Bir ateşten gömlek meselesi: Türk bayrağı, İstiklâl Marşı, Atatürk ve Türkiye solu

Bir ateşten gömlek meselesi: Türk bayrağı, İstiklâl Marşı, Atatürk ve Türkiye solu

12-04-2025 12:03

Komünistlerin Cumhuriyet’le kurduğu ilişki bu anlamıyla yaşanan vakalar üzerinden iyi ya da kötü bir biçim almayacaktır. Komünistlerin pozisyonunu belirleyen şey Cumhuriyet’in ve onun kurucu kadrolarının tarihsel ve sınıfsal misyonları üzerinden belirlenmektedir.

Gökmen Kılıç

Türkiye solunun kendine özgü bir siyaset literatürü, bir tedrisatı ve hatta kendine has bir jargonu bulunuyor. Fakat siyaset literatürümüzde bulunan kavram ve simgelerin tamamıyla statik ve değişmez olduğu söylenemez. Sözgelimi, 1789 Fransız Devrimi’nde kullanılan “halk” tanımı ya da 1960’larda solda sıkça kullanılan “milli” kavramı ile bugün kullanılan halk ve milli kavramları kendilerine yüklenen anlamlar bakımdan farklılaşmıştır.

Burada kastettiğimiz etimolojik bir hassasiyetten öte, siyasal kavram ve simgelerin içinden geçtikleri siyasal süreçlerle yeniden üretilmekte olduğudur.

Benzer bir örnek sol ile “Türk bayrağı” ilişkisinde karşımıza çıkmaktadır. 1970’lerin sonuna kadar sol ve devrimcilerin öncülüğünde gerçekleşen tüm eylemlerde Türk bayrağı yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Hatta o yıllara kadar hayatını kaybeden devrimcilerin cenazelerinin istisnasız Türk bayrağına sarılarak kaldırması bir gelenek haline gelmiştir. Fakat 12 Eylül’le birlikte bayrağa yüklenen anlam da sol adına değişmiştir.

12 Eylül faşist cuntasının işkencehanelerinde Türk bayrağına ve Atatürk büstlerine zorla selam verdirilmesi, zorla İstiklâl Marşı okutulası gibi uygulamalarla birlikte, Türk bayrağı ve İstiklâl Marşı cuntanın simgesi haline getirilmiş ve sol ile duygusal kopuş yaşanmasına neden olmuştur. Solun o zamana kadar bağımsızlığın ve anti-emperyalist mücadelenin simgesi olarak gördüğü ulusal bayrak, bir anda faşist cuntanın simgesi haline dönüşmüştür.

Bayrak ile yaşanan duygusal kopuşun 12 Eylül’den bağımsız bir biçimde sol içindeki kimi siyasal tezlerle zaten destekleniyor oluşuna ya da İstiklâl Marşı’nın içeriğinin tartışmaya açılmasına burada girmeyeceğiz. Buradaki maksadımız bahsettiğimiz “araçların” içeriğinden çok, solun o yıllarda bu araçlara yüklediği anlamların zamanla dönüşmüş olduğu gerçeğidir.

Kuşkusuz 12 Eylül’le kapanan bu dönemin özellikle Kürt ulusal dinamiğinin 80’lerdeki çıkışıyla birlikte solun üzerinde kurduğu basınçla da ilgisi bulunmaktadır. Ulusal simgelerin ve hatta ulusal sınırların sol içeride de tartışmaya açılması 80 sonrasının moda tartışmalarından biri olagelmiştir.

SOLUN ATEŞTEN GÖMLEĞİ: BAYRAK, MARŞ VE ATATÜRK

Sol içerisinde önemli tartışmalardan biri ulusal bayrağa, İstiklâl Marşı’na, Atatürk’e ve dolayısıyla Cumhuriyet’e yaklaşım meselesi olmuştur. Açıkçası meseleye simgeler üzerinden yaklaşıp bir devrimcilik tayin etmenin zeminin sağlıklı olmadığını baştan söylemeliyiz.

Öncelikle birkaç ana doğrultuyu belirterek başlayalım: Türkiye’nin ulusal sınırları sosyalist devrimci gelenek için bir tartışma konusu değildir. Ulusal sınırlar yalnızca bir toprak parçası sınırı olarak görülemez. Her şeyden önce bu bir siyasal ölçek meselesidir. Türkiye solunun ve devrimcilerinin siyasal ölçeği bu ulusal sınırların içerisindedir. Ulusal sınırları tartışmaya açmak (genişleterek ya da daraltarak) siyasetin ölçeğini, biçimini ve stratejisini tartışmaya açmak olacaktır. Bu şekilde yol alınması ve bir devrim stratejisi geliştirilmesi mümkün değildir.

Bir diğer doğrultu tarihsel ilerlemeye ve sınıf mücadelelerine yaklaşım meselesidir. Bu en nihayetinde tarihsel ve siyasal okuma biçimimizle ilgilidir. Devrimci partinin düzen ile mesafesi siyasal pozisyonu tarafından mı yoksa tarihsel olaylar ve vakalar üzerinden mi belirlenir?

Örneğin, TKP’nin kurucu kadroları olan Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz’de katledilmeseydi ya da Dersim katliamı yaşanmasaydı bu burjuva iktidarıyla mesafemizi azaltmamıza mı sebep olacaktı? Eğer buna hayır cevabı veriyorsak, yaşanan tersi durumun da pozisyonumuzda bir değişikliğe yol açmaması gerekiyor.

Komünistlerin Cumhuriyet’le kurduğu ilişki bu anlamıyla yaşanan vakalar üzerinden iyi ya da kötü bir biçim almayacaktır. Komünistlerin pozisyonunu belirleyen şey Cumhuriyet’in ve onun kurucu kadrolarının tarihsel ve sınıfsal misyonları üzerinden belirlenmektedir.

Bu anlamıyla ulusal bayrağa, İstiklâl Marşı’na ve Atatürk’e olan yaklaşımımız biçimsel değil sınıfsal olmak zorundadır. Devrimciliğimizin sınırlarını tayin eden şeyler ulusal bayrağı kapsamak ya da kapsamamak, taşıyıp ya da taşımamakla ölçülemez.

YÖNTEM TARTIŞMALARI: ÇİZGİYİ NEREDEN ÇEKECEĞİZ?

Buradan günümüze gelecek olursak, AKP iktidarıyla birlikte ve özellikle Gezi Direnişi’nden sonra yeniden gündemimize gelen bayrak gibi simgelerin bizim için anlamı siyasal süreçlerle ilgilidir. Bugün burjuva düzen, 1923 Cumhuriyeti’ni ve onun kazanımlarını taşımayı çoktan reddetmiş durumdadır. AKP iktidarıyla birlikte Cumhuriyet’in sola açılan; laiklik, devletçilik, halkçılık gibi temel tüm kazanımları ortadan fiilen kaldırılmıştır. Gezi’den başlayarak bugün Saraçhane’ye uzanan halk hareketleri ise kaybedilen tüm ilerici kazanımları geri istemektedir. Bu talepler komünistlerin de yıllardır vurguladığı ve uğrunda mücadele ettiği başlıkladır. Komünistlerin talepleri ile halkın talepleri bu anlamıyla örtüşmektedir. Halk, laiklikten vazgeçmiyor; kamucu, eşit ve özgür bir ülke talep ediyorken, komünistlerin görevi bu talepleri daha ileriye taşımaktır.

Bu talepler ancak yurtsever ve ilerici tüm birikimi sahiplenerek yükselebilir. Türkiye solunun Cumhuriyet’le, bayrakla, marşla kavga ederek, onları karşısına alarak meşru bir zeminde siyaset yürütme şansı yoktur.

Dolayısıyla, düzen ile mesafeyi bayrak taşımak ya da İstiklâl Marşı üzerinden değil, siyasi mesafeyle ve düzene karşı alınan konumla ölçmek gerekiyor. Bugün düzen siyasetine eklemlenmeyi kendisine görev kabul etmiş, düzen siyasetçilerine koltuk değneği olmayı meşru gören sözde sol anlayışa karşı mücadele etmek ve onları sol siyaset alanından tamamen çıkarmak devrimci bir görevdir.

Tartışılması gereken ulusal bayrak, milli marş değil, 12 Eylül’e karşı sivil siyaset diyerek AKP’ye örtülü destek verenler, AKP gitsin diye düzen partilerinin peşine takılanlardır. Şimdiye kadar AKP’nin iktidarda kalmasının temel nedenlerinden birinin düzen muhalefetin uzlaşmacı çizgisi olduğu unutulmamalıdır. Ulusal bayrak, milli marş ya da Atatürk bugün AKP’nin değil emekçilerin ellerinde dalgalanıyorsa, devrimci çizgi buradan geriye değil, daha ileriye çekilmelidir.