Türkiye'de sendikal hareket ve işçi sınıfı

Sanayi Devrimi’nin ardından 1800’lü yıllarda ortaya çıkan sendikalar, işçilerin ödediği çok büyük bedellerle kuruldu. Birçok hak da bu sayede kazanıl- dı. Ancak aracın haklı ve tarihsel olması, tek bir yöntem üzerinden örgütlenmesini doğru kılmaz!

Türkiye'de sendikal hareket ve işçi sınıfı

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yayınladığı “İşkollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2024 Temmuz Ayı İstatistikleri”ne göre sendikalaşma oranı azaldı. Ocak 2024 verilerine göre yüzde 15,22 olan sendikalaşma oranı, temmuz ayında 14,8’e geriledi. Sendikaların etkisiz olması bir yana, sayısal verilerdeki erime de ayrı bir problem.

Sendikal örgütsüzlük elbette salt veriler üzerinden açıklanamaz. Sendika üyeliklerinin hem genel hem de özel/stratejik sektörlerdeki yoğunluğunun AKP ve sermaye yanlısı sendikalarda öbeklendiği de bir diğer gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. İnşaat, metal, madencilik, hizmet gibi sektörler bu bağlamda görülebilir. Özellikle bir bütünlük taşıyan bu işkollarındaki örgütlenmenin önemi, parçalı ve dağınık olmayan sektörel özellik taşımasıdır. İşçilerin hem bölgesel hem sektörel düzeyde yürüttüğü sendikal mücadele ile ülke sathında sermayeye korku salan, iktidarı sıkıştıran verili durumlar yaratmıştır. Tekel işçilerinin toplu iş bırakma eylemleri, otomotiv sektöründeki “metal fırtına” olarak bilinen iş bırakma eylemleri bunun en iyi örnekleri olarak görülebilir. Metal fırtına sürecinde üstelik işçilerin bir kısmı Türk Metal İş sendikasından istifa etti. Bazı kesimleri ise DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’na üye oldu.

Ticaret, büro, eğitim, gıda ve hizmet iş kollarındaki parçalı, küçültülmüş ve dağınık iş yerlerindeki büyük bir gövde oluşturan işçiler sendikal örgütlülüğün dışında kalmaktadır. Bir yanıyla geleneksel sendikalar bu alanların göreli zorlukları nedeniyle bu iş yeri örgütlenmelerini tercih etmemektedirler. Hatta buna bir tepki olarak yeni sendikalar ortaya çıkmaktadır.

Sendikalaşmanın sayısal oranların yanı sıra güçlenmesi aslında bir gereklilik. Ekonomik krizin emekçilerin üstüne çöktüğü, vergi politikalarının emekçilere dayatıldığı günümüzde sendikaların güçsüzleşmesi işçiler açısından kabul edilebilir değildir; hatta çelişkidir. Bu noktada iş yerlerinde yasal hakları olmasına rağmen patronlar tarafından sendika üyeliklerine çok sert tepkiler verilmekte, işçiler tekil veya topluca işten atılmaktadır. Sendikalar yasalara rağmen tanınmamaktadır, üstelik işten atmalara karşı açılan davalar yıllarca sürmektedir. Yani sendika düşmanlığı çok önemli bir etken olarak yürürlüktedir.

Siyasal İslamcılığın güçlendiği ülkemizde İslamcı patronların da palazlandığı bilinmektedir. MÜSİAD üzerinden örgütlenen bu sermaye grupları siyasal olarak işçi sınıfı örgütlenmesine, sendikal hareketlere kapıyı iyice kapatmaktadır.
Siyasal alan ve sendikal mücadele birbiriyle kesişim içerisindedir ve dolayısıyla sendikalara politik olarak bakılmalıdır!

ÇÖZÜMÜ VAR MI?

En çok sorulan ve en meşru soru, sendikal hareketin bu geri haliyle sınıf mücadelesine bir yol açıp açmayacağı sorusudur. Ancak bu sorunun kestirme bir cevabı da sendikaların, işçilerin tarihsel bir örgütlenme aracı olduğu ve çok önemli bir araç olduğudur. Sanayi Devrimi’nin ardından 1800’lü yıllarda ortaya çıkan sendikalar, işçilerin ödediği çok büyük bedellerle kuruldu. Birçok hak da bu sayede kazanıldı. Ancak aracın haklı ve tarihsel olması, tek bir yöntem üzerinden örgütlenmesini doğru kılmaz!

Sendikalar bugünkü verili işçi sınıfı bölmesini kapsayamamış durumdadır. Nesnel olarak da kapsamasının önünde yukarıda bahsettiğimiz engeller bulunmaktadır. O halde klasik örgütlenmelerin dışında yeni işçi örgütlenme modellerine ihtiyaç duyulmaktadır. Örgütlenme temel kıstas olacağı için iş yerlerine yönelik perspektifler ortaya konmalıdır. Ama sendikaları aşan modele ihtiyaç vardır.
Daha örgütlü ve kapsayıcı bir örgütlemeye… Yasal statüler ise düşünülmelidir. AKP döneminde işsizlik, yoksulluk ve açlık en yaşanılır seviyededir. Sendikalar ise üye kaybetmektedir. Gerçek durum her ne kadar böyle gelişse de sendikal hatta direnen Polonez işçileri bu âtıl ve geri durumu ters yüz etmektedir. Bu mücadele örnekleri çoğaltılarak yeni bir örgütlenme modeli de mutlaka kurulacaktır!

*Bu yazı Yurtsever gazetesinin 11. sayısından alınmıştır.