Tülin Tankut
Kendi deneyimlerimizden biliriz; yaşamımız hakkındaki bilgileri kişisel algılamamız gerçekleri yansıtmaz. Sonra da sorunlarımızdan yakınır dururuz. Hep aynı şeyi yapıp bundan farklı bir sonuç beklemenin yarar getirmeyeceğini kabullenmekte zorlanırız.
Suçu kendimizde ya da başkalarında aramakta da üstümüze yoktur. Haksızlığa uğradığımızı düşünür ama hak nasıl aranır, doğru dürüst bilmeyiz. “Kendiyle barışık olmak “diye bir söz yayılmıştır ortalığa. Tevekkülü çağrıştıran bir söz. Peki, kişideki anlamı nedir bunun? Kendiyle barışık olmak, kendini olduğu gibi kabul etmek değildir; çünkü bu yaklaşım, kişinin kendini tanımasını engeller. Kişi için kendini tanıması kendi elindedir, diyebiliriz. Bunun için sınırları zorlar, değişmeye, kişiliğini geliştirmeye çabalar ve çabası yaşam boyu sürebilir.
Ancak bezgin, karamsarlığa teslim olduğumuz anlarda, gündelik yaşamın akışına kapılıp var olan alışkanlıklarımızı sürdürmenin kolaylığına sığınarak ; işin kötüsü “bu vartayı da atlattık, gerisi Allah Kerim”, diyerek halimize şükreder, değişmeme inadımız yüzünden haksızlıklara katlanabilir hale gelebiliriz. (Devam etsin bu hayat, kaldığı yerden!)
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse; daha çocukken maruz kaldığımız, neyi nasıl göreceğimiz koşullandırılmasını kırabilmek çok önemlidir. Yetişkinliğimizde kendimizi algılayışımız bu koşullandırmaya bağlı kalıyor çünkü. Çocuktan beklenen nedir? Yetişkinlerin kurduğu bir dünyaya uyum sağlamak. (Gelenek, örf, adet, inanç, kültür şekillendirmeleri bize özgü değil kuşkusuz, evrensel nitelikte bir olgu.)Topluma dayatılan düşünce kalıplarını kırmayı tek başımıza beceremeyeceğimizse açıktır. Ortam kötü, deyip işin içinden sıyrılamayız. Hangimiz yakınmamışızdır hata kollamak için pusuda bekleyen ahlak bekçilerinden? En küçük davranışımız bile ahlaka aykırı, diye değerlendirilebilir. Bu da bizim toplumdan dışlanma korkumuzu tetikler. Dünya görüşümüzü, cinsellik, ayrımcılık v.b. konulardaki düşüncelerimizi ulu orta konuşmamaya dikkat ederiz. İnternetin, bizi suskunluğa iten korkularımızı yenmemiz için bize aynı dertten muztarib kişilerle karşılaşma olanağı sağladığı gerçeğini yadsıyamayız. “Yedi düvelle barışık “ misali, karşılıklı etkileşim içinde korkularımızın yersiz olduğunu , korkmamak için neler yapılabileceğini tartışabiliriz. Ayrıca gençler, tüm dünya gençleri, yaşama karışıyorlar. Buna kurgulanmış bir yaşam diyebiliriz. Başka insanları merak ediyorlar, sanal arkadaşlar elde ediyorlar. Koşullandırmaların şekillendirdiği “görme biçimleri” sarsılabiliyor. Bazıları, modalara uyup deist, ateist oluveriyorlar; görünen o ki, modadan etkileniyorlar ya da tek tanrılı dinlerin ibadet zorunluluğundan kaçıyorlar ; nedeni ne olursa olsun, sorunlarımızın çözümü için önce her bir sorunu kavramamız gerekir.
Sözgelimi , tek tanrılı dinler, gerçekliğe dair insanlara ne söylüyor? İnsan yaşadığı sürece doğa, toplum ve kendisi hakkında yeni şeyler keşfeder. Diyalektik, en yalın şekliyle, düşüncenin ve doğanın en genel yasalarıdır, bu yasaları keşfetmemizi bize bilimler sağlar. Bilim , inancın tersine eleştiriye açıktır. Evreni dogmalarla değil, bilimle ”anlar, kavrar, dönüştürebilirsiniz.” Hukukun yasa maddeleri değiştirilebilir, ama dinsel metinler için buna izin verilmez. Dolayısıyla insanın referans noktası inançlar olamaz. Trump, Netanyahu gibi liderler se dini siyasi amaçları için alenen kullanmaktan hiç çekinmiyorlar. Öte yandan din kardeşliğinin bütünleştirici gücünün bir mit oluşunu Arap ülkelerinde gördük. İslam dini birlikte yaşamak için referans noktası olsaydı Arap ülkeleri birbiriyle kavgalı olmazdı. İçinde bulunduğumuz koşullar, ekonomik ve sosyal haklarımıza sahip çıkmak için demokrasiyi referans almaktan başka çare bırakmıyor. (Burada bir parantez açalım: Tek tanrılı dinleri, dini çıkarları açısından yorumlayanlardan öğreniyoruz. Bu durumda yapılacak şey, din tartışmasına girmek değil, – herkesin dini, mezhepi, dinsizliği kendine- dini siyasallaştıranlarla mücadele etmek olmalıdır.)
Öte yandan yine bizim toplumumuzdan örnek verirsek; feodal ataerkil, dini muhafazakârlık gibi birbirlerini besleyen unsurlardan oluşmuş toplumsal varoluşumuzu değiştirmemizin zorluğu ortadır. Peki şöyle düşünürsek; kendimi, kendi “kişiselliğime hapsetmeden” diğer insanlar arasındaki farklılıkları ve ortaklıkları kavrama olanağı bulduğumda “kendimi bulmama” yönelik dış müdahalelere karşı koymak gücünü pekala elde edebilirim. Ancak, ezberci eğitim sisteminde bilgiler, “kaynaklarından kuşku duyulabilecek nesnellikte verilmiyor. Kitap okuma alışkanlığı edinmekteyse zorlanıyoruz. Tembellik ve irade zayıflığı gibi dürtülerimizin tahakkümü altına girmiş olmanın bize nelere mal olduğunu hesap edemiyoruz. Oysa kitap okumayı huy edinirsek çabalarımız alışkanlık haline gelecektir. Kendimizi ancak böyle “aşabiliriz.” (Bilgiye ulaşmak için kitap bir zorunluluk, basılı ya da dijital. )
Bugün sorunlar çözüme kavuşmayıp tersine artarak sürüyorsa, bunda bizim eski alışkanlıklarımızı terk etmemiş olmamızın payı yok mu? Dünyada, özgürlükleri askıya alan yönetici sınıflar, muhaliflere karşı gözden düşürme, gözdağı verme yöntemlerini kullanarak, topluma korku salma cesaretini nereden buluyor? Kameralar, panoptikon gibi araçlarla iktidarlarını (“mülkiyet rejimi”) korumak için seferber olmuşlar. ( Foucauld, gözetim toplumu ) Bireylerin sınıf, etnik, cinsiyet, dinsel- mezhepsel, siyahi, Asyalı v.b. farklılıklarını bastırarak görünürlüklerini etkisizleştirebiliyorlar ve bu tablo, onların kendileri olmayı yadsıyıp ortak bir görünüme bürünerek gerçeklikle bağlarını koparmış olmalılar, düşüncesini getiriyor akla.
Geleceği kuracak kuşaklar, küresel kültürün hegemonyasına teslim olmuş, yanlarına dini kullanarak “öbür dünya” fantezileriyle kitleleri oyalamakla görevlendirdikleri sözde din adamlarını da alarak çağdaş topluma dehşeti yaşatan kifayetsiz muhterislerin ellerine mi bırakılacak?” Doğanın devingen ve yaratıcı gücüne”, bilimin aydınlığına güvenmek gerek, yaşanabilir bir dünya için. Peki ne yapmalı? (Devam edecek.)
Laiklik Meclisi, 3 Mart Laiklik Günün'de bir bildirge yayımladı. Yayımlanan bildirgede 3 Mart'ın tarihsel önemi…
Sahte içki nedeniyle yaşanan can kayıplarında artış sürüyor. Ankara'da 81 kişinin sahte içki nedeniyle yaşamını…
Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, savcılık ifadesinde, "Benim süreçlere ne müdahalem ne de şirketlerle bir…
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın silah bırakma çağrısının ardından DEM Parti'de üst üste toplantılar gerçekleştiriliyor. Parti…
İstanbul Üniversitesi, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun "sahte diploma" soruşturması hakkında yaptığı açıklamada, "Gerekli inceleme ve…
Ankara'da cansız bedeni bulunan Roketsan mühendisi Yusuf Serdar Yücel'in, kimyasal madde zehirlenmesi nedeniyle hayatını kaybettiği…