1 Mayıs kutlaması ve İktisatçılar Haftası

Toplum için üretim yapan insana ise, emeğini satan kişi anlamında “emekçi” değil”, “sosyal emek” sıfatı layık düşer. Bu tartışmaları salonlarda yapıp, sağladığımız sonuçları meydanlarda kutlamak daha anlamlı olur, diye düşünürüm. Bu kazanım uzun mücadelelere baliğ olmakla beraber, hiç değilse, sermayenin ve devlet aklının kulağını “sosyal emek” kavramı ile çınlatıp, biraz akılları karıştırsak 1 Mayıs yorgunluğuna değer olmaz mı? 

Bu haftaki yazım, geçen hafta yaşananlarla, önümüzdeki hafta yaşanacaklardan oluşan bir kompozisyondur. Genel çatıyı hemen belirtmek gerekirse, geçen hafta 1 Mayıs coşkusunu yaşadık, önümüzdeki hafta içinde ise üç gün boyunca İktisatçılar Haftası etkinliğini yaşayacağız.

Önce 1 Mayıs kutlamalarına bir bakalım. İlk saptanması gereken husus “kutlama” sözcüğüdür. Bir kutlamanın ya da anmanın frekansı ile toplumsal algılamada hissedilen değeri arasında, bazı istisnalar hariç, ters ilişki vardır. Zira her müteakip anmada ilk anmadaki anlam ve coşku tedricen silinir, anma programları biraz da anlamsız ve ilgisiz bir merasime dönüşebilir.

Bu sohbetimizin ilk adımında, hemen gözüme batan ve hiç hoşuma gitmeyen bir görüntüden de söz edeceğim. Her ne hikmetse, ‘1 Mayıs Emekçi günü’ yapılır, fakat ‘sermaye günü’ yapılmaz; benzer şekilde ‘Emekçi Kadınlar Günü’ yapılır, fakat her nedense ‘Erkekler Günü’ yapılmaz. Emekçilerin onlarca sendika, hatta konfederasyonları vardır da, nasıl oluyor da sermaye böylesi örgütlenmede cılızdır? Acaba sermaye örgütlenme alanında gerçekten cılız mıdır? Hayır, hiç değildir; ekonomide güçlü olan sermaye, siyasette de sırtını siyasi desteğe dayar.

Şimdi de gelelim işin özüne. 1 Mayıs emekçi günü olarak kutlanmaktadır. Peki, her yıl 1 Mayıs günü kutlamalarında emekçiler neyi kutlamaktadır? Emekçi olarak, üretimlerini mi, üretimlerine yabancılaşmalarını mı, yoksa patronların kendileri üzerinde uyguladığı sömürüyü mü kutlamaktadırlar? Aynı durum ücret konusunda da geçerlidir; emekçiler asgari ücrete, asgari ücretin patron-devlet tarafından belirlenmesine itiraz ederken neden farkında olmazlar ki, asgari ücret üzerinde pazarlık yapmak, emekçi hakkından, üretimlerinin gerçek karşılığı ücretten vazgeçmektir. Bir kere, “emekçi” ifadesi kullanıldığında, Marx’ın fevkalade isabetle sözünü ettiği üzere, bir insandan değil, insanın çalışmak amacıyla sattığı belirli zaman boyutundaki emeğinden söz edilmektedir. Aynı şekilde, “emekçi” sözcüğünü kullandığımızda zımnen “patron”u da devreye almış olmaktayız. Kısacası “emekçi” sözcüğü, hiç dolandırmaya gerek kalmadan, doğrudan kapitalist sistemi işaret eder. Ne acıdır ki, kapitalist sistemde boğaz tokluğuna emeğini satan emekçi/satıcı, üretimini patronu zenginleştirmek için yapar. Kısacası, toplum için üretici olarak görülen emekçi değil, patrondur. Oysa emekçinin üretimi patron için değil, doğrudan toplum için olmalıdır. Toplum için üretim yapan insana ise, emeğini satan kişi anlamında “emekçi” değil”, “sosyal emek” sıfatı layık düşer. Bu tartışmaları salonlarda yapıp, sağladığımız sonuçları meydanlarda kutlamak daha anlamlı olur, diye düşünürüm. Bu kazanım uzun mücadelelere baliğ olmakla beraber, hiç değilse, sermayenin ve devlet aklının kulağını “sosyal emek” kavramı ile çınlatıp, biraz akılları karıştırsak 1 Mayıs yorgunluğuna değer olmaz mı?

Kapitalist sistem, üretim ve üretimin değeri kavramları bizi Marx’ın eseri Kapital’deki şu başlangıçtaki zarif, zarif olduğu kadar da politik iktisatçılara serzeniş ima edici cümlesine götürür: “Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumların zenginliği, ‘muazzam bir meta yığını’ olarak görünür: bunun basit biçimi tek bir metadır. Bu nedenle, incelememiz, metanın analiziyle başlıyor.” Marx, kapitalizmin zenginliğini “muazzam bir meta yığını” olarak tanımlarken, kapitalizmi kendisinden yaklaşık bir asır kadar önce ortaya koymuş olan Smith-Ricardo ve benzeri politik iktisatçılara serzenişte bulunmaktadır. Marx’ın politik iktisatçıları hedef alan serzenişi, mealen, şudur ki: “bir meta üretimi olan sistemin tanımını yapanlar sizlersizin, fakat sizler bir yandan metaı yaratanın emek olduğunu ifade ediyorsunuz, bir yandan ise kapitalist sistemi inşa ederken emekçileri unutmuş ya da ihmal etmiş bulunuyorsunuz.” Keza klasik iktisat ekolünün zirvesindeki Ricardo da emek üzerindeki sömürü olgusunun perdesini kaldıramamış, ücret karşısında oluşan emek sömürüsünün ortaya koyuluşu Marx’a nasip olmuştur.

Bir zamanlar Öğretim Elemanları sendikası adıyla kurulmuş olup, sonraları KESK’e dâhil olan bir sendikal örgütlenme vardı. Bu örgütte bizler şöyle bir karara imza attık. 1 Mayıs kutlama gününü dışlamadan, bütün Mayıs ayı ‘emekçi ayı’ olarak ilan ve kabule edilerek, bu bir ay boyunca emekçilerle salon toplantılarında, ‘emek-sermaye karşıtlığı’, ‘ücret-sömürü karşıtlığı’, ‘emek-devlet-hükümet karşıtlığı’ gibi politik konuları emekçilerle tartışalım. Bu görüşümüzü bazı sendikalara yansıttık, fakat tahmin edileceği üzere, projeye sıcak bakılmadı ve proje akim kaldı.

İkinci konumuz, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti tarafından her yıl yapılan, üç gün boyunca dönemin küresel ve ülkesel ekonomi meselelerinin odağına alındığı “İktisatçılar Haftası” programıdır. Bu yıl da, 7, 8 ve 9 Mayıs günlerinde Taxim-Hill otelde 48. İktisatlılar Haftası gerçekleştirilecektir.

Bu yılki programın genel yaklaşımı, kapitalizmin dinamikleri bağlamında yaşanan krizler, krizlerin sistemin kapsama alanını genişletmesi, kapitalizmin uğraklarını değiştirerek küresel alana yayılması ve bu bağlamda değişen küresel dengeler ve refah dağılımı olarak tanımlanabilir. Bu genel çerçevede, programda yer alacak değerli konuşmacılar tarafından, dünya kapitalizminin 2008-2009 krizi yanında, pandemi sürecinin de etkilerini halen atlatamadığı bir arka planda, ABD’de Trump’ın ikinci döneminin başlamasının küresel etkileri, Brexit sürecinin ardından büyük yara alan Avrupa Birliği’nin yanı sıra NATO’nun da geleceğinin tartışmalı hale gelmesi, Asya’da Çin’in yükselişi ve Batı tarafından bu yükselişin tehdit olarak algılanması, Ukrayna savaşının geldiği aşamada Rusya’nın küresel güç ilişkileri içindeki yeri, küreselleşmenin yerine milliyetçiliğin öne çıkması, yeniden çok kutuplu dünya düzeni bağlamında, dünya çapındaki güç arayışlarının dinamiklerinin tartışılması amaçlanmaktadır.

Diğer yıllardakinden farklı olarak bu yılki programın en ilginç yanı da, üçüncü günün son oturumunda, iş dünyasında temayüz etmiş mezunlarımızın yer alacağı bir genel katılımlı panelin yer almasıdır. Bu panelden ikili bir amaç hedeflenmektedir. Birincisi, fakülte eğitimi ile iş dünyası gerçeklerinin uyuşumunun bir röntgeninin oluşturularak, eğitimde başarı ve/veya başarısızlık noktalarının saptanmasıdır. İkincisi ise, gelecekte iş dünyasına girecek olan öğrencilerin eğitim sürecinde kendilerini nasıl hazırlamaları gerektiği üzerinde düşünmelerini sağlamaktır. Açılış konuşmasını CHP Genel Sekreteri Doç. Dr. Selin Sayek Böke’nin yapacağı programda üç gün boyunca, farklı akademilerden çok sayıda akademisyen saptanan konuları çeşitli yönleri ile ele alarak tartışacaklar. Üç gün boyunca yapılan sunumlar ve tartışmaların hem bilim dünyamıza hem de pratik camiaya yararlar sağlayacağı umulur.

Sırrı Süreyya Önder’in vefatı acı bir olay olarak kucağımıza düştü. Merhum Sırrı Süreyya Önder’i tüm sıfatlarından soyutladığımızda, aklımızda kalacak olan, maalesef hiçbir siyasi kişide göremediğimiz onun insancıl ve insansal duruşudur.  Adeta, “Edebim el vermez edepsizlik edene; susmak en güzel cevaptır edebi elden gidene” özdeyişini hatırlatırcasına sergilediği nahif davranışı ile kalbimizde yer etmiş atipik siyasetçi, halk-insanı Sırrı Süreyya Önder’i sonsuzluğa uğurlarken, umalım, kaba siyaset dünyamız çok büyük bir değerini yitirdiğini idrak eder. Cenazeler, ölenler hakkındaki en iyi göstergelerdir. Tüm makam ve mevkilerden soyutlanmış olarak hangi siyasinin böylesi bir hüzünlü ilgiye mazhar olacağı çok kuşkuludur! Merhum Sırrı Süreyya Önder’e Allah’tan rahmet, ailesine ve ulusumuza baş sağlığı diliyorum!