Reklam
Kategoriler: PusulaPUSULA 213

Afrika’nın “Yeşil” Sömürüsü

Reklam

Mustafa Tunçay

Kapitalizm, insanı ve doğayı sömürü mekanizmalarını her daim farklı ideolojik kılıflarla yeniden yaratmakta ustadır. 21. yüzyılın başından itibaren duyduğumuz ‘yeşil dönüşüm’ naraları da, sosyalizmin baskın olduğu bir dünyada olmadığımız için sürecin tabiatında sermaye egemenliğinin ürettiği bir söylemdir ve sonucunda “müşterilerin” görmediği veya zaten “dünya” kavramı içinde akıllarına gelmeyen Afrika’da tarihsel sömürü pratiklerinin revize edilmiş bir versiyonuyla kuşatması amacına dayanır. Kapitalizm, yalnızca insan emeğini değil, doğayı da bedelsiz olarak sömürür; bugün bu tespit, kobalt madenlerinde ter döken Kongolu çocuk işçilerin ellerinde somutlaşıyor.

İklim krizi, kapitalizmin üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkisinin en vahşi tezahürüdür. Afrika kıtası, küresel karbon emisyonlarının yalnızca %3’ünden sorumlu olmasına rağmen emperyalist merkezlerin ekolojik yıkım faturasını ödeyen müstemleke kıtaya dönüşmüştür. Kapitalizmin ‘temiz enerji’ fetişizmi, ABD’li Tesla’sından Avrupalı “duyarlı” yurttaşına kadar ürettiği tüm ideolojik argüman; sonucunda Fanon’un ‘Yeryüzünün Lanetlileri’ni, lityum çöllerinde ve kobalt madenlerinde yeni bir işgal dalgasıyla karşı karşıya bırakıyor.

İklim krizi, açlık ve madenlerde kölelik koşullarında çalışmak zorunda bırakılmanın detaylarını inceleyeceğiz. Göç ve kölelik arasına sıkışan Afrikalılar için sadece yaşamak bile bireysel hayatlarında bedel ödenmesi gereken bir “başarıya” dönüşürken, Birleşmiş Milletler bünyesindeki COP zirveleri ise emperyalist ülkelerin ekolojiyi pazarlık masasına yatırdığı burjuva tiyatrosundan ibaret durumadır; yazının devamında bu kısmı da ele alacağız. Afrika’nın ‘iklim tazminatı’ talepleri, COP toplantılarında uluslararası sermayenin gönüllü kölelik anlaşmasına dönüştürülüyor.

Her güzel değerin çirkinden doğması üzerine, bütün bu durum da karşıtını yaratacağı gerçeğini değiştirmiyor. Nijer Deltası’nda Shell’e karşı yükselen Ogoni direnişi, Afrika’daki maden direnişleri, ulusal bağımsızlıkçı hareketler emperyalizmin olduğu heryerde direnişin de olacağını bize hatırlatıyor. Bu yazı, yeşil emperyalizmin Afrika’yı nasıl ‘iklim proletaryası’na dönüştürdüğünü ve kıtanın bu sömürü zincirini kırma stratejilerini tarihsel materyalist bir perspektifle ortaya koymayı hedefliyor.

TEMİZ ENERJİ” Mİ?  “KİRLİ SÖMÜRÜ MÜ? KAPİTALİZMİN YEŞİL FETİŞİZMİ

Kapitalizmin ‘yeşil’ maskesi, ne ironiktir ki emperyalizmin başat aktörünün parası da yeşildir, insan ve doğa sömürüsünün coğrafyaya özgü bir şekilde ideolojik argümanlarla gizlenmesinden başka bir şey değildir. Bu ideolojik argüman “birinci dünya” üzerinde toplumların tepkilerinin angaje olacağı bir tepki kanalı yaratma amacı gütmektedir. Bunun dışında zaten Batı’nın elektrikli araçları ve rüzgar türbinleri, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde kobalt madenlerinde kölelik koşullarında çalışan 40.000 çocuk işçinin kemiklerine kazınmıştır. “Meta fetişizmi”, bugün ‘karbon nötr’ sloganlarıyla cilalanarak, Afrika’nın hayatını ve doğasını metalaştırmaktır.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti, dünya kobalt üretiminin %70’ini karşılıyor. Ne hikmettir ki rengi de yeşil ve mavi olan bu maden, emperyalizmin sömürgeler üzerindeki şiddetinin simgesel bir tezahürüne dönüşmüştür: kobaltla gelen yeşil teknoloji, Glencore gibi emperyalist maden devlerinin sözde “etik tedarik zincirleri” ile Katanga’lı maden işçilerinin günde 2$’a ölüm riskiyle çalıştığı üretim ilişkilerini gizliyor. Ayrıca Madenlerin yol açtığı toprak kirliliği, Lualaba Nehri’ni zehirlerken, tarım arazilerini çoraklaştırıyor. Sermaye, hem emeği hem ekosistemi meta olarak tüketiyor.

Lityum sömürüsü de benzer bir diyalektiği yansıtıyor. Zimbabve’deki Bikita madenleri, yerel halkı ‘yeşil enerji köleleri ’ne dönüştürüyor. Batı’nın ‘temiz’ teknolojisi, Afrika’da enformel madenciliği, günde 12 saat, korumasız çalışma ve ölümler ile yeniden üretiyor.

YEŞİL FİNANSMANIN AMACI NEDİR?

Avrupa Birliği’nin “Sürdürülebilir Finansman Eylem Planı”, kâğıt üzerinde iklim krizine karşı küresel bir seferberlik gibi sunulsa da, pratikte eski sömürge ilişkilerini yeniden üreten bir borçlandırma mekanizması olarak işliyor. Bu plan aracılığıyla, Avrupa merkezli finansal kurumlar, Afrika’daki gibi eski “ilişkileri” olan ülkelere “yeşil yatırım” adı altında yeni bağımlılık zincirleri kuruyor. Emisyonu düşük, çevreye duyarlı projeler bahanesiyle dayatılan finansal kriterler, aslında kalkınma sürecini dışardan şekillendiren, yerli halkların kendi kaderlerini tayin hakkını tırpanlayan yeni bir emperyalist araca dönüşüyor. Karbon piyasaları, iklim tahvilleri ve ESG (çevresel, sosyal, yönetişim) puanları gibi kavramlar, finans kapitalin kendini yeniden üretme biçimi olarak iş görüyor.

Bu tabloyu somutlaştırmak için sadece Nijer’e bakmak yeterli. Sahra altı Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Nijer’deki Arlit uranyum madenleri, Fransız devletine bağlı Orano (eski adıyla Areva) şirketi tarafından onlarca yıldır işletiliyor. Ancak çarpıcı bir çelişki var: Nijer halkının yaklaşık %80’i hâlâ elektriğe erişemezken, ülke topraklarından çıkarılan uranyumun %90’ı Avrupa’nın nükleer enerji ihtiyacını karşılamak üzere ihraç ediliyor. Bu açık sömürü ilişkisi, Avrupa’nın “temiz enerjiye geçiş” iddiasının arkasında, Afrika halklarının geleceğinin nasıl rehin alındığını ortaya koyuyor. Emperyalizmin yeşil versiyonu, iklim adaleti söylemiyle meşrulaştırılırken, merkez ülkeler enerji güvenliğini sağlarken çevresel ve sosyal yıkımı çevre ülkelere havale ediyor. Sömürgecilik artık tanklarla değil, karbon kredileriyle, sürdürülebilirlik fonlarıyla ve ESG puanlarıyla yürütülüyor.

COP ZİRVELERİ VE BATI’NIN BOŞ ÇEKLERİ

Kapitalizmin iklim krizine verdiği yanıt, Birleşmiş Milletler ’in COP zirveleri adı altında düzenlenen ve Afrika’nın sesinin sistematik olarak susturulduğu bir diplomatik tiyatrodan ibaret. Bu zirveler, emperyalist merkezlerin “yeşil” retoriği arkasında, kıtanın kaynaklarına el koyma ve iklim krizinin faturasını genele yıkma stratejisini perdelemeye yarıyor.

25bin katılımcının olduğu, 120 devlet başkanının katıldığı 2021 yılında Glasgow’da gerçekleşen COP26 zirvesinde Afrika’dan sadece 400 civarı katılımcı yer almış, buna rağmen çok uluslu fosil yakıt şirketlerinden 500 civarı katılımcı (ya da lobici) gelmiştir. COP25’in ise ana sponsorları fosil yakıt şirketleri idi.

Avrupa’nın enerjide yeşile dönüştüğü bugünlerde, her ne kadar Ukrayna savaşından sonra bu sekteye uğramış olsa da, aynı bu yeşil dönüşüm projesini Afrika’ya dayatması ise kıtanın kalkınması önünde önemli bir engeldir. Avrupa, bütün yarattığı karbon emisyonu ve kendi kalkınma pratiklerini gözardı ederek, Afrika’daki ülkeler için daha kolay ve ulaşılabilir olan “kömür bazlı termik santraller ”in kurulmamasını dayatıyor; 190 ülke ile kömürü sonlandırmayı 2021 COP zirvesinde taahhüt etmiştir.

2009 yılında, gelişmiş ülkeler, 2020 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere 100 milyar dolar iklim finansmanı sağlamayı taahhüt etmişti. 2022 yılında, bu taahhüt yerine getirilerek toplamda 115,9 milyar dolar iklim finansmanı sağlandı. Ancak, bu finansmanın %70’i kredi olarak sağlandı ve gelişmekte olan ülkeler borçlandırıldı. Bu kredilerin bir kısmı ise karbon emisyon azaltım projelerine ya da yeşil dönüşüm projelerine ödenmesi şartı olarak ayrıldı, emperyalist ülkeler Afrika’yı borçlandırıp batılı şirketlerin emisyon azaltımı projeleri ile kendisi kapitalist şirketlerini fonladı.

Afrika Birliği, 1850-2020 döneminde gelişmiş ülkelerin küresel karbon emisyonlarının yaklaşık %70’ından sorumlu olduğunu belirterek, bu ülkelerden iklim tazminatı talep etmektedir. Bu talep, Afrika’nın tarihsel emisyon katkısının düşük olmasına rağmen, iklim değişikliğinden orantısız şekilde etkilendiği gerçeğine dayanmaktadır. ​Bu talebin COP zirvelerinde dile getirildi ancak ABD ve AB bu talepleri “duymazlıktan” geldi.

ÇÖLLEŞME VE GÖÇ: TOPRAKTAN SUYA, SÖMÜRÜNÜN DİYALEKTİĞİ

Fransız sömürgeciliği, Batı Afrika’yı monokültür tarım ile dizayn ederken, toprağı da toplumu da tüketti. 19. yüzyılda zorla dayatılan yer fıstığı ve pamuk plantasyonları, geleneksel tarım döngüsünü yok etti. Toprak, sömürgecilerin “beyaz altın” dediği pamuk uğruna çoraklaştı. Bugün Nijer’de tarım arazilerinin %80’i çölleşme riski altında, ki bu, sömürgecilik sonrası mirasın doğrudan sonucudur.

Çad Gölü’nün 1960’ta 25.000 kilometrekare olan yüzeyi, 2023’te 1.500 kilometrekareye düştü. 30 milyon insan balıkçılık ve tarımla sağladığı geçimini kaybetti. Fransız şirketlerinin 1970’lerde başlattığı aşırı sulama projeleri ve Nijerya’daki petrol sondajları, bu ekolojik çöküşün başlıca tetikleyicileri.

Afrika’dan Avrupa’ya göç edenlerin %40’ı, iklim kaynaklı sebeplerle yerinden oluyor. Nijer’de çölleşen köylerini terk edenlerin talihi bir çok zaman Akdeniz’deki ölüm teknelerinde son buluyor. Ancak Avrupa’nın tepkisi, sınır duvarları ve mülteci kampları yahut kaçak göçmen olarak kölelik ücretleri ile çalıştırılmaktan ibaret. Bu çifte standart, Avrupa’nın kendi yarattığının sorumluluğundan kaçması, fosil yakıt şirketlerinin Afrika’daki faaliyetleriyle daha da belirginleşiyor: Avrupalı petrol tekelleri Afrika’da petrol çıkarırken yılda milyonlarca ton karbon salınımına neden oluyor. Aynı Avrupa, “iklim değişikliğiyle mücadele” söylemiyle Afrika’ya güneş paneli ihraç ediyor, ancak bu paneller Çin’de kömürle çalışan fabrikalarda üretiliyor. Sermayenin ikiyüzlü kanibalizmi tam olarak budur, hem doğayı hem emeği hem de toplumu tüketen bir sistem olarak sömürünün sınırları bulunmamaktadır.

Nil Nehri’ndeki güç mücadelesi, suyun nasıl bir jeopolitik silaha dönüştüğünü gösteriyor. Etiyopya’nın inşa ettiği Hedasi Barajı, Mısır ve Sudan’ın su erişimini tehdit ediyor. Mısır’ın 2021 yılında Fransa ile imzaladığı 4.5 milyar dolarlık savaş uçağı anlaşması, suyu korumak için silahlanmanın sömürge sonrası çağda yeni sömürü yöntemlerinden biri olduğunu da ortaya koyuyor. Sahra Altı Afrika’da 300 milyon insan temiz suya erişemezken, Nestlé ve Coca-Cola gibi şirketler yeraltı sularını şişeleyip litresini petrol fiyatına satıyor. Nijerya’da Coca-Cola fabrikaları, yerel kuyuları kurutarak köylüleri kilometrelerce yürümek zorunda bırakıyor. David Harvey’in “mülksüzleştirme yoluyla birikim” kavramı, suyun özelleştirilmesinde de karşılık buluyor: Ortak varlıklar, şirket kârı için yağmalanıyor.

DİRENİŞİN SINIFSAL KÖKLERİ: KÖYLÜ KOMİTELERİNDEN ANTİ-EMPERYALİST TUTUMA

1990’ların başında Nijer Deltası’nda yükselen Ogoni direnişi, petrol emperyalizmine karşı verilen en sembolik mücadelelerden biridir. Nijerya’nın Ogoni halkı, Shell’in 1950’lerden beri süren petrol çıkarma faaliyetlerinin yol açtığı 4.000’den fazla petrol sızıntısı, zehirli atıklar ve yok edilen tarım arazilerine karşı ayaklandı. Yazar ve aktivist Ken Saro-Wiwa öncülüğündeki Hareket Ogoni Halkının Hayatta Kalması İçin (MOSOP), topraklarının geri alınmasını ve ekolojik yıkımın durdurulmasını talep etti. Ancak Nijerya askeri rejimi, Shell ile iş birliği yaparak 1995’te Saro-Wiwa ve 8 aktivisti uydurma suçlamalarla idam etti. Bu infaz, uluslararası sermayenin yerel direnişleri nasıl şiddetle bastırdığının kanlı bir kanıtı oldu. Ogoni halkının mücadelesi, mülksüzleştirme sürecinin modern yansımasıdır: Sermaye, toprağı ve emeği metalaştırırken, direnenleri yok ediyor. Bugün bile Nijer Deltası’nda 40 milyon ton petrol atığı temizlenmemişken, Ogoni direnişi, çevre adaleti mücadelesinin küresel bir sembolü olarak yaşıyor.

Benzer bir direniş hattı Zimbabve’de gelişiyor. Zimbabwe Environmental Law Association (ZELA) adlı çevre adaleti örgütü, ülkedeki lityum madenciliğinin yol açtığı ekolojik yıkımı, yerel halkların rızası olmaksızın yürütülen projeleri ve toprak üzerindeki mülkiyet çatışmalarını belgeliyor. Lityum, “yeşil teknoloji”nin can damarı olarak sunulurken, lityumun çıkarıldığı topraklarda su kaynakları kirleniyor, tarım yapılamaz hale geliyor. Bu tablo, klasik sömürü biçiminin sürdüğünü, yalnızca “yeşil” bir estetikle kaplandığını gösteriyor. ZELA gibi oluşumlar, aynı zamanda hukuki alanı sınıf mücadelesinin bir parçası haline getiriyor; yasaları burjuvazinin değil, halkın lehine zorlamaya çalışıyor.

Burkina Faso’da Fransız askeri varlığının sonlanması ve madencilik faaliyetlerinin kısıtlanması gibi konuları bu yazının amacını saptırmamak adına burada değinmiyorum.

Bu yazıda ele alınan iklim adaletsizliği, kaynak sömürüsü ve ne kolonyal politikalar, Afrika’nın emperyalist sistemle olan “sömürge” bağlarını görmeden aşılamaz. Kongo’daki kobalt madenlerinden Nijer Deltası’na, COP zirvelerinden Nil’in sularına uzanan sömürü pratikleri, kapitalizmin doğa ve emek üzerindeki tahakkümünün birer yansımasıdır. Afrika’nın gerçek kurtuluşu, emekçi sınıfların temelinde örgütlenecek, yerel dinamiklerle küresel mücadeleyi birleştiren anti-emperyalist bir sosyalist programdan geçiyor. Bu program, Fransız askeri üslerinin tasfiyesinden AB’nin borç diplomasisine, Batı şirketlerinin maden talanından iklim tazminatlarının “tahsiline” kadar tüm sömürü ilişkilerini kökten reddetmeyi hedeflemelidir. Afrika’nın kurtuluşu, emperyalizmi ve emperyalizmin yerli işbirlikçilerini karşısına alan emekçi sınıfların mücadelesi ve iktidarı ile sağlanabilir.

Bu haber en son değiştirildi 20 Nisan 2025 02:47 02:47

Reklam

Önceki Haberler

Afrika

Afrika, Dünya siyaseti açısından gün geçtikçe önem kazanıyor. Türkiye siyasetinin gündemine henüz yeterince girmese de…

20 Nisan 2025 03:05

Emperyalizmin Politikaları ve Afrika’nın Uyanışı

İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesinin ardından Afrika kıtasında son yıllarda yoğunlaşan batı karşıtı halk…

20 Nisan 2025 02:36

Türkiye’nin Afrika Politikaları: Sermaye Birikimi ve Hegemonya Arayışı

Türkiye’nin Afrika’ya yönelik politikaları, gelişmekte olan ve bölgesel güç hüviyeti gösteren bir kapitalist devletin tekelci…

20 Nisan 2025 01:59

Çin-Afrika ilişkileri: Önce ekonomi sonra siyaset

Çin’in, 19. ve 20. yüzyıldaki Batılı emperyalist ülkeler ile benzer bir iktisadi güce sahip olması,…

20 Nisan 2025 01:58

II. Dünya Savaşı’ndan Bugüne Afrika’da Anti-Emperyalizm

Elbette Afrika Halkları ellerinde çiçekler ile “Efendilerini” karşılamadı ve halâ da karşılamıyor.

20 Nisan 2025 01:29

Saraçhane’ye yürümek isteyen öğrencilere polis ablukası

İstanbul'da üniversite öğrencileri, Saraçhane eylemlerinin 1'inci ayında Beyazıt Meydanı'ndan Saraçhane'ye yürümek için bir araya geldi.…

19 Nisan 2025 20:33
Reklam