Anayasa tartışmaları

"Yeni anayasanın en can alıcı noktasını “vatandaşlık” tanımı ve “resmi dil” konusu oluşturacaktır. Ortadoğu’nun kaynatıldığı, İsrail-İngiliz-ABD işbirliği ile kaynatılan Ortadoğu kazanında çok önemli ve stratejik mevkide bulunan Türkiye’nin yeni bir anayasa yapımı ile ayağa kalkmasının altındaki derin yarığı görmek durumundayız."

Anayasa tartışmasının hızlandığı, daha doğrusu hızlandırıldığı günümüzde, ülkemizin bir emri vaki ile karşı karşıya kalmaması amacıyla kafama takılan bazı konuların ivedi olarak tartışmaya açılmasının yararlı olacağı kanaatindeyim. Hukukçu olmadığım için bu yazıda salt sade bir vatandaş olarak bana çok ters gelen bazı konular üzerinde duracağım. 16 Kasım Pazar günü partimizin tertiplemiş olduğu görüşmeden de fevkalade yararlanmış olarak, iktisat alanında belirtilmesi gereken  bazı noktaları vurgulamak istiyorum.

Kanaatimce her işte esastan önce usul gelir. Anayasa konusunda da usul fevkalde önemlidir. Usul konusunda söylenecek en yaşamsal konun veri bir anayasaya göre yemin ederek parlamentıya girmiş olan bir milletvekili, hangi mevki ve makamda olursa olsun anayasa yapma önerisi dışında, anayasa yapımı ile bir faaliyette bulunamamlı, buna tevessül edememelidir. Cumhurbaşkanı makamında bulunan bir siyasinin dahi böyle bir yetkisi söz konusu olmamalıdır. Çünkü işbaşındaki siyasi kadro veri anayasaya göre yemin etmiş olduğundan zımnen halkın oyu da ancak bu varsayımla geçerlidir. Yeni bir anayasa yapımı usulleri çok açıktır; kurucu meclis ancak yeni anayasa yapımı ile donatılmıştır. Kurulmuş meclis yeni bir anayasa yapamaz, ancak mevcut anayasanın bazı hükümlerinde, anayasanın ruhuna uygun olarak, gerekli düzenlemeleri yapabilir. Şöyle bir durum olabilir mi: Bir futbol maçında, maç esnasında takımlar maça ara verip, saha kenarında kafalarına göre yeni kurallar koyabilir mi? İşte iktidardaki bir siyasi kadronun yeni bir anayasa yapması futbol takımının oyunun ortasında kafalarına göre yeni oyun kuralları koymalarına analojiktir.

Yeni anayasa yapımı konusunda ikinci önemli zafiyet, var olan adeta yasa tanımaz bir üslupla devlet yönetimini sürdürmeye çalışmış olan bir siyasi kadronun anayasayı nasıl bir zihniyetle yapabileceği yirmi küsur yıldır uyguladığı yöntemle sabittir. Bu yöntem çağdaş devlet yönetimi ve hukuk rejimine aykırı olarak, aynı kadronun anayasa yapımında mimar olması ülke yararı açısından en son düşünülecek bir noktadır.

Mevcut siyasi kadro hakimiyetinde anayasanın değiştirilemez hükümleri dahi derin yara almış olduğundan, sosyal devlet, laiklik ve hukuk devleti ilkeleri konularının selameti olası bir yeni anayasa girişiminde belki lafzen korunabilir, fakat ruhen ortadan kaldırılabilir. Söz konusu maddeler kadın hakları, din özgürlüğü, sosyal güvence gibi çok temel vatandaşlık haklarının temel güvencesidir.

Öyle gözüküyor ki, mutasavver yeni anayasa mevcut burjuva ekonomik sistem üzerine inşa edilecektir. Mevcut siyasi iktidarın girişeceği bir anayasa yapımı küreselleşme koşulları çerçevesinde yıpranan ulus-devlet yapısının korunma olasılığı fevkalade zayıflayacaktır. Emperyalizmin dört kolla etrafa saldırdığı yeni düzende Büyük Ortadoğu Projesi’ni Ortadoğu’nun hallaç pamuğu gibi atıldığı günümüz koşullarında daha net olarak algılamaktayız. Bir ülkenin seçilmiş başkanı olmasına rağmen, başka bir güçlü ülkenin göreve atadığı bir siyasetçinin ve siyasi kadronun yeni anayasayı ulusal egemenlik ve özgürlükler üzerinde kurgulayabileceğini, bu güce sahip olabileceğini düşünmek zor olsa gerek.

Yeni bir anayasa yapmaya kalkan var olan iktidarın ülke sağlığı konusunda olduğu kadar çok temel vatandaşlık hakkı olan eğitim konusunda sergilediği görüntünün ne ekonomik durumla, ne de zorunluluklarla bir ilgisi vardır. Zira ülke kaynakları gerek nitelikli eğitim, gerekse nitelikli sağlık sistemi kurup işletmeye yeterlidir. Mesele kaynak olmayıp, zihniyet ve oy tabanının tahkimidir. Zira genç nüfus eğitimli oldukça AKP oy tabanı erimektedir.  Hal böyle olunca, var olan siyasi kadro tek emeli olan iktidarda kalma sevdasını ülkenin selametini de tehlikeye atarak gerçekleştirmeye yeltenmektedir. Bu zihniyetin mutasavver yeni anayasada nasıl gerçekleştirilebileceğini düşünmek zor olmasa gerek.

Yirmi küsur yıldır iktidarda buluna AKP’nin ekonomik açıdan ülkeyi sürüklediği çıkmaz nihayetinde sömürücü yabancı sıcak para kaynaklarına dayandırılmak istenmektedir. Bunun ilk örneği, bilindiği gibi, 2000 yılı IMF-Derviş projesidir. AKP’nin ilk yıllarının olumlu geçme görüntüsü bu projenin ülkemizi açtığı yabancı sermaye ve yatırım projelerinin soygun yapmak üzere yatırımlarını getirdiği bolluk dönemidir. Bolluk olarak görünen o dönemin faturalarını öderken böylesi çukura saplanmış bulunuyoruz. Küresel kapitalizm derin krizini yaşarken, çevrede sömürülecek ülkeleri, değerli madenleri ve yar altı kaynakları ile sömürmeye çalışırken, ülkeyi derin bir ekonomik sıkıntıya sokan ve her ne pahasına olursa olsun iktidarını kaybetmek istemeyen bir siyasi yapının yapmaya hazırlandığı yeni anayasanın kimlerin gizli emel ve ellerinin marifeti olabileceğini düşünmek pek zor olmada gerek.

Yeni anayasanın en can alıcı noktasını “vatandaşlık” tanımı ve “resmi dil” konusu oluşturacaktır. Ortadoğu’nun kaynatıldığı, İsrail-İngiliz-ABD işbirliği ile kaynatılan Ortadoğu kazanında çok önemli ve stratejik mevkide bulunan Türkiye’nin yeni bir anayasa yapımı ile ayağa kalkmasının altındaki derin yarığı görmek durumundayız.

Yeni anayasa yapımı için ayağa kalkan bir siyasi kadronun hiç değilse mevcut anayasal hükümlere saygılı olması beklenir. Hal bu iken, var olan siyasi iktidarın yeni anayasa yapımı arzusu aslında şimdiye kadar bazı uygulamalar ile ipucunu verdiği kendi tasarladığı anayasa olacaktır. Bir yandan fevkalde yıpranmış görüntüsünü perdeleyerek siyasi beka sağlama amacı açısından, diğer yandan da ulusun seçtiği bir siyasi kişi olmasına rağmen, ulustan icazet almadan emperyalistin “Büyük Ortadoğu Projesi” ne atanmasını kabulü açısından var olan siyasi kadronun bu girişimi sakıncalı görülmelidir. Yeni anayasanın yapımında halk kanaati hakim olurken, emperyalistlerin esintilerinden uzak durulması olmazsa olmaz koşuldur.

Toplantıda açıkça belirtildiği gibi, bu mesele teknik hukuk konusu olmanın çok ötesinde, ülkeyi böyle bir badireye sürüklemiş bir siyasi kadronun bekası karşısında ülkenin bekası arasındaki zor sorundur