Üçüncü yol değil, tek yol...
Ya birbiriyle gericilik yarıştıranlar, tarihi eğip bükmeye kalkanlar? Dünün anlı şanlı "muhalifleri" bu kesimi haklı çıkarma yarışına girmediler mi? Halkın gösterdiği direnci "siz yanlış biliyorsunuz, başkalarının oyununa geliyorsunuz" şeklinde özetlemeye çalışmıyorlar mı?
Son yıllarda siyasetin ana eksenini oluşturan seçimler maratonunun sonuncusu olan yerel seçimlere yaklaşıyoruz. Genel seçimlerin gölgesinin hissedildiği yerel seçimlerin öncesinde düzen siyasetinin artık klasikleşmiş pazarlıkları belirli bir bıkkınlık yaratmış durumda. Bu bıkkınlığın vermiş olduğu genel duygu “bitse de kurtulsak” olarak özetlenebilir.
“Ahalinin” bu duygu içerisinde karşıladığı yerel seçimler öncesinde ise düzen siyasetindeki parçalanmışlık görüntüsü iyice ayyuka çıkmış durumda. Cumhur ittifakının kenarında köşesinde duran unsurların saldırgan bir pozisyon üstlendiği, adeta “AKP’nin söylemediklerini söyleme korosuna” dönüştükleri bir momentte, iktidarın tek çaresi bu parçalanmışlık görüntüsünü perçinleyecek adımlar atmak.
Bu adımlarını sıklaştıran iktidar partisi, kurduğu düzenin asla yıkılmayacağına dair bir inancı da yaymak için sıkı adımlar atıyor. 90’lar koalisyonunu andıran görüntüsüyle Cumhur İttifakı, her türden gericiliği arkasına almış görünüyor. En son yapılan “Filistin gündemli” yürüyüşte “Hilafet” çağrılarının atılması, gericiliğin kat ettiği mesafeyi göstermesi açısından öğreticidir.
AKP’nin temel stratejisi, kendi zayıflıklarının üstünü örterken, karşı tarafın bozulmasını, moral olarak dağılmasını önceleyen bir içeriğe dayanmaktadır. Her türden gericiliği kendi kanatları altına alan iktidarın karşına bir direnç unsuru çıkana değin aynı strateji ile devam edeceği açık.
İktidarın temel stratejisi bu doğrultu üzerine kurulurken, düzen muhalefetindeki taşların yerinden oynaması da başka tartışmaları açtı. İYİ Parti’nin seçimlere “hür ve müstakil” girme kararı ile birlikte siyasette “üçüncü kutup” tartışmaları aldı yürüdü. Aslında bu “üçüncü kutup” tartışmaları yeni değil. Kürt Hareketi’nin kimi zaman taktik açıdan “üçüncü yol” tartışmaları yürütüyor. Ancak bu “üçüncü yolcu” taktiğin çoğu zaman bir “pazarlık unsuru” olmaktan öteye geçmediği biliniyor. 2010 referandumunda alınan “boykot” kararını “üçüncü yol” ile açıklandığı hatırlanabilir. Gene aynı şekilde 2019 seçimleri öncesinde İmralı’nın çağrısını yaptığı “üçüncü yol” çağrısı da benzer bir pazarlık kozunun sahneye sürülmesinden ibaretti.
“Üçüncü yol” çağrıları kimi zaman sosyalist hareketin de kendi hattını kurgulamak için kullandığı bir unsur olabiliyor. Düzen siyasetinin, sermaye sınıfının farklı kanatlarına yapılan vurgu, “bağımsız” bir gücün oluşması için kullanıldığında anlamlı sonuçlar verme potansiyelini taşıyor. Ancak çoğu zaman sosyalist hareketin farklı zamanlarda yaptığı üçüncü yol çağrılarının daha çok “ne o ne bu” diyebileceğimiz “siyaseten eşit mesafe” kurgusundan ibaret olduğunu hatırlatmak gerekir. 90’lı yıllarda ÖDP’nin “Ne Şeriat ne Darbe” diye hatırlanacak sloganı ya da 2000’lerin sonunda Ergenekon sürecinde liberal solun “yesinler birbirini” söylemi bu duruma iyi bir örnektir.
Bugünler de ortaya atılan üçüncü yol çağrılarının ise yukarıda bahsedilenlerden “pazarlık unsuruna” daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Üçüncü yol çağrısını İYİ Parti pazarlık unsuru olarak kullanmaktadır. Türkiye’de siyasete damga vuran ilkeler ve programlar değil, hepsi aynı olanların pazarlıklarıdır.
Peki siyaseten böyle bir üçüncü yol söz konusu mudur?
Hem programatik, hem de siyasal açıdan bir üçüncü yol söz konusu değil. Siyaseti pazarlığa ve taktiklere indirgeyen bir anlayışın sonucu olarak ortaya atılan bu söylem, gerçeği değiştirmiyor. Türkiye’de emekçi sınıfın 2024’ü karşılarken yaşadığı temsiliyet sorunu baki kalırken, düzen siyasetinin aktörleri sermayenin çıkarları için rahatlıkla taraf değiştirebiliyor.
Taraf değiştirme İyi Parti özelinde milletvekillerinin satın alınması olarak görülürken, emekçi halkın en temel sorunlarının tartışılmasında ne iktidar, ne de muhalefet birbirinden ayrı düşünmüyor. Bugün önerilen üçüncü yol; NATO konusunda, AB ile ilişkiler noktasında, emekçilerin hak ve özgürlükleri başlığında, gericiliğin gemi azıya alması konusunda, AKP ile aynı düşünmektedir. Dahası bugün gericiliğin estirdiği rüzgarda düzen muhalefetinde yeni bir soluk olma iddiasında olanların “dut yemiş bülbüle” döndüğü, kendi tabanın tepkilerini bile göğüslemekte zorlandığını görmek gerekiyor.
Anlaşılan söylemle eylemin örtüşme şansı bulunmuyor.
Fazla mı kestirmeci geldi?
Siyaset bu kestirmeyi önümüze getirmektedir. Düzen siyasetinin farklı kanatları gidilecek yolun, sermayenin sömürüsünün, rotalarını ayrı çizse de, varacağı yeri aynı olarak belirlemiştir.
Bu düzende emekçi halka, gençlere, kadınlara yer yoktur.
Düzen siyasetinin aktörlerinin bu kesimlere söz söyleme niyeti de yoktur ama oyalamak için bolca “taktiği” ve söylemi vardır.
Esas mesele bu oyalanmaya daha ne kadar devam edeceğimiz meselesidir.
Şapkamızı önümüze koyup, emekçi halkın alternatifini ortaya çıkarmak zorundayız. Bu da bizi basit bir kestirmeye götürmektedir; ya emekçilerden yana bir siyasetin güçlenmesi ya da karşımızdaki barbarlığın gemi azıya alması…
Ülkemizdeki son tartışmalar bu durumu daha da berraklaştıran bir rol oynamıyor mu? Asgari ücret tartışmalarını hatırlayalım. Patronuyla, sarı sendikasıyla, tarikatları ve devletiyle sermaye düzeni hiç olmadığı kadar yekpare hale gelmiştir.
Ya birbiriyle gericilik yarıştıranlar, tarihi eğip bükmeye kalkanlar? Dünün anlı şanlı “muhalifleri” bu kesimi haklı çıkarma yarışına girmediler mi? Halkın gösterdiği direnci “siz yanlış biliyorsunuz, başkalarının oyununa geliyorsunuz” şeklinde özetlemeye çalışmıyorlar mı?
Taraflar böylesine netleşmişken daha fazla ayrıntıya boğulmaya gerek yok. ancak oyun oynamaya, kendi küçük çevremizdeki tartışmaların içinde boğulmaya, siyaseti arka kapı pazarlıklarına bırakmaya da hiç niyetimiz yok.
O yüzden söylemimiz de durumuş da bellidir: üçüncü yol değil, tek yol vardır; o da emekçilerin iktidarı!
Bu yoldan bir milim şaşmadan, 2024’ü bu yolun kısalması için kullanacağız.