Trump neden seçildi?: Sağcılık mı artıyor kimlik siyaseti mi reddediliyor?

Trump neden seçildi?: Sağcılık mı artıyor kimlik siyaseti mi reddediliyor?

18-11-2024 14:07

Seçim sonuçlarının “halkın yüzünü nereye döndüğü” meselesi yerine sırtını nereye döndüğüne odaklanılarak okunmasının zamanı geçmiştir. Hele solun liberalizm etkilerinden de arınabilmek için “muhalifliği” gözden geçirmesi gerekiyor.

 H. Murat Yurttaş

 Tarihin bu dönemi siyasetçilerin değil önce komedyenlerin sonra da tacirlerin iktidara gelmelerine tanıklık ettiğimiz seçimler yaşatıyor. Kolaya da kaçarak, ilkine komedya ikincisine tragedya diyebiliriz elbette. Ama burjuvazinin, hele bir devlet ve siyaset geleneği olan ve özellikle emperyalist ülkelerde bir siyaset ciddiyetini tercih ettiği günler geride kalmış durumda. Bununla birlikte, sınıf mücadelelerinin siyaset arenasında yerini yeniden esas hale getirdiğini söylemek de mümkün.

Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle emperyalist aşamadaki kapitalizmin onu kısıtlayan tüm engellerden kurtulmak için vahşi bir saldırı dönemi açtı. Savaşlar, ambargolar, her alanı kapsayan bir gözetleme ve ciddi bir ideolojik saldırganlıkla sermaye sınıfının iktidarının hiçbir boşluk bırakmaması esas alındı.

Tarihin sonu denilse de, gelinen noktada, 35 senede yaşananlar on milyonlarca insanın katledilmesi, dünyanın her yerine yayılmış savaşlar, iç savaşlar, terör örgütlerinin kontrolünde kuralsız bölgelerin ortaya çıkması, sermayenin karlarının katlanarak büyümesine karşın her geçen gün yoksullaşan kitleler ve servetin giderek daha az elde toplanmasından başka bir sonuç doğuramamış durumda. Üstelik bu tablo tarihin gördüğü en büyük bilimsel ve teknolojik atılımlardan biri ile paralel şekilde yaşanıyor.

BİTEN “AMERİKAN RÜYASI” VE DEMOKRATLARIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Bir masal olarak pazarlanan küreselleşme bugün en az sömürülen ve istikrarsızlaştırılan ülkelerde yarattığı kadar önemli sorunları emperyalist merkezlerde de yaratıyor. “Amerikan rüyası” diye sunulan orta sınıfın birer tüketici olduğu kapitalist cennet tasvirinin boyaları her yerden dökülüyor. Dökülen boyaların altından çıkan tabloda zaten fazlasıyla yoksul olan alt sınıfların biraz daha yoksullaşmasından daha çok göze batan ise kuşkusuz Amerikan orta sınıfını teşkil eden imalat sanayisi çalışanları. Sermayenin daha ucuz imalat seçeneklerini kullanıp patentler ile karlarını katlayarak büyüttüğü bir ortamda Amerikan proletaryasının payına sürekli olarak düşen gelirler ve işlerini kaybetme gerçeği düşüyor.

Peki ABD seçimleri ve Trump ile birlikte Cumhuriyetçilerin ve özellikle muhafazakarların siyasal programının elde ettiği başarılar nasıl elde edildi? Öyle ya, bu tabloda solun, hiç değilse sol taleplerin güçlenmesini beklenmesinden doğal, solculuk yapmak gerektiğini düşünmekten daha doğru ne olabilir?

Ama bunun yerine liberal solun sorunları çözmek yerine Amerikan siyasetindeki karşılıklarıyla liberal veya ilerici kanatlarının iktisadi olarak ilişkili oldukları sermaye gruplarının çıkarları anlamına gelen küreselleşmeci çizgileri ve toplumsal olarak ise azınlık grupları ile sınırlı kalan ağırlıklı olarak kimlik savunularıyla siyaset yapan Demokrat Parti gerçeği ile karşı karşıyayız. Benzer bir durumun Avrupa siyasetindeki sosyal demokrat, radikal demokrat veya yeşil siyasetler için de geçerli olduğu söylenebilir.

Buna karşın, seçim sathı mailine girilinceye kadar liberal “woke” kültürüne sarılan Demokratlar, seçim zamanında bir yandan Cumhuriyetçileri faşizm ile suçlarken diğer yandan ise solculuk yapmak yerine bir “sağı memnun etme” siyasetine batıyorlar. Bu açıdan solculuk yapılmadığı, ülkenin sağa kayması gibi okumaların ciddi şekilde tartışılması gerektiğini de söylemek gerekiyor.[1]

İnsanların gerçek sorunlarına çözümler üreten bir program yerine seçmenlerin “duymak istediklerini” söylemelerinin ve kentli orta sınıfları, kadınları ve azınlıkları korkutmalarının yeterli olacağını düşünüyorlar. Üzerine bir de bu açık çelişki doğal olarak onları ikna edici olmaktan iyice çıkarıyor.

SEÇMENLER DERTLERİNİ ANLATIYOR

Son yıllarda seçimler analiz edilirken giderek daha büyük, toptancı yaklaşımlarla hareket edildiğini görebiliyoruz. Sosyalistlerin her sosyal demokrat seçim galibiyetinden halkın yüzünü sola döndüğünü çıkartması veya bu kış faşizm gelecek korkuları gibi. Oysa kişilerin seçmen olarak tek tek tercihlerinin bu kadar da bütünlüklü ve keskin ideolojik kararlarla verilmemiş olabileceğini de değerlendirmek lazım.

Bu açıdan Demokrat Parti içerisinde mümkün olabilecek en soldaki pozisyonlardan birini tutan, Bernie Sanders ile birlikte Amerikan Demokratik Sosyalistleri’nin (DSA) başını çeken ve son seçimlerde bir kez daha New York’tan Temsilciler Meclisi’ne giren Alexandria Ocasio-Cortez (AOC) seçim sonuçlarında dikkat çeken bir durumu sosyal medyadan bir ankete dönüştürmüş.[2] Takipçilerine kendisine ve Trump’a veya Demokratlara ve Trump’a neden oy verdiklerini sormuş.

Gelen tepkiler arasında, sadece Trump ve kendisinin (AOC) gerçek oldukları, işçi ailelerini düşündükleri, kurumsal siyasete karşı oldukları, değişimi temsil ettikleri, duraklama ve bahaneler yerine eylem ve ilerlemeden yana oldukları, ekonomiyle, çalışanların sorunlarıyla daha ilgili oldukları, savaşa karşı oldukları gibi ifadeler öne çıkmış.

Burayı biraz daha açabiliriz.

Bu tepkilerin çok doğru, çok gerçek, çok yaygın, çok belirleyici, çok açıklayıcı olmaları gerekmiyor. Ancak Demokratların sol bir program yürüttükleri, Cumhuriyetçilerin temsil ettiği büyük sermayeye karşı ezilenlerin yanında oldukları, ırk ve cinsiyet eşitliği mücadelesi verdikleri gibi bazı kabullerin nasıl algılandığını göstermeleri açısından dikkate değer olduğunu kabul edebiliriz.

Biraz daha detaylandırırsak. Bir sağa kayış tartışmasının en zayıf yanı bu seçimlerin çok farklı programların aynı anda kazanabildikleri sonuçlara tanıklık etmesi olgusu olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de, seçim ilgi çekici sonuçlarından biri, Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi seçimleri ile eyalet veya daha yerel ölçeklerdeki seçimlerde başkanlık seçiminde olduğundan daha iyi performans göstermiş olması. Paralel şekilde halkoylamasına sunulan eyalet anayasası veya yasa değişiklikleri tekliflerine bakılınca da Donald Trump tercihine rağmen insanların muhafazakâr programları tercih etmekte daha ketum davrandığını görebiliyoruz.

Örnek vermek gerekirse, bir kadın başkan tercih etmeyen Michigan eyaletinde ilk siyah kadın senatör seçilebildiği gibi eyaletin yüksek mahkemesinin başına da bir kadın seçildi. Kuzey Dakota’da ilk kadın milletvekili ve Ohio’da ilk Latino senatör Cumhuriyetçi Parti listelerinden seçilebildi. Alaska, Arizona, Missouri ve Nebraska gibi Trump’a oy veren eyaletlerde asgari ücrete ilişkin düzenlemeler halk oylamalarında kabul edildi. Yine çok tartışılan kürtaj düzenlemelerinde Trump’ın kazandığı Güney Dakota, Wisconsin, Montana, Missouri gibi pek çok eyalette yasaklamalar kaldırıldı, gevşetildi ve hatta anayasal bir hak olarak yeniden düzenlendi.

Bu sonuçlar, meselenin esasında toptancı yaklaşımlarla çözülemeyeceğini ve esas sorunun veya belirleyenin ekonomi olduğunu gösteriyor. Benzer bir tablonun CHP’nin asgari ücret vaatleriyle girdiği Haziran 2015 seçimleri ile AKP’nin bu vaatlere karşı olmazlanmak yerine yanıt vermeyi nihayet kabul ettiği Kasım 2015 seçimleri arasında veya son yıllardaki yüksek enflasyon nedeniyle AKP’nin eriyip CHP’nin güçlenmesinde de görebiliyoruz.

 KOYUN POSTUNDA BİR KURT: TRUMP

Konu Turmp’ın neden seçildiği idi. Onu neredeyse hiç anmadan neden seçildiğini açıklayabilecek bir çerçeve önümüzde duruyor.

Elbette Donald Trump’ın sermaye bağları çok açık. Ancak siyaseti meslek edinmişlere duyulan tepki, ABD ölçeğinde yüksek enflasyon ve faizlerin ücretleri ve tüketim alışkanlıklarını zorlaması, küreselleşmenin maliyeti gibi başlıkların orta sınıfların yaşam tarzı kaygılarından daha önde olduğuna dair fazlasıyla kanıt bulunuyor.

Bu başlıkların daha fazla tartışılması gerekli kuşkusuz. Seçim sonuçlarının halkın yüzünü nereye döndüğünden ziyade neye sırtını çevirdiğine odaklanılarak okunmasının zamanı herhalde geçmiştir diyebiliriz. Mesela bu bağlamda solun liberalizm etkilerinden de arınabilmek için “muhalifliği” gözden geçirmesi de gerekli gibi görünüyor. Yoksa sosyal demokratlara, kimlik siyasetine, politik doğruculuğa şakşakçılık yapmak sosyalistlerle işçi sınıfı arasındaki bağları neredeyse bütünüyle kopartıyor.

Bu açıdan Donald Trump gibi her adımında bir büyük sermayedar olduğunu gösteren, kabine ve görevlendirme tercihleriyle ABD devletini bütünüyle tacirlerin eline bırakan, açıkça kadın düşmanı, ırkçı, yabancı ve göçmen düşmanı, her türlü sosyal devlet/sosyal yardım uygulamasına karşı bir zatın işçi sınıfının temsiliyetini üstlenebildiğini düşünemeyiz. Ama insanların kısa vadeli çıkarlarının bazen pek çok kabul etmedikleri şeye rağmen tercihlerini belirleyebildiğini de görmek lazım.

Trump’ın neden seçildiği sorusunun cevabı ezberlerimizden kurtulmak için hepimize fırsatlar sunuyor.

[1] Branko Marcetic, Four Myths About Kamala Harris’s Loss (Kamala Harris’in Mağlubiyeti Hakkında Dört Mit), https://jacobin.com/2024/11/harris-election-loss-democrats-left/

[2] https://x.com/aaronnarraph/status/1855962504712552829