Tülin Tankut yazdı: Seçmenin solun desteğine ihtiyacı var

"Kuşkusuz, toplumcu yerel yönetim anlayışının hayata geçirilmesi , yerel yönetimler için bir referans noktasıdır. Sağın ağırlığını duyurduğu seçimlerde solun adaylarının seçimi kazananlar arasında yer alması önemlidir. Ancak sol, seçimleri de çalışmalarının bir parçası olarak görüyor. Hedefini, kökten bir değişim olarak belirlediğinden bugünden geleceği de düşünüyor."

Geçim sıkıntısı en önemli sorunumuz haline geldi. Üstüne üstlük haksız kazanç sağlama peşindeki fırsatçılar, denetimsizlikten bildiklerini okuyorlar. Firmalar ya ürünün fiyatını artırıyor ya da gramajını düşürüyor. Ülkeyi yönetenlerse ekonomiyi düze çıkaracak politikalar üretemiyorlar. Emek örgütlerinin insanca yaşam talepleri karşılanmıyor. İstanbul’da bazı bölgelerde ekmek satışları bile düşmeye başlamış. (Sonunda bu da oldu.)

Emekçi halk sınıfları ne yapsın? Canını dişine takarak vergisini ödüyor. Vergi adaleti olsa bu denli çile çekilir miydi? Seçim kampanyalarıysa bir âlem ! Bazı adayların, yaşamın somut gerçeklerinden kopuk, içi boş, ham hayal ürünü vaatleri, inandırıcı olmadığı gibi çoğu kez öfkemizi taşırabiliyor. Örneğin, deprem bölgesinden bir vatandaş yana yakıla okullardaki temizlik ve hijyen sorunlarının tehlikesine dikkat çekerken adaydan gelen yanıta bakın: “31 Mart’tan sonra ilgileneceğiz.” Yahu, böylesine yaşamsal bir sorunun beklemeye tahammülü var mıdır?

Aday seçilirken acaba hangi ölçütlere uyuluyor ? Belli mi? Rant uğruna plansız programsız çalışan, çevre sorunları yaratan, tarihi ve kültürel değerlerin korunmasına özen göstermeyen, halkın fikrini sormadan yanlış kararlar alan, kamu hizmetlerinin her bölgeye eşit bir biçimde götürülmesini gerçekleştiremeyen , kısacası çağdaş yerel yönetim anlayışından bihaber belediyelerden belli olmuyor mu durumun vahameti? Partiler arası transferler de, “Ne ölçütü “ dedirtiyor insana. Küskün aday için parti değiştirmek zor olmuyor. Ama asıl düşündürücü olan adayların halkla buluştuklarında, onca vaadi sıralarken anayasal düzeni koruma ilkesi konusunda sessiz kalmaları. Oysa dur durak bilmeyen laiklik karşıtı söylem ve eylemlere, hukuka meydan okumalara iktidarıyla , muhalefetiyle, siyasetçiler tarafından daha önce hiç olmadığı kadar ödün veriliyor. Acaba sahip çıkılan hilafet rejimi, anayasal düzenin çözemediği hangi sorunu çözecekmiş? (1) Siyasal iktidarın başarısızlığı üzerinden hayal kuranlar da , ‘yok aslında birbirimizden farkımız, hepimiz’ iktidarla aynı kafadayız, diyerek yola devam etmek, hayallerini gerçekleştirmek için anayasayı da değiştirmek isteyeceklerdir.

Seçimden sonra ne olacak? Hayat pahalılığının önüne geçilebilecek mi? Zam yağmuru haberlerini daha şimdiden yetkili kişilerden duyuyoruz. ( Elektrik, doğal gaz ön sırada) Halka hizmet götürmek isteyen belediyelerin önü kesilmeyecek mi ? Emeğiyle geçinenlerin ne çalışırken ne de emeklilikte sermaye sınıfının çıkarlarını savunan iktidarlardan rahat bir yaşam beklentisi olabilir mi? Yanılgıya düşüp de oylarımızı kısa vadeli çıkarlarımız uğruna feda edersek sonra acısını çeken yine biz oluyoruz. Her duyduğuna inanmamak; yalnızca sermaye sınıfının borazancılığını yapan haber kaynaklarından – gazete, TV, sosyal medya v.d. – uzak durmak zorundayız. En iyi eğitimi almış, birikimli, donanımlı, güzel konuşan, ikna kabiliyeti olan kişi bile çıkarları söz konusu olduğunda öyle bir manipülasyon ustası kesilebiliyor ki. Bizimse gerçekleri duymaya ihtiyacımız var.

Sol kaynaklar başta olmak üzere bağımsız bilim insanı, haberci, hukukçu, eğitimci, sağlıkçı v.d. uzmanlar, bize buz dağının “ardındakilerini” işaret ederek sorunlarımızın altında ezilmemizin yaşama bakış açımızla ilgili olduğu konusunda uyaran işlevi görüyorlar. Sözgelimi herkes ülkemizin dış politikada üçlü olmasını istiyor. Çözüm için farklı görüşler ortaya atılıyor. Peki sol ne diyor? Sağlık ve eğitimin kamulaştırılması için neden ısrar ediyor? Bu iki sorunun üstesinden gelmiş olan bir ülkeyi hiçbir dış güç kolayına alt edemez çünkü. Keza, sosyal konut, toplu taşıma , madencilik v.b. her alanda kamu yararı gözetilmiş olsa, bugün dünyaya örnek olabilirdik. ( Nitekim Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan sonra kazanımlarıyla İran, Pakistan gibi Müslüman ülkelere ilham kaynağı olmuştur.)

Ekonomik ve siyasal çıkarlarını önceleyen partilerden farklı olarak sol parti ve oluşumlar için ilkelerini korumak esastır. Solun paylaştığı ilkelerin başında laiklik gelir. Diğer partiler, seçime odaklı propaganda yapmakla yetinirken yalnızca sol, yapısal sorunların çözümü için seçmenin önüne alternatif projelerini koyuyor. Kullandığı somut, etkin muhalefet yöntemleriyle, seçmenin güvenini her geçen gün biraz daha fazla kazanıyor. Demokratik güçlerle işbirliğini geliştiriyor. İşçi, genç işçi, emekçi, öğrenci, kadın, yurtsever, Cumhuriyetçi, muhalif güçlerin yanında yer alan basın emekçisi, akademisyen v.b. kesimler, destekleriyle solun halka dönük çalışmalarını görünür kılıyorlar. Solun seçim bildirileri, sahip olduğu bilgi, birikim ve deneyime dayanarak , yerel yönetimlerin kamucu bir yaklaşımla yönetilmesini sağlayacak durumda olduğunu gösteriyor. Sömürüye ve ayrımcılığa karşı olan sol, hizmette eşitliğin de toplumcu yerel yönetim / belediyecilik anlayışına özgü olduğunu ortaya koyuyor. Adaylarını, bir adayda aranan özelliklerin yanı sıra , seçim sonrasında emekçi halkın karşılaşabileceği sorunlar karşısında direnebilecek kişilerden seçiyor.

Kuşkusuz, toplumcu yerel yönetim anlayışının hayata geçirilmesi , yerel yönetimler için bir referans noktasıdır. Sağın ağırlığını duyurduğu seçimlerde solun adaylarının seçimi kazananlar arasında yer alması önemlidir. Ancak sol, seçimleri de çalışmalarının bir parçası olarak görüyor. Hedefini, kökten bir değişim olarak belirlediğinden bugünden geleceği de düşünüyor. ( İklim krizi, çevre, yapay zeka v.d.) Bu yüzden emperyalistlerin oyunlarını bozacak yegâne güç, soldur. (Emperyalizm çirkin yüzünü bu kez Erzincan’ın İliç ilçesindeki maden faciasında gösterdi, geride can kayıpları ve büyük çevre sorunları bırakarak.)

Özetle sol, dünyanın ve ülkemizin içinden geçmekte olduğu zorlu süreçte, sorumluluk bilinciyle hareket ediyor. Araştırmalara göre ülkemiz, yüzde altmış beş muhafazakâr / sağcı bir çoğunluğa sahiptir. Çaresizlik içindeki yurttaşlar da doğaldır ki, tek çare olarak dine sarılacaklardır. Halkın inançlarına saygılı ama emperyalistlerin başka ülkelerdeki dinci oluşumları desteklemelerine karşı çıkan sol, iç ve dış siyasi güç odaklarının emekçi halk üzerinde dini tahakküm kurmalarına karşı mücadelesini sürdürüyor. Öte yandan ekonomik açıdan kendi yağıyla kavrulduğundan haliyle seçmene ulaşmakta zorlanıyor. Ama internetin en verimli şekilde kullanılmasıyla yetinilmiyor, büyük özverilerle yine de seçmenle bir araya gelmenin yolları bulunuyor.

“Görünen köy kılavuz istemez” : Seçmenin solun desteğine ihtiyacı var. ( sürecek)

DİPNOT:

1) Klişe ama bazen işe yarıyor: Bu kişiler 21. yüzyılda yaşamıyorlar mı? En basitinden bir örnek: Ticaret dünyasında İslam Hukuku uygulanabilir mi? Uluslar arası kabul görmüş Pazar tatili, Cuma’ya çevrilebilir mi? Ülkeler arası saat farkından ötürü çalışanlarımız gece – gündüz işlerinin başında bulunmak zorunda kalmıyorlar mı?