Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli: Bir an önce yanlıştan dönülmeli
Etkili bir mücadele ancak halkın geniş katılımıyla gerçekleşebilir. Eğitim sisteminin sorunları, sistem mağduru gençleri, onların velilerini, öğretmenleri, diplomalı işsizleri ve diğer mağdurları bugün hak mücadelesi için her zamankinden daha kararlı olmaya zorluyor. Halka güvenmekten başka çare yok. Bu tarihsel fırsatı kaçırmamalıyız.
Tülin Tankut
Piyasacılık ve İslâmcılık kıskacındaki eğitim sistemimize şimdi de reform adı altında, her yönüyle bir sorunlar yumağı olan, 2024 – 2025 yıllarında yürürlüğe girmesi hedeflenen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” projesi eklenecekmiş gibi görünüyor. Neyse ki durumun ciddiyeti karşısında bir grup uzman harekete geçerek kamuoyunu bilgilendirmek, aynı zamanda da uyarmak için modelin taslağı üzerine hazırladıkları “Uzmanlar Bildirgesi”ni internette yayınladılar. Pedagojik bilgileri içeren bildirgede, yeni müfredatta yer alması düşünülen dini eğitimin özellikle ana okulu (4-6 yaş) ve ilkokul çocukları için sakıncaları, nedenleriyle birlikte açıklanıyor. Demek ki çocuk zihnine erken yaşta yapılacak müdahale, bir çok sakıncanın yanı sıra ileride çocuğun özgürleşme iradesi zayıflarken bağımlılaşma eğiliminin artması gibi olumsuz bir sonuç da doğurabilecektir. Ataerkil aile yapımızsa çocuğun zihinsel özgürlük ve düşünebilme yetisi kazanması için gereken ortamı sağlamaktan uzaktır. (Dayak hâlâ eğitim aracı olarak kullanılabilmektedir.) Demokrasi kültürünün aile içinde gelişememesinin, toplumun demokratikleşmesini de zorlaştıracağı açıktır. (3-5 yaş grubuna dini eğitim veren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın acaba Uzmanlar Bildirgesi’nden haberi var mı? Arama motorları ortaya çıkınca ezberci eğitim önemini yitirmedi mi? Öyleyse bu ısrarın amacı ne ola ki?)
İçine doğduğumuz kültürü kuşkusuz kendimiz seçemiyoruz. Dini öğretiyle birlikte alıyoruz bu kültürü. Ancak, 12 Eylül askeri darbesi, okul eğitimine de el atarak dinin gölgesi altında sürdürülmesine ortam hazırladı. Kırk küsur yıldır da çocuğun sosyalleşmesi , sosyo-ekonomik koşulların ve kırsal- kent farklılığına karşın aşağı yukarı bu minvalde gerçekleşiyor. Kırsal kesimdeyse toplumun dinselleşmeye daha yatkın oluşu işleri kolaylaştırıyor. Oysa Medeni Yasa 1926 yılında yürürlüğe girdi; sonralar üzerinde çok sayıda düzeltme yapıldı; ama hukuk dışına çıkan uygulamalar yüzünden kız çocuklarının okula gönderilmemesi , çocuk evliliği, imam nikahı, kaçak Kur’an kursları v.b. olayların önüne hâlâ geçilemiyor. Kız çocuklarınınsa dini referanslara dayanan gelenekler yüzünden yaşamları kabûsa dönüşüyor.
Eğer yeni model yürürlüğe girerse olacaklar bellidir: Küresel kapitalizmin emeği ucuzlatma politikaları sürerken, emeğiyle geçinen milyonların çocuklarını bekleyen “istikbâl”, tarım ve sanayide ucuz emek olarak istihdam edilmektir. Bu yüzden halkın taslak hakkında ne düşündüğü çok önemlidir. Uzmanların taslağı pedagojik açıdan değerlendirmelerinin yanı sıra eğitim sistemindeki dini ve piyasacı ideolojik dayatmalara karşı, sorun sosyolojik açıdan da incelenmeyi gerektirir. Toplumdaki genel görüş , ülkede geleneksel ve modern olmak üzere iki farklı toplum modelinin bir arada yaşadığı ve bu nedenle toplumsal bağların zayıfladığı yönündedir. Örneğin bazı grupların İslâmi iletileri, söylem ve toplu gövde gösterileriyle, eylemleriyle korkuya neden olabilecek tarzda dillendirilmesi, halkın çeşitli kesimlerinde kaygıya yol açabilmektedir. Denilebilir ki, bu yersiz bir kaygıdır ; din ve bilimin alanları ayrıdır, herkes dinini yaşamakta serbesttir; ama bilimsel gelişmelerle doğaüstü anlatıların gücü kırılırken bunun yansımaları vahye dayalı dinlerde de görülüyor. Sosyologlara göre, artık Hıristiyanlık, adeta pazar ayinine indirgenmiştir. Ama esneklik İslâm dini için geçerli değildir. İslâm dini gündelik yaşamı düzenler; yiyip içmekten, kılık kıyafete, ibadete, yaşamın her alanına karışma hakkına sahiptir. Her ülkede farklı biçimde uygulanır. Humeyni rejimiyle birlikte (1980)İran’da toplumsal yaşam tüm alanlarıyla Şii mezhebinin ideolojisine göre düzenlenerek kısıtlanmıştır. Bütün güç rejimin elindedir. Afganistan’daki Taliban rejimi, toplumu kendi istediği tarzda yaşamaya zorlarken karşıt görüşlüleri cezalandırır. Kapitalizme ayak uyduramamış din devletlerinden ileri kapitalist ülkelere yapılan göçte dini inançları kullanarak toplumu baskı altında tutan rejimlerin de pay olsa gerek.
Öte yandan neoliberalizm, dünya genelinde muhafazakâr kesimleri de dönüştürüyor. Teknoloji yaşamı değiştirdi. Tüketim kültürü yaygınlaştı. ( Oruç, kolayla açılıyor.) Özel yaşam alanları arttı. Spor ve güzellik merkezleri, kafeler v.b. İslâmi kurallarda gevşeme oldu. Bankacılık başlayınca ticaret erbabı faizi kullanmak zorunda kaldı. (Faiz yok edilemiyor) Kadın iş yaşamına atıldı. Evlilik yaşı yükseldi, çocuk sayısı azaldı. Giyim kuşamda, ev dekorasyonunda İslami moda oluştu. Muhafazakârlar, düğünde dans etmek, doğum günü kutlamak, tatile çıkmak gibi modern alışkanlıkları benimsediler. Sosyal medya kullanımı algıları değiştirmeye başladı. Yeni kuşağın sosyalleşmesi aile ve okuldan çok farklı ortamlarda gerçekleşiyor , gençler modern yaşama karışmaktan hoşlanıyorlar. Dayatmalara karşı kayıtsız kalıyorlar. Ülkenin nüfusunun yüzde 92’si bugün kentlerde yaşıyor. Kentleşme, kente göçle toplumu değiştirirken toplum da göç edenleri değiştiriyor. Ancak zihinsel dönüşüm yavaş ilerliyor. Doğuştan edindiğimiz T.C. yurttaşı kimliğimizle haklarımızın peşine düşmekte duraksayabiliyoruz. Bu haklar nasıl elde edilmiş? Sermaye sınıfı tarafından lütfedilmemiş, emekçi sınıfların mücadeleleriyle kazanılmış. Eğitimdeki bazı reformist hareketler halk çocuklarının yararı gözetilmeksizin gündeme getiriliyorsa, bize düşen gerçekçi olmak ve laik, bilimsel, karma, parasız eğitim için mücadele vermektir. Ancak içinde yaşadığımız toplum buna olanak tanıyor mu? “Komünizmle mücadele”nin dernekleştiğini, ( 141, 142 bile 163. madde düşünülerek kaldırılmadı mı?) düşünce ve ifade özgürlüğünün toplumda karşılığını bulamadığını, laikliğin sulandırılmaya çalışıldığını (“ laikçi”, katı laiklik, özgürlükçü laiklik, “laiklik dinsizlik” bile dendi.) 12 Eylül askeri darbesinden itibaren sola yapılan baskıların artması yüzünden Marksist kültürün korunmasının zorlaştığını gözden kaçırmamalıyız. Bütün olumsuzluklara karşın toplumun çoğunluğu yine de laik düzenden yanadır.
Ancak güncel siyasetin giderek at izinin it izine karıştığı ortamında bize düşen olayları yakından ve emekçi halkın çıkarlarını gözeten sol kaynaklardan izleme alışkanlığını geliştirmektir. Muhafazakâr kesimin kapitalist sistemden hoşnut olmayan ve son yıllarda solun Marksist kültürü canlandıran ufuk açıcı etkinliklerinden yararlanan kesimi de gerçekleri görüyor, özellikle de gençler . Gözden düşürülmeye çalışan Köy Enstitüsü, Sovyetler Birliği, Küba v.b eğitim deneyimlerini sol sayesinde öğreniyorlar. Toplumsal sorunların gerçek İslam’dan kopulduğu için çözülemediğini savlayan medya ünlüsü ilahiyatçıları kuşkuyla dinliyorlar. Bunlardan biri, televizyondaki programında , annesine babasına bakmayan bir evlâdın öbür dünyada bunun hesabını vereceğini söylüyor. Çağdaş bir ilahiyatçıdan beklenense, somut bir toplumsal sorunla ilgili olarak yalnızca dini yorumla yetinmemesi; cemaate çözüm yolu olarak, laik düzende insan hakları anayasayla güvence altına alınmıştır, diye de açıklama yapabilmesidir. Artık gençler, gerçek dindarları ve halkın dini duygularını siyasete alet ederek kişisel çıkarları için gerçeklerin üstünü örtmeyi amaç edinmiş olan sözde dindarları ayırt etmeyi biliyor.
Wİ-Fİ gençliği deniyor yeni kuşağa. Teknolojinin yardımıyla dünyayı tanımaya çalışıyorlar. Baskıdan sıkılıyorlar, “şekillendirme”lere gelemiyorlar. Acaba eğitimdeki reformları olumluyorlar mı? Ülke gündeminden hiç düşmeyen eğitim sorunları çözüm beklerken öncelik neden “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ne veriliyor? Peki veliler beğeniyor mu bu modeli ? En başta da onları ilgilendiriyor eğitim sorunları. Mağduriyet yaşayanlar onların çocukları. Atanamayan öğretmen sayısı 1 milyonu buluyor. Sayıları giderek artan çocuk işçiler Allah’a emanet! (İş kazaları bitmiyor) Mesleki eğitim (MESEM) kapsamında “staj yapan” çocuklar ! Öğrencilerin “yetersiz beslenme” sorunu. Üniversiteli gençler tarikat, cemaat yurtlarına muhtaç ediliyorlar. Akademi çevreleri sorunsuz mu? Rektör seçimleri şaibeli deniyor .Liyakate göre mi yapılıyor seçimler? “Bizden olsun “ zihniyetinin girmediği alan kalmamış. Kısacası var olan eğitim sistemi sorundan geçilmiyor. Peki, Kamuda Tasarruf Paketi’nin eğitime bir yararı olacağını umabilir miyiz? Soruyu sınıfsal düzlemde yanıtlayacak olan, uzmanlardır. Halk olarak biz ülke çapında bir eğitim seferliğinin yapılacağını umabilir miyiz? “Tasavvur” etmesi bile güç, kanımca.
Sonuç olarak, eğitim sorunları tüm veçheleriyle kalıcılaşma yönünde kartopu gibi büyüyor. Halk bilgilendikçe var olan görüşünü değiştiriyor. Etkili bir mücadele ancak halkın geniş katılımıyla gerçekleşebilir. Eğitim sisteminin sorunları, sistem mağduru gençleri, onların velilerini, öğretmenleri, diplomalı işsizleri ve diğer mağdurları bugün hak mücadelesi için her zamankinden daha kararlı olmaya zorluyor. Halka güvenmekten başka çare yok. Bu tarihsel fırsatı kaçırmamalıyız.