Batıda diktatörlük, doğuda demokrasi!

22 yıllık karşı-devrim sürecinin bugün Türkiye’de Kürt sorununda çözüm ile anılması, kapitalizmin ve sermaye devletinin mantığı ile çelişmiyor. Tek adam rejimiyle ve gerici-faşist partinin iktidarda olduğu bir ülkede, özelde Kürt sorununda bir demokratikleşme gelebileceğine yönelik beklenti ise özel olarak konu edilmek durumunda.

İkinci Cumhuriyet, liberallerin gündeme getirdiği bir kavramdı. “Numaracı Cumhuriyet”çiler ise ikinci Cumhuriyet’i gündeme getirenlere verilen isimdi. “Daha ileri” bir Cumhuriyet söylemini bir ideolojik tema olarak kullanan “numaracı Cumhuriyetçiler” özünde 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’i “yanlış Cumhuriyet” olarak tanımlıyorlardı.

Liberalizmin bu ideolojik söylemi en fazla gericiliğin işine yarıyor, Kürt siyasi hareketi de benzer bir çerçeve üzerinden 1923 Cumhuriyeti’ne yaklaşıyordu. Bugün gelinen nokta ise AKP’nin temsil ettiği “ılımlı İslamcılığın” 22 yıllık iktidarı ve gerici istibdat rejimi oluyordu.

“Yetmez Ama Evet” bu sürecin akılda kalan mottosu. İkinci Cumhuriyet, Birinci Cumhuriyet’in reddiyesi üzerinden kendini tanımlarken bugün “Yetmez Ama Evet”, istibdat rejimiyle sonuçlanan süreçte büyük bir ihanetin adı olarak hatırlanıyor. İkinci Cumhuriyet, özünde siyasal İslamcılık ile Kürt sorununun Türkiye kapitalizmine entegrasyonu olarak da okunabilir. Pek tabi ki bu sürecin uluslararası emperyalist dünya sisteminin yönelimleriyle doğrudan ilişkisi bulunuyor. Reel sosyalizmin çözülüşü sonrası, emperyalizmin doğu Avrupa’dan sonra Ortadoğu’daki planları, Türkiye kapitalizminin ve sermaye devletinin paradigmalarında köklü değişiklikleri gündeme getirmişti.

1917 ile 1923 aynı tarihsel kesite doğmuştu. Sovyetler çözülünce, sıra Atatürk Cumhuriyet’ine gelmişti. Ancak bu objektif gelişim tarihsel bir ilerleme olarak değil, emperyalizmin çıkarları ve sermayenin ihtiyaçları tarafından belirlenirken, Cumhuriyet’in tarihsel olarak ilerici bütün kazanımlarının tasfiyesi yaşandı. Türkiye’de yaşanan 22 yıllık karşı-devrim süreci böylesi bir tarihsel çerçeve üzerinden anlamlandırılabilir.

Gerici, emek düşmanı, emperyalizme tam boy bağımlı, yağma, rant ve mafya düzeni olarak tanımlanabilecek hukuksuz, adaletsiz ve anti-demokratik bir istibdat rejimi karşımızda bugün.

Kapitalizm özüne dönmüştü. Burjuva sınıfının çıplak sınıfsal iktidarını temsil eden bugünkü başkanlık rejimi, anayasayı rafa kaldırmış, Meclis’i bay-pas etmiş, hukuku ayaklar altına almış, tarikatlara, mafyaya, baronlara, rantçılara ve talancılara dayanan bir rejimle yoluna devam etmektedir. Bu rejimin iki ortağı AKP ve MHP’nin ülkenin gerici ve faşist partileri olması ise kimseyi şaşırtmıyor.

Ancak “terörsüz Türkiye” adıyla kodlanan Kürt sorununda çözüm sürecinin AKP-MHP’den gelmesi herkes için hem şaşırtıcı hem de düşündürücü olmalıdır.

22 yıllık karşı-devrim sürecinin bugün Türkiye’de Kürt sorununda çözüm ile anılması, kapitalizmin ve sermaye devletinin mantığı ile çelişmiyor. Tek adam rejimiyle ve gerici-faşist partinin iktidarda olduğu bir ülkede, özelde Kürt sorununda bir demokratikleşme gelebileceğine yönelik beklenti ise özel olarak konu edilmek durumunda. Belediyelere kayyum siyasetiyle doğrudan seçme ve seçilme hakkının dahi gasp edildiği, basının ve aydınların susturulduğu-sindirildiği, muhalif bütün isimlerin tutuklandığı, yargının doğrudan yürütmenin siyasi aparatı olduğu bir rejimde Kürt sorununda “İkinci Cumhuriyetçi çözüm” sürecinin demokratikleşmeyle birlikte ele alınabilmesi eşyanın tabiatına aykırı.

Ana muhalefet partisinin Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun, Kürt siyasi hareketinin öne çıkan ismi Demirtaş’ın, sağcı-faşist partinin lideri Özdağ’ın ve liberal düşüncenin etkin ismi Kavala’nın, sosyalist Milletvekili Atalay’ın ve onlarca muhalifin hapiste tutulduğu, gazetecilerin tehdit edildiği bir tabloda Kürt sorununda çözümün büyük bir demokrasi açılımına yol açacağına yönelik söylemin ise sınırı var. Bu sınır Türkiye kapitalizmi krizi ile emperyalizmin Ortadoğu siyasetiyle doğrudan ilgili.

Batıda diktatörlük, doğuda demokrasi olmaz. Bunun üzerine kurulan Kürt sorununda çözüm siyasetinin aslında hangi amaç ve saiklerle gündeme getirildiği daha fazla tartışılmalıdır. Büyük Ortadoğu Projesi adım adım işliyor. Bu proje bağlamında atılan adımları “terörsüz Türkiye” söylemiyle ABD emperyalizmi ile Siyonist İsrail’in hedef ve oyunlarına karşı Türkiyeli bir çözüm olarak ambalajlıyorlar.

Zarfa değil mazrufa bakılmalı.