Tülin Tankut: Her yer karanlık

"Neoliberal kapitalizmin faşizmle yakınlığı düşünüldüğünde , Pandora’nın kutusunda “insanlığa” dair hiçbir şey kalamaz, deme karamsarlığına düşmemek elde değil. Küresel güçler, bu düzenin değişmeyeceğine, dünya genelinde insanları inandırmaya, “Tarihin sonu” palavrasıyla kandırmaya çalıştılar, bunu gerçekleştirmek için de bilimi, dini, kültür endüstrisini, tüketim kültürünü kullandılar."

Her yer karanlık…nerdeee o, “güneşin batmadığı imparatorluğun” karanlıkta bile esnerken elini ağzına götüren İngiliz centilmeni… Pandora’nın Kutusu açılmış, kıyıda köşede unutulan “umut”tan arda kalan kırıntıları ara ki bulasın… “Bebek katili” dedikleri kişiye taş çıkartacakların yenileri türemiş…Bebek cinayetlerine varasıya insanın kanını donduran canilikler: Tartışmaya açık değil bu olaylar… kimsenin kendini güvende hissetmediği bir dünya ; küresel egemenlerin istediği tam da bu değil mi? Dünyanın en zenginlerinden Rus oligarkın yirmi bir yaşındaki oğlu Vanya örneğin: Oligark baba erkek evlat sahibi olmuş ama “Zamanın ruhu” babanın yediği herzelerin bedelini de oğluna ödetmiş. Vanya’ya “insan” denemez; tüketim toplumunun “kuşatması” altında sefahat düşkünü, video oyunları tutkunu , bir seks işçisiyle evlenmesi yüzünden babasının gazabına uğrayacağını , sonra süklüm püklüm baba evine geri döneceğini hesap edemeyecek kadar da aptallaştırılmış bir beni Adem. Yeni sezonda ülkemizde de gösterime girdi bu belgesel: “ Anora”; Cannes Film Festivali ödüllü, 2024 Amerikan yapımı. (1)

Öte yandan tarım, hayvancılık bitmiş ; iklim değişikliği, kuraklık ve seller bir yandan, yerini yurdunu terk eden insanlar ; gittikleri kentlerdeyse yolsuzluk, işsizlik, yoksulluk, hastalık ve ölüm kol geziyor. Bir de açgözlü , en gelişmiş silahlarla oyuncak oynar gibi oraya buraya saldıranların vahşetine çoluk çocuğuyla hedef olanlar var… “Kadim”ve “modern” yatıştırıcılar , din ve de sermayeye boyun eğmiş sinema, dizi sektörü, bu tufanda kendi varlıklarını koruma derdine düşmüşler ; yasaklı madde ve antidepresan satışlarıysa tavan yapmış…Bu bir film ya da rüyâ değil, aynıyle vakî. Peki, tefessüh etmiş çağdaş toplumdaki kadar olmasa da, eskiden de yok muymuş bunca rezillik? İleri teknoloji şimdi her şeyi görünür kılıyor tabii. Rezilliğin kökenine inmek için Nazi Almanya’sı nasıl ibretlik bir örnek acaba, insanın köleleştirildiği dönemin rezilliğini- kapitalizminin demeli- hatırlamak için? (2)

Küresel kapitalizmin özellikleri içinse şu tür yorumlar yapılır genellikle: “Finansallaşmış”, “dijitalleşen”, “kültür endüstrisi”gelişmiş…Ancak bu süreçte yoksulluk arttı; iklim krizi, göç, savaşlar, bölgesel çatışmalar, terör, büyüyen silah sanayi, yasaklı madde gibi saymakla bitmeyecek olumsuzluklar, yerküreyi sardı. Neoliberal kapitalizmin faşizmle yakınlığı düşünüldüğünde , Pandora’nın kutusunda “insanlığa” dair hiçbir şey kalamaz, deme karamsarlığına düşmemek elde değil. Küresel güçler, bu düzenin değişmeyeceğine, dünya genelinde insanları inandırmaya, “Tarihin sonu” palavrasıyla kandırmaya çalıştılar, bunu gerçekleştirmek için de bilimi, dini, kültür endüstrisini, tüketim kültürünü kullandılar. Siyasal ve kültürel kutuplaşmayı, sosyal gerginliği onların politikaları yarattı; gelir dağılımında uçurumlar oluşurken demokrasiden söz edilemeyeceği gerçeğinin üzerini süslü söylemlerle örtüp demokrasi havarisi kesilenler yine onlardır. Varsıllığı da, yoksulluğu da yaratan onların sistemidir. En kötüsü de, emekçi yığınlarının iktidara getirdiği aşırı sağcı, dahası faşist liderlerin muhalif güçleri bastırma girişimlerinde başarılı olmalarıdır. Peki ama neden? Bu duruma açıklık getirmek için hiyerarşi ve bireyselleşme kavramlarını anmakta yarar var.

Hiyerarşik toplum yapılanması, doğayı ve insan emeğini gezegenin sonunu getirecek kertede sömürülmesine yol açmıştır. Katı bir kurumsal hiyerarşi aile, okul, ordu, işyeri, şirketler vb. oluşumlarda ast- üst ilişkisini ast’ın aleyhine çalıştırmaktadır. Ast’ın fikrini beyan etme hevesi yetkeyle bastırılır; çağdaş Batı iş dünyasınıda, “verimlilik”kaygısıyla bu ilişki her ne kadar esnetilmeye çalışılmış olsa da son tahlilde bu uygulamaya şirketlerin kârı hesap edilerek izin verilmiştir. Geleneksel toplumlara özgü katılıktaki hiyerarşiyse , feodal bağların çözülemediği ama kapitalizmin cep telefonuyla, internetiyle girmiş olduğu bölgelerde kişiyi , ecdadından gördüğünü uygulama eğilimine sokmuştur. Topluluklar halinde yaşayan bu kesim, belli olaylar karşısında benzer tepkileri gösterirler. Ülkemizi yasa boğan ama kamu oyunun sahip çıktığı “Narin Olayı”nı buna örnek gösterebiliriz. Olayın geçtiği köyde yaşayanlar, kendilerini yurttaş olarak algılamadıkları, bu yüzden de devletin denetimi ve koruması altında hissedemedikleri için olsa gerek, köyde yetkeyi- hiyerarşide üst’ü- temsil eden muhtara, adeta bağlılık yemini etmişlerdir. Sorgulanırken, muhtarın tutuklanmasına yol açan, namus gibi toplumsal bir kavramı mesele ederek aynı ifadeleri kullanma konusunda, yeminlerini bozmama iradesi göstermişlerdir. (Muhtarın arkasının güçlü olduğu iddiaları da konuşuluyor.)

Kentleşmiş kişiyse bu olayı muhtemelen yasal yolla halletmeyi deneyecekti.

Birey olamamış kişilerin “dayanışması”, yanlış kaynamış kemiği getirmiyor mu akla? Bağımlılık ilişkisinden kurtulmanın yoluysa bireyselleşmeden geçer. Sınıfsal sömürü, egemen sınıfları abat ederken toplumun tümünü, “her koyun kendi bacağından asılır” safsatasıyla efsunlayarak , medya gücüyle “vahşi” bir bireyciliğe özendirdi. Filmdeki genç Vanya gibi, birey “insanlıktan çıkmış”sa onda topluma karşı sorumluluk da, ahlak ve etik de aranamaz.

İnsanı birey yapan sorumluluklarıdır. Çocuklukta başlayan bireyselleşme sürecinde aileye ve devlete büyük görevler düşer. Küreselleşme, tüm çocukları kapsayan bir çocuk politikasının gerçekleşmesini engellemiştir, çünkü çocuk emeğini kullanır. Küresel medya, çocuk istismarı, kurban çocuklar gibi sansasyonel haberleri öne çıkararak gerçekleri ört bas etmeye çalışmaktadır. 54 maddelik Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan devletlerin, değil çocuk haklarını koruyup geliştirmek, sözleşmeyi uygulamadıkları da ortadadır: Artan çocuk istismarı, çocuk pornosu; beslenme,barınma, sağlık, eğitim v.b. haklarından yoksun bırakılmış çocuklar, tırmanan çocuk işçiliği; pusuda bekleyen yasaklı madde, fuhuş çeteleri, önlenemeyen çocuk cinayetleri. Gözden kaçırılan noktaysa, çocuğun bireyselleşme süreci, yetişkinlik döneminde etkili olmaktadır. Suç oranlarının artışında kötü geçmiş bir çocukluğun da payı vardır. Peki bizim ülkemizde çocuklar birey olarak kabul ediliyor mu? Çocuğun düşüncelerini özgürce ifade etmesi toplumumuzda hoş karşılanıyor mu? Kendimize bu soruları sormak anlamlıdır. Eğitim sistemimizde, “kulluk kültürü”nün canlandırılması girişimlerine karşı durmak istiyorsak, önce kendimize bu soruları sormamız gerekir. Soruların arkası gelecektir. Küreselleşmenin ; din, etnisite, cinsiyet v.b. etmenleri öne çıkaran ve cemaat, tarikat , diğer bölücü , cinsiyetçi yapıların güçlenmesine yol açan politikalarıyla yüzleşmemiz gerekiyor çünkü. (Yazı sürecek)

DİPNOT

1) Bu tür filmler, izleyicide farkındalık yaratmak şöyle dursun, teknik olanakları kullanarak hızlı çekimle, upuzun pornografik ve şiddet sahneleriyle izleyiciyi bu türe bağımlı kılmayı hedefliyor. Finalde Anora adlı seks işçisi kızın, insanlıktan çıkmış olduğunun farkına varması, “insanlığı” gözyaşları içinde oligarkın korumalarından birinde bulmuş olması da filmin Cannes Film Festivali’nde ödül almasına yetiyor! El çabukluğu marifet ; kızcağız, kaşla göz arasında insanlığını nasıl hatırladı!

2) Yönetmenliğini Joe Berlinger’in yaptığı, 2024 ABD yapımı Hitler ve Nazizm: Kötülük Yargılanıyor adlı altı bölümlük belgeselden: Naziler, köle işçi kullanımından çok yararlanmışlardır. 12 milyondan fazla kişiyi köleleştirmişlerdir. Mercedes – Benz, Bosch, Hugo Boss, Volkswagen dahil bir çok Alman firması bundan yararlanmıştır.