Yeni bir döneme başlarken: Geride kalanlar, karşımıza çıkacaklar
15-16.yüzyılda "ütopistlerin" başlattığı, 17-18. yüzyılda "ideologların" devam ettirdiği bu arayış aslında 19. ve 20.yüzyıldaki modern siyasi yaşantıyı şekillendirmiştir. Bugünün siyasal yaşamı ise "kolektif" içerikten yoksun, geçici ve tarihle ilişkisi sakattır. Buradan çıkan "kara ütopyaların" insanlığı esir alması, toplumsal dağılma ve yeniden kuruluştur.
Hem tarihte, hem de siyasette “dönem” tarifi yapmanın ciddi sakıncaları bulunmakta. Kişinin niyetinden bağımsız olarak bir tür aşırı basitleştirmeyi, kurgu ve olguyu birbirine karıştırma ihtimalini doğuruyor. Güncel olaylarda dönemleştirme çabasının, gene güncelin ağırlığını abartarak yanlış çıkarımlara sebebiyet verebiliyor. Özellikle son yıllarda, sosyal medya vb. iletişim araçlarının çoğalması, bilginin yayılma hızının geçmişe göre kıyaslanmayacak düzeylere çıkması, bu tür “güncellik belirlenimli” kurgu üretimini arttırdı.
Ancak esas sorun, bu tür bir kurgu üretiminin ağırlık kazanması, bugünün ayrı bir dönemi tariflediği yanılsaması değil. Yeni bir dönemin açıldığı vaaz edilerek, gerçeğin manipüle edilmesi; dönemselleştirmenin bugünü geçmiş ve gelecekten ayrı bir yere oturtarak tarihsizleştirmesi en büyük sorun. Halbuki her bir dönemselleştirme tarihsel akışın içinde değerlendirilmesi, özelliklerinin buna göre kavranması gerekiyor.
Öyleyse, bugün neden bir dönemselleştirme ihtiyacı duyuyoruz? Karşımızdaki olguların güncel ağırlıklarından fazlasıyla mı etkileniyoruz? Aslında hayır.
Uzunca bir süredir, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde görülen olguların yönünü kazanması, ağırlıklarını oluşturması bekleniyordu. 2000’lere girerken karşılaştığımız neo-liberal, tek kutuplu emperyalist dünya ilişkileri kendi krizlerini üreterek “çok kutupluluğa” gidişin önünü açtı. 21.yüzyıl, kapitalizmin kendi tarihsel limitlerine ulaştığını, ideolojik-siyasal üretiminin tıkandığını gösteren bir dönemi işaret etmiş oldu. Bu tarihsel kriz, bizim yeni bir döneme girdiğimize işaret ediyor. Bu sebeple de bir dönemselleştirme yapmamız gerekmektedir.
Bugünkü dönemselleştirme ihtiyacı, günümüzü daha iyi anlamanın ötesinde gidişatın nereye doğru olduğunu, bu gidişat karşısında ne tür bir pozisyon alınmasını gerektiğini karşılayacaktır. Evet, geçmişle kıyaslandığında belli özelliklerin öne çıktığı, belli özelliklerin ise geriye doğru çekildiği bir dönemden geçiyoruz. Ancak bu dönemselleştirmeyi bir benzetme yapmak gerekirse, Braudel ve Hobswam’ın kendi alanlarında yaptıkları “uzun yüzyıl” tanımlamasından biraz daha farklı yapmak gerekiyor. Uzun 19.yüzyılı takip eden kısa 20.yüzyıl, ardında bir fetret çağını bize armağan etmiştir.
Bunun uzun ya da kısa olacağını zaman gösterecek, ancak şimdiden “fetret çağının” 20.yüzyıldan da hızla aşılacağı anlaşılıyor. Bir fetret döneminin ardından “yıkım” ve “kuruluş” dinamiklerine aynı anda şahitlik ediyoruz. Ardımızda kalan “hazırlık” dönemi ile 21. yüzyılın ilk yarısı kısa fetret dönemi olarak görülmeye şimdiden adaydır.
Öyleyse bu yeni dönemin temel özellikleri nelerdir?
Birincisi; kapitalizmin tarihsel limiti, ideolojik-siyasal tıkanıklığı vs. gibi olgular, tarihsel olarak kapitalizmin alternatiflerini otomatik olarak öne çıkarmıyor. Tersine, çok kutupluluk, ideolojik-siyasal-ekonomik krizler egemen devletler arasındaki çatışmaları körüklemiş durumda. Dahası, bu ülkelerin kendi içindeki egemen sınıflar arasındaki gerilimler de üst üste çakışmış durumdadır.
İkincisi; 21.yüzyılın ikinci on yılında görülen, kapitalizmin krizine karşı kitlesel tepkilerin Dünya coğrafyasında farklı ülkeleri sarstığı dönemin sonunda egemen sınıflar mevzi kaybetmemiştir. Aksine, kendiliğinden hareketlerin sonu gelmemekle birlikte etkisi zayıflamıştır. Kendiliğinden toplumsal patlamaların “dünyanın gidişatını değiştirecek” temel olgular olduğu düşüncesi zayıflamıştır.
Üçüncüsü; toplumları bir arada tutan ortak ideal, amaç ve hedeflerin etkisi geçmişe göre azalmış, tarihle kurulan bağlar zayıflamıştır. Bunun alternatifi olarak beliren ise geçmişin büyük oranda “estetize” edilmiş, akıl dışı bir kurgusunun öne çıkarılmasıdır. Ancak bunun da toplumları ileriye götürecek, “ortak hedeflere” doğrultacak bir yanı bulunmak şöyle dursun, tersine “ölmekte olan bir insanın geçmişteki hatıralarına boğulmasını” andırıyor.
***
Sözünü ettiğimiz ilk sonuçtan savaş ihtimalinin yükseldiği, sermaye iktidarlarının “katılaştığı” iç kırılmaların yaşanacağı bir dönemi göstermektedir. Burada solun genel beklentisi olan “otoriterleşme” olgusu olsa olsa mevcudun yüzeysel bir görünümüdür. Otoriterliğe eşlik edecek dolaysız bir sermaye iktidarı, otoriter bir rejimin ötesinde, “sınıflar üstü” bir görünümde değil, bayağı bir sınıf iktidarı olarak kendini göstermektedir. Teknoloji tekellerinin, aynı silah tekelleri gibi ensemizde boza pişirdiği, iktidarı daha dolaysız bir şekilde isteyecekleri “bir dönem” ile karşı karşıyayız.
Bu bazı yazarların ifade ettiği “tekno-feodalizm” olgusundan daha beter, çünkü gerçek bir “emperyalizm çağı” karşımızdadır. Zaten fazlasıyla yüzeysel olan, “iktidar ilişkileri” düzlemine sıkışmış olan “tekno-feodalizm” bir tür “post-emperyalizm teorisi” olarak karşımıza çıkıyor.
Post-emperyalist çağa özgü, burjuvazinin “aristokrasiye” benzer bir şekilde iktidarı “farklı bir düzeye çıkardığı” bir toplumun bilim kurgu öğeler içerdiği belli. Gerçekten kapitalist toplumun bugünkü aşamada siyasi süreçleri daha fazla manipüle edecek teknolojik, idari ve siyasal araçları bulunuyor. Geçmişe oranla sistem daha az aktör ile iş görme becerisini izleme niyetindedir. Öte yandan, bu olguların tamamı emperyalist sisteme içkin bir şekilde gelişmektedir ve kapitalist toplumun formasyonu “kendi çatlaklarını” büyütmeye devam etmektedir. 21. yüzyılın emperyalizmi bu nedenle çok daha billurlaşmış bir biçimde gözlemlenmektedir. Finans kapital, dünya üzerindeki egemenliğini az sayıdaki aktörün kendi arasındaki gerilimi ile işleri çözme eğilimindedir.
İkinci sonuç ise bize toplumsal mücadelelerin bilinçli bir müdahale olmaksızın “yeniden” yükselemeyeceğini, tutunamayacağını işaret ediyor. 2000’lerin başından itibaren gelişen, 2010’larda kendi biçim ve formlarını yaratan “toplumsal hareketlerin” özgün siyasal gündemler üzerinden sınıflar mücadelesine şekil vermesinin sınırları deneyimlenmiştir. Bir tür yarı anarşizan/liberter toplum tahayyüllerinin kendiliğinden ortaya çıkan gündemlerin içinde, “kendi kültürel formlarını/toplumsal ilişkilerini” kurgulayarak gelişeceği düşüncesi şimdilik zayıf bir iddia olarak kalmış, başka arayışları gündeme getirmiştir. Siyaseten bu arayışların karşılığı, bilinçli bir öncünün bu tür hareketlenmelere şekil vermesi üzerinden yükselmektedir.
Evet, yüz yıldır bilinen bu gerçek, şimdi çok daha fazla karşımızdadır. Sınıflar mücadelesine, toplumsal mücadelelerin özü olarak, bilinçli bir öznenin müdahale etmesi zorunluluğu bir kez daha tarihin önünde yükselme fırsatı edinmiştir. Ancak bu bilinçli müdahalenin “dışarıdan” olması, “eğitsel faaliyetler” kapsamına girdiği anlamına gelmemektedir.
Öncü öznenin görevi, müdahale etme çabası içerisinde olduklarını “eğitsel faaliyetle şekil vermesi” düzlemine çekildiği anda ortaya sonuçsuz bir faaliyet çıkıyor. Çünkü müdahalenin özü eğitsel değil, siyasaldır. Her türlü “dışarıdan müdahalenin” öznenin de yeniden şekillenmesini anlamına gelmektedir. Dolayısıyla öznenin “yeniden kuruluşu” gündemimizdedir. Bu öznenin kendini de merkeze koyarak inşa edilmesi, bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır.
Üçüncüsü ve belki de üzerine en çok düşünülmesi gereken ise, bir gelecek kurgusunun ortak ideallere nasıl yedirileceğidir. 15-16.yüzyılda “ütopistlerin” başlattığı, 17-18. yüzyılda “ideologların” devam ettirdiği bu arayış aslında 19. ve 20.yüzyıldaki modern siyasi yaşantıyı şekillendirmiştir. Bugünün siyasal yaşamı ise “kolektif” içerikten yoksun, geçici ve tarihle ilişkisi sakattır. Buradan çıkan “kara ütopyaların” insanlığı esir alması, toplumsal dağılma ve yeniden kuruluştur.
İşte önümüzdeki dönem bu sorulara yanıt üretirken, temel bir gerçeğe yeniden dönmenin zamanı olacak; örgütlü bir öznenin yaratılması. Yeni bir dönem başlarken, bunun pratiğini yaratmanın da heyecanı, çalışkanlığı ve sebatkarlığı içinde olacağız.