“Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”
Cemal Süreya
Önce Ayla Erduran kimdir buradan başlayacağız. Devamında AKP’nin sosyalistlere ve cumhuriyetçilere karşı beslediği düşmanlığın sadece siyasi bir rekabet değil, aynı zamanda kültürel bir hegemonya kurma çabasının devamı olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türkiye’de sanat ve bilim alanında yetenekli gençlerin desteklenmesi amacıyla birçok kişi yurt dışına eğitim almaya gönderildi. Bunlardan biri de uluslararası alanda tanınan keman virtüözü Ayla Erduran’dı. Kemanıyla uluslararası arenada Türkiye’yi başarıyla temsil eden Erduran, yalnızca bir sanatçı değil, aynı zamanda öğretmendi. Tüm bunların bilincinde olan Erduran bu konudaki düşüncesini şu sözleriyle dile getiriyor: “Bir kere çok mutluyum ki Cumhuriyet var. Kurulmuş, Türkiye… Atatürk’ün yaptığı büyük bir şey olmasaydı burası ne olacaktı? Müstemleke (sömürge) olacaktı değil mi?”
Ayla Erduran, müzikle tanıştığı küçük yaşlardan itibaren olağanüstü bir keman sanatçısı olarak dikkat çekmiştir. Annesi ve teyzesi sayesinde müziğe yönelen Erduran, üç yaşında Jacques Thibaut’yu izledikten sonra kemana olan ilgisini derinleştirmiş ve Macar virtüöz Karl Berger’den ders alarak yeteneğini geliştirmiştir. Çocukluğunu arkadaşsız ve yoğun keman çalışmalarıyla geçiren Erduran, 5 yaşında Mozart’ın bir konçertosunu çalmış ve 11 yaşında büyük konserlerde sahne almıştır.
1946’da Paris Konservatuvarı’na kabul edilen sanatçı, burada Benedetti ile çalışmış, ardından New York’ta Galamian ve Francescatti gibi ustalarla eğitim almıştır. Moskova Konservatuarı’nda David Oistrakh ile çalışma fırsatı yakalayan Erduran, bu dönemi kariyerinde bir dönüm noktası olarak değerlendirmiştir. Uluslararası alanda büyük başarılar elde eden sanatçı, 3. Wieniawski Yarışması’nda birincilik ödülü kazanmış, Yehudi Menuhin ve Henryk Szering’in desteğiyle Batı Avrupa’da tanınmıştır. Londra’da verdiği konserler ve aldığı ödüllerle adını duyuran Erduran, Royal Albert Hall’da Londra Senfoni Orkestrası eşliğinde Brahms’ın keman konçertosunu seslendirerek büyük beğeni toplamıştır.
Beethoven Ödülü, Polonya Sanat Madalyası gibi önemli ödüllere layık görülen Ayla Erduran, 1973 yılında Türkiye’de Devlet Sanatçısı unvanını alarak ülkesinde de hak ettiği takdiri görmüştür. 2012 yılında, merkezi Paris’te bulunan ‘Société d’Encouragement au Progrès’ adlı kuruluş tarafından mesleklerinde iz bırakan ve fark yaratan kişilere verilen “Médaille d’honneur du travail” ödülüne layık görüldü.
Türbanın müzikteki cevabı
Türk Beşleri arasında yer alan klasik müzik bestecisi, müzik eğitimcisi ve etnomüzikolog Ahmed Adnan Saygun (1907-1991), henüz 1990’da gerçek eğitim olmayınca eğitimin yerini imam hatip liseleri ve Kuran kurslarının alacağını, bunun da gelecekte kültürel politikaların kontrolünü başka güç odaklarına devretme riskini haber veriyordu.
Kültür Bakanlığı’nın “Hem milli olsun hem Batılı olsun” yönündeki bestelerin yapılmasını istemesi üzerine Ahmed Adnan Saygun şu tespit ve uyarılarda bulunmuştu: “Müzikte siz gayri millisiniz, biz milliyiz tartışmaları dünyanın hiçbir yerinde yapılmıyor. Bu tam Tanzimat kafasıdır. Hem Avrupalı hem Osmanlı olsun istiyorlar. Buna insanlar bağlanmışlar, ama devletin bağlanması daha da tehlikeli. Televizyon, radyo, Anadolu’yu sarmış kemiriyor. Bugün derleme yapmaya gittiğimizde halk türkülerimizi bulamıyoruz. İnsanlar artık televizyondan öğrendikleri gibi kendi türkülerini söylüyorlar. Ne yazık ki bizde gerçekleri görmek suretiyle tespit edilmiş bir politika yok. Bir yandan Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol çok takdir ettiğim bir şey yapıyor, sanat liseleri açıyor. Sonra bir bakıyorsun, Devlet Türk Musikisi Korosu falan bir yığın birim açılmış. Bunlar bizim adımlarımızı geri çekmek içindir. Türbanın müzikteki cevabıdır. Fizikteki boş kaplar kanunu gibi. Gerçek eğitim olmayınca yerini imam hatip liseleri Kuran kursları dolduruyor. Ve yarın bunlar devletin idaresini ellerine alacaklar. Sanat tek başına mevcut değildir. Bütün bunlarla birliktedir.”[1]
AKP’nin Ayla Erduran ile 1923 Cumhuriyeti ile kültür üzerinden hesaplaşması
Arabesk şarkıcısı Ferdi Tayfur’un ardından devletin en üst makamlarından siyasi parti liderlerine kadar geniş bir yelpazede başsağlığı mesajları paylaşılırken, dünyaca ünlü keman virtüözü Ayla Erduran’ın vefatına oldukça sınırlı bir ilgi vardı.
Bu durum, toplumun sanat algısındaki önceliklerini ve kültürel iktidarın etkisini sorgulamayı gerektiriyor.
Ferdi Tayfur’un yaşamını yitirmesinin ardından Reîs-i Cumhur’dan, MHP Genel Başkanına, CHP Genel Başkanından AKP’li hükûmet nazırlarına dek bilumum güzide zevat başsağlığı diledi.
Reîs-i Cumhur’un, “kültürel iktidar” kavramına olan takıntısı artık herkesin malumu. Yıllardır “kültürel alanda başarılı olamadık” serzenişinde bulunuyor. “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var (2017)” sözleri itiraf olarak kabul edilmelidir. Ancak bu başarısızlık itirafı, daha çok bir “panik butonuna basma” refleksi gibi görünüyor. Çünkü kültürel iktidar meselesi, yalnızca sanat ve edebiyatla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda ideolojik bir hegemonya kurma çabasıyla da iç içe geçmiş durumda.
Yukarıda söylendi: AKP’nin sosyalistlere ve cumhuriyetçilere karşı beslediği düşmanlık sadece siyasi bir rekabet değil, aynı zamanda kültürel bir hegemonya kurma çabasının devamdır.
1923 Cumhuriyeti’nin oluşturduğu yaşam biçimi ve kültürel miras, sadece bir dönemle sınırlı kalmamış, günümüze kadar “etkisini sürdürmüştür”. Bu miras, toplumun büyük bir kesimi tarafından benimsenmiş ve “korunmuştur”.
Cumhuriyet döneminde sanat, aynı Sovyetler Birliğinde de olduğu gibi yalnızca estetik bir uğraş olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç oluşturma aracı olarak görüldü. Özellikle resim ve heykel gibi görsel sanatlar, modernleşmenin simgesi haline geldi. İlk Türk ressamlarının eserleri, bu dönemde halkla buluştu ve sanat galerileri açıldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan konservatuvarlar ve orkestralar, bu alandaki gelişimin öncüsü oldu.
Ayla Erduran herhalde Ferdi Tayfur kadar büyük ve tanınmış bir sanatçı olmadığı için -zira Erduran dünyaca ünlüydü- sadece CHP Genel Başkanı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı (Kültür Bakan’ı değil Bakanlığı) Allah’tan rahmet, ailesine ve sanat camiasına başsağlığı dilemekle yetindi.
Ferdi Tayfur’un ölümü üzerine devletin tutumu, Cumhuriyet’in ilerlemeci, çağcıl planlarının simgesi ve sanat dünyasında öncü bir isim olan Ayla Erduran nezdinde de, AKP’nin kültürel dönüşüm çabalarıyla örtük bir hesaplaşmanın parçası haline geldiğini düşündürüyor.
Bu arada bir not düşmek zorundayız.
Zeynep Oral köşe yazısında, “elit olan(!)” Ayla Erduran ile sohbetlerinin birinde Stradivarius kemana sahip olmanın çılgınlık olduğunu dile getirdiği sözlerini aktarmaktadır. Bu bağlamda, Erduran’ın “Sadece patatesle doymak nedir bilir misin?” ifadesi, yaşamış olduğu yoksulluğun gerçekliğini vurgulamaktadır.[2]
Diğer yandan “halkın sanatçısı olan(!)” Ferdi Tayfur’un Marmaris’te bir koy ve yarımadayı da kapsayan çok sayıda taşınmaza sahip olduğu ayrıca Adana, İstanbul ve Marmaris’te toplam 86 evinin bulunduğu ve bunların değerinin 3 milyar lira olduğu bilgiler ışığında, artık elit-avam tartışmasının sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Türkiye’de sol sosyalist kültürel değerlere gelince…
Türkiye’de sol sosyalist kültürel değerlerin tarihsel gelişimi, sadece bir ideoloji tartışmasından ibaret olmayıp, toplumsal belleğin de önemli bir parçasıdır. En önemlisi neredeyse Cumhuriyetle -aralarında üç yaş olan- sol sosyalist siyasi, edebi ve kültürel değerler üzerinden yükselen miras, onların dünyadaki anlayışlarına karşıt bir duruş barındırdığı için AKP çevrelerinde ciddi bir tedirginliğe neden olmaktadır.
AKP’nin sola, sosyalistlere ve cumhuriyetçilere karşı beslediği düşmanlık, yalnızca siyasi bir rekabetin ötesinde, daha derin bir kültürel dönüşüm arayışını yansıtmaktadır.
AKP hükümeti, kendi değerlerine uygun bir toplum inşa etme hedefiyle hareket ederek, dinle sınırlandırılmış ve belirli bir şekilde yönlendirilmiş insan tipini topluma zerk etme çabası içine girmiştir. Bu süreçte eğitim kurumları, medya kanalları ve kültürel etkinlikler gibi araçlar etkin bir şekilde kullanılmaktadır.
Bu politikaların sonucunda ortaya çıkan ise halkın ahâliye dönüşmüş olmasıdır. Ahâli: aralarında aynı yerde bulunmaktan başka hiçbir ortak özellik bulunmayan kişilerden oluşan topluluk…
Kültürel iktidar çabalarına beyhude bir örnek olarak TRT’de yayınlanan ve “Ölünce beni kim yıkayacak” gibi dâhiyane (!) afişlerle tanıtımı yapılan “Gassal” dizisidir. Şeyhülislam Ali Erbaş’ın kerîmelerinin: “Küfür ve cinsellik içermeyen bir şey çekemiyorsunuz oğlum. O yüzden tir tir titriyorsunuz. Gassal tipi diziler çoğalacak da tahtınız devrilecek,” ifadeleri, yalnızca bir meydan okuma değil, aynı zamanda kültürel iktidar iddiasının açık bir göstergesidir. Ancak burada vurgulanan “taht,” yalnızca dizi veya medya rekabetiyle sınırlı değildir. Bu ifade, daha geniş bir kültürel hegemonya arayışını temsil etmektedir. Yaptıkları her şey beceriksizce ve sıradan…
Eğitim kurumlarının ideolojik yönlendirme aracı olarak kullanılması ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaların varlığı, Türkiye’de uzun süredir devam eden kültürel-siyasi hesaplaşmanın önemli göstergeleridir.
Kültürel hegemonyanın inşasında eğitim kurumlarının kritik bir rol oynadığının altını çizelim. Müfredatın yeniden düzenlenmesi, dini temaların giderek daha fazla yer tutması ve gençlerin çocukların belirli bir ideolojik çerçevede yetiştirilmesi bu sürecin temel taşlarını oluşturuyor. Bu konuda Laiklik Meclisinin yayınladığı Laiklik İhlalleri Raporları sözcüğün tam anlamıyla tarihe kayıt düşmektedir.
Son tahlilde…
AKP’nin sola, sosyalistlere ve cumhuriyetçilere karşı beslediği düşmanlık, yalnızca siyasi bir çatışma biçimi olarak değil, aynı zamanda kültürel iktidar mücadelesinin bir unsuru olarak ele alınmalıdır dedik. AKP’nin Türkiye siyasetinde uzun yıllardır devam eden etkisi, yalnızca ekonomik ve politik alanlarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda kültürel iktidar mücadelesi üzerinden de kendini göstermiştir. AKP’nin sola, sosyalistlere ve cumhuriyetçilere karşı sergilediği düşmanlık, işte bu kültürel hegemonya arayışının ve inşasının önemli bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Peki, ne yapmalı?
Bu sorunun yanıtı sanıyoruz şair Cemal Süreya’nın 555K (yazının girişinde bir bölümünü alıntıladığımız) şiirindeki dizelerde saklı.
Bir: Diyalektik olarak böyle gidecek demek değil bu işler
İki: Yan yana geleceğiz ve çoğalacağız örgütleneceğiz
Üç: Bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
Ve üç: İşte o gün onları tanrılar bile kurtaramayacak!
[1] Ahmed Adnan Saygun, Türban Müziğe de Yansıyor, röportaj Lale Filoğlu (İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1990).
[2] Zeynep Oral, “Ayla Erduran: Yıldızların yalnızlığı”, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Ocak 2025.
Cemal Süreya
Mark Zuckerberg ABD istihbarat örgütü CIA'in kişilerin WhatsApp mesajlarına erişebileceğini açıkladı.
Sabah saatlerinde gözaltına alınan alınan Beşiktaş Belediye Başkanı Akpolat, İstanbul'a getirildi. Hastane götürüldüğü sırada basın…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 'ihale yolsuzluğu' soruşturması kapsamında örgütün elebaşı olduğu iddia edilen Aziz…
Yenidoğan Çetesi'nin yöneticileri ve üyelerinin yargılandığı davaya devam ediliyor. Suç örgütünün elebaşı olduğu belirtilen Fırat…
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin üst üste yaptığı çağrılar ve sonrasında gerek Abdullah Öcalan gerekse Meclis’te…
İSİG, 2024'te en az 1897 işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğini açıkladı. Ölen işçilerin sadece yüzde…