Askerler, dinciler ve masallar: Eşek gibi mi paşa paşa mı?

Ülkemizde dinciler kendilerini sütten çıkmış ak kaşık zannediyorlar. 27 Nisan e-muhtırası sonrası, Dolmabahçe’de dönemin genelkurmay başkanı ile Erdoğan’ın yaptığı ikili görüşmenin hesabını sormayanlar, bugün darbe, cunta, asker karşıtı kesilip tafra satmasınlar!

“Paşa paşa” tekerlemesinin yanına şimdi de “eşek gibi” benzetmesi eklendi.

Dün askerler “paşa paşa” yaptırıyordu, bugün dinciler “eşek gibi yapacaksın” diyor!

AKP’nin payandası ve yobazlığın en önemli mihraklarından birisi olan Akit Gazetesi’nin haber müdürünün, aynı isimli televizyon kanalında askerler için sarfettiği sözler yeni bir tartışma başlattı. Karanlığın sesi Akit’in haber müdürünün sözleri şöyle: “O hizaya gelmeyen omuzu çatal bıçak setli generalleriniz var ya hepsi şimdi Erdoğan’ın arkasında saf tutuyor. Eşek gibi saf tutacaklar.”

Sözler açık. Verilen tepkiler ise kabaca şöyle: “TSK’ya ve subaylara hakaret var!”.

Ama askerlere, orduya düşmanlık anlamına gelen ve kin-nefret kusan bu sözler, aslında başka bir şeyi gösteriyor: Rejimin değiştiğini!

Anıtkabir’e girerken rütbeli-rütbesiz subayların üstlerinin aranması, ordunun artık neyi temsil ettiğini gösterdiği gibi rejimin bir korku rejimine dönüştüğünün de açık fotoğrafı!

Askeri vesayet gitmiş, yobaza göre “milli irade” gelmiş! Dinci bunu milli egemenliğin ve iradenin tecellisi olarak görüyor. Böyle propaganda ediyor!

Ancak tecelli eden aslında askeri vesayetin yerine tek adam rejimi gelmesi değil mi? Siz bunu “oligarşiden monarşiye geçiş” diye de “okuyabilirsiniz!”

Dün 12 Eylül cuntacıların diktatörlüğü vardı, bugün tek adam rejiminin istibdadı! 12 Eylül cuntasının açtığı yoldan İslamcılar yürümedi mi, Erdoğan’ın tek adam rejimi 12 Eylül cuntasının doğal uzantısı değil mi?

Asıl konu bu… İşte bunu biraz açmak, hafızamızı tazelemek, dincilerin anlattığı şeyin nasıl bir masal olduğunun ortaya koymak gerek!

28 Şubat, 27 Nisan ve 15 Temmuz…

AKP’nin ve yandaşların referans gösterdiği bu üç tarih, dincinin asker, askerin de dinci karşıtı olduğunun somutluğu zannediliyor. 28 Şubat sürecini, 27 Nisan e-muhtırasını ve 15 Temmuz FETÖ darbesini, dinciler, sakız gibi çiğneyip, kendilerini askerin, cuntanın, darbecilerin karşısında mazlum milletin temsilcisi sanıyorlar!

15 Temmuz sermaye sınıfının bir kanadının başka bir kanadına darbe girişiminden başka bir şey değildi. Hatta o kanadın iki kliğinin kanlı kapışmasıydı! İslamcı FETÖ’nün İslamcı AKP’ye karşı darbe girişiminin adı olan 15 Temmuz, neresinden bakarsanız bakın, dinci ve İslamcı bir darbedir. Darbeye kalkışan askerler ne Kemalist ne de laikti! Düpedüz Kemalizm ve laiklik karşıtı asker kanadının bir darbe girişimi olarak tarihe kanlı İslamcı bir darbe şeklinde kalın harflerle yazılmak durumunda!

Kimse tarihi gerçekleri bükmeye çalışmasın! Sermaye sınıfının kanatları arasındaki kanlı hesaplaşma, ABD emperyalizmiyle ve sermaye sınıfıyla ortaklık söz konusu olduğunda ayrılığa değil benzerliğe dönüşür. 15 Temmuz’un hesabını vermeyen, onun siyasi ayağı ile hesaplaşmayan hiçbir dinci, bugün darbecilik konusunda kimseden hesap soramaz!

Ülkemizde dinciler kendilerini sütten çıkmış ak kaşık zannediyorlar. 27 Nisan e-muhtırası sonrası, Dolmabahçe’de dönemin genelkurmay başkanı ile Erdoğan’ın yaptığı ikili görüşmenin hesabını sormayanlar, bugün darbe, cunta, asker karşıtı kesilip tafra satmasınlar!

28 Şubat, ağızlarındaki sakızın bir diğeri. Erbakan iktidarına karşı askerlerin çıkışı, AKP’nin mağduriyet edebiyatına dönüştü! Erbakan iktidardan düşmüşken, Erbakan’ı satıp iktidara gelen yandaşlar bugün 28 Şubat mağduriyetine sığınmaz mı? Erbakan’ı hangi emperyal güçlerin yetersiz bulduğu ve hangi emperyal güçlerin AKP’yi iktidara taşıdığını açıkça itiraf etmeyenlerin asker karşısındaki milli irade temsiliyet “zannı” komediden ibaret! Ya da bugün Gülen Hareketi’ni FETÖ diye kodlayarak terörle eşdeğer tutanlar, dün Gülen Hareketi’nin ordudaki örgütlenmesine set çekmek isteyen 28 Şubatçılardan niye şikâyet eder ki? Bugün FETÖ’ye reva görülenler, dün 28 Şubatçılar tarafından bile AKP’lilere yapılmamışken üstelik! AKP ve yandaşları bir kez daha gerçekleri bükerken, 28 Şubat rantçılığından hiç ama hiç utanmıyorlar! Sonuç; 15 Temmuz kanlı İslamcı darbesi!

Dincilik kördür. Kendi karanlık dünyasında gerçekleri göremez. Sanki dincilik-İslamcılık ile darbecilik-cuntacılık iki tarihsel düşman! Ama değil: Kardeşler!

Meselemiz şudur: İslamcılar, askerleri cuntacı-darbeci ilan edip, milli egemenliğin temsilciliğine soyunuyorlar. Tarihe ve gerçeklere takla attırıyorlar!

Geçmişte ilmiye ile seyfiye sınıflarının, padişahlara karşı nasıl darbe yaptığını kitaplar yazıyor. Osmanlı’daki darbelerin manevi önderliğini ulema, vurucu gücünü de yeniçeriler oluşturmadı mı? O yüzden darbeler tarihi söz konusu olduğunda İslamcılığın tarihi kapkaradır! 31 Mart gerici ayaklanması, bir askeri darbe girişimi değil de nedir? Ama daha komiği hem padişahçı olup hem de bugün asker karşısında milli iradeyi temsil etme iddiası yok mu? Bu da işin başka bir akıl tutulması! Milli irade, padişahların, çarların, kralların karşısında halkın yönetimi demek değil miydi?

Bugün “eşek gibi milli iradenin arkasına dizileceksiniz” diyen İslamcılar, dün paşa paşa darbecilerin arkasında sıraya girmişlerdi!

Unutmak mümkün mü?

Nurcu Fethullah Gülen, 12 Eylül 1980’den sonra yayımlanan Sızıntı dergisinin ilk sayısında, “Son Karakol” başlıklı yazısıyla selamlıyordu darbecileri: “Karakol, sükunet’in, huzur’un ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir. (…) Ve, işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz”. (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)

Kadirilik Cemaati’nin lideri Haydar Baş: “…1982 Anayasasını savunuyoruz. Devleti savunuyoruz… ‘soğuk savaş’ dönemlerinden kalma bir antikomünist çizgiyi savunuyoruz… Demokratik mücadele, demokrasinin kural ve kurumlarını çiğneyerek yapılamazdı. Oysa daha ilk günden izinsiz yürünmüştü ve demokrasinin temel kurumlarına başkaldırılmıştı.”
1971’lerin darbecilerinden Muhsir Batur ve o dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı General Turgut Sunalp, kapatılan MNP’nin Genel Başkanı Erbakan’ı yeniden parti kurması için İsviçre’de özel olarak ziyaret edip ikna etmediler mi? Erbakan geldi ve MSP’yi kurdu. Başta Erdoğan olmak üzere AKP kurucuları darbecilerin istemiyle kurulan MSP’de yıllarca çalışmadılar mı?

Milli irade nerede başlıyor ve asker vesayeti nerede bitiyor?

Erdoğan’ın da bağlı olduğu İskenderpaşa Dergahı’nın, 12 Eylül cuntacılarının dayattığı anayasaya evet dediğini unutalım mı? Zahit Kotku hem 12 Eylül 1980 askeri darbecilerini açık açık destekleyip anayasaya ‘evet’ oyu verilmesi için vaazlar vermedi mi?

Ekonomi bizzat askeri cunta tarafından İskenderpaşa aidiyeti ile bilinen Özal’a teslim edilmedi mi? Sadece Özal değil, Eyüp Aşık, Ekrem Pakdemirli gibi cemaatlerle ilişkili yüzlerce bürokrat askeri cunta tarafından göreve getirilmedi mi?

12 Eylül 1980 askeri darbe döneminde ‘Aydınlar Ocağı’ Yönetim Kurulu Üyesi ve Milli Güvenlik Konseyi’ sözcüsü Muharrem Ergin, şunları söylüyor: “Hazırlayacağımız anayasa gelecek 100 yıla cevap verecektir. İçeriği bunun için önemlidir. Bir huzur ve sükûn müessesesi olarak dinin cemiyet hayatındaki yeri büyüktür ve İslâm, Türklüğü koruyan çok önemli bir manevi silahtır.”

Hem askeri darbeyi desteklediler hem de 12 Eylül anayasasına evet oyu verdiler.

Bugün 12 Eylül anayasasından şikâyet edip, yeni anayasa öneren yandaşlar, bunu cunta anayasasına karşı sivil anayasa diye sunmazlar mı?

Din dersleri 12 Eylül cuntası tarafından zorunlu hale getirilmedi mi? Tarikat ve cemaatlerin önü bizzat 12 Eylül tarafından açılmadı mı? Türk-İslam sentezi 12 Eylül cuntasının resmî ideolojisi olarak bugün AKP-MHP ile iktidarda değil mi?

O yüzden cuntacılık-sivillik, İslamcılık-Darbecilik vs. gibi konularda konuşulacaksa, kimse sütten çıkmış ak kaşık değil.
İşin asli boyutu şudur: Türkiye’de devlet her şeyden önce anti-komünist bir siyasal-ideolojik eksenle örgütlendi. NATO’culuğun temel kuralıydı. İslamcının bazıları da bu örgütlenmenin “kadrolu”, bazıları ise ideolojik olarak parçasıydılar.
Unutmayın, bu ülkede darbeler NATO’yla bağlantılıdır.

Tıpkı İslamcılık gibi…

Suriye’de siyasal İslam adına İsrail’in çıkarlarına hizmet edildiğini gördükten sonra artık hiç ama hiç şaşırmıyoruz. Bir kez daha söylemekte beis yok. Siyasal İslamcılık, Siyonist İslamcılık olarak görevini görmüş, paşa paşa emperyalizme hizmetini yerine getirmiştir.
Dün de 12 Eylül’e karşı görevini yerine getirmişlerdi. Paşa paşa…