani bilimin önemli unsurlarından biri olan ‘tekrarlanabilirlik’ ölçütünün yerine getirilemediğinin de bir itirafıdır diğer yandan. Belki de bu yüzden, kimi zaman sanat olarak nitelendirilir tıp pratiği.

Yazının başında belirttiğim gibi on sekizinci yüzyıl başlarına dek böyle bir tartışma yoktu ve tıp kesin olarak bilim dışında görülürdü; ta ki Dr. Herman Boerhaave’ye dek. Leiden Üniversitesi’nden Boerhaave, hekimlik dışında kimya, farmakoloji ve botanik dallarında da profesör ünvanına sahipti. Derslerinde pozitif bilimlerdeki gelişmeleri tıpla iç içe aktarır ve hastalıkları, daha önce yapılmamış bir şekilde, fizik, kimya ve matematik yasalarıyla açıklardı. Boerhaave ile birlikte tıp bir bilim dalı olarak kabul görmeye başlamıştır. Aynı yıllarda Padua Üniversitesinde Morgagni de otopsi bulgularıyla, ölümden önceki hastalık bulguları arasında bağlantı kurarak klinik patolojinin temellerini atıyordu. Cerrahinin ise bilim içerisinde yer alması daha geç olmuştur. O dönemde bile cerrahi işlemleri berberler, kırıkçılar, tellaklar gibi eğitimsiz ama el becerisi olan kişiler yapıyordu. Cerrahiyle hekimlik arasındaki bağlantıyı John Hunter’ın (1728- 1793) kurduğu kabul edilse de daha uzun yıllar bilim olarak kabul göremedi. Örneğin, 1874 yılında Tıp Mektebini ‘ıslah’ etmek üzere İstanbul’a getirilen Avusturyalı Doktor Bernar öğrencilerden tıp müfredatını takip edemeyecek düzeyde olanların ‘heder’ edilmeyip, cerrah ya da eczacı yapılmalarını önermişti. İlk eczacılık okulunun kuruluşu da bu öneri üzerine olmuştur

Konuya dönecek olursam, ‘bilim insanları doğayı anlamak için kuram geliştirir ve uygulayıcılar ise bu bilgiyi gerçek dünya problemlerini çözmek için kullanır’ saptaması, en önemli ayrım olsa gerek. Ayrıca, bilim insanları bilinmeyene odaklanırken, uygulayıcının ‘bilinen’ konulara odaklanması ve bilim insanının bulgularını yayınlarla belgeleme zorunluluğu, bilim olanla olmayanı ayırmada önemli ölçütlerdir.
Yani demek istiyorum ki, tıp fakültelerinde sadece hasta bakımıyla uğraşan kişi, ünvanı ne olursa olsun, kendisini bilim insanı diye adlandırmamalı.

Yazarın Diğer Yazıları
Tıp bilim midir? 9 Haziran 2024
İçten beslenme sorunu 14 Nisan 2024