Reklam
Kategoriler: Köşe Yazıları

“Çözüm süreci” versiyon 2.0: İlki trajedi, ikincisi?

Reklam

Yazımıza giriş anlamında, kapitalist Türkiye’de Kürt sorununa “çözüm” adı altına gündeme gelen siyasi süreçlere yaklaşım konusunda bazı doğruları bir kenara not ederek başlamak doğru olacaktır.

İlk olarak; Kürt sorunu sınıfsal bir sorundur ve Türkiye işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin bir bileşeni olarak ele alındığı oranda sorunun çözümü konusunda sağlıklı bir yoldan yürünmesi mümkündür. Dolayısıyla AKP ve MHP’de cisimleşen Cumhur İttifakı’nın gündeme getirdiği bugünkü “çözüm sürecinin” varabileceği noktanın Türkiye kapitalizminin sınırları olacağı açıktır.

İkincisi; bu sınırların ise başta emperyalizm olmak üzere, Türkiye sermayesinin, NATO’cu sermaye devletinin ve İkinci Cumhuriyet’I kuran ya da savunan güçlerin bileşkesinde çizildiğini unutmamak gerekmektedir.

Bu yüzden gerek emperyalizm gerekse Türkiye kapitalizminin tarihsel ve güncel sınırlarında Kürt sorununun “gerçek çözümü”ne dair bir adım atılmasının imkânsız olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Başta düzen muhalefeti olmak üzere, liberallerin ve meselenin muhatabı olarak görülen Kürt siyasi hareketinin bu “çözüm”ün verili yapısının sınırlarını aşmak ve burjuva çözümün karşısına kapitalist, emperyalist yönelimlerden azade bir yaklaşımla ya da perspektifle çıkıp çıkmayacağı pek de açık bir şekilde görülememektedir.

Gerici, faşist iktidarın ve sermaye devletinin “terörle mücadele”yi merkeze koyarak yaptığı güncel açılımın karşısında, Kürt siyasi hareketinin ve liberallerin Kürt sorununun “çözümünü” Türkiye’nin demokratikleşmesine eşitledikleri anlayış yer alıyor. Siyasetin elbette matematiksel denklemlere sıkıştırılması zor olsa da, bahsettiğimiz denklemleri eşitlediğimizde devletin “terörle mücadele” konseptinin Türkiye’nin demokratikleşmesinin bir yolu olduğu gibi bir sonuca varılması mümkün. Benzeri şekilde, demokratikleşme ve Kürt sorunu olgularının mutlak değerlerini aldığınızda özellikle AKP iktidarının yeniden meşruiyet kazanması olasılıkları da beraberinde gelebilecektir. Birincisi gerici, faşist iktidarın, ikincisi ise liberallerin yürüdükleri yolun özeti olarak ifade edilebilir.

Şimdi bu noktada bir önceki “çözüm süreci”nden bugüne ve geleceğe dönük izdüşüm oluşturabiliriz.

“ÇÖZÜM SÜRECİ” VERSİYON 1.0

2010’lu yılların ilk yarısında gündeme gelen ve 2015 yılına gelindiğinde artık sona erdiği alenileşen bir önceki “çözüm süreci”nin yerinde yaklaşık on yıldır yeller esiyor. Bu süre zarfında konuyla ilgili çok fazla gelişme yaşandı bunların bir kısmına göz atmak yerinde olacaktır.

Ancak bunun öncesinde bahsettiğimiz önceki “çözüm süreci”ni oluşturan ve sonlandıran dinamiklerden bazılarını ortaya koymak gerekir. Bunlar bugünkü süreci açıklamak açısından da anlam taşıyacaktır.

-Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi’ni gündeme getirdiği bir kesitte AKP’nin Türkiye’de iktidara gelişinin çakışması Kürt meselesinde de yeni pencerelerin açılmasına neden olmuştur.

-Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da son 25 yılda yaşanan bazı gelişmeleri kısaca, kabaca ve yazımızın ihtiyaçları doğrultusunda şöyle ifade edebiliriz: Emperyalizmin yayılmacılık ve işgal politikasında artış, iki kutuplu dünyada ortaya çıkan bir dizi rejimin ve devletin tasfiyesi ya da bunlara dönük arayışlar, Arap Baharı ve sonuçları, Irak’ta Barzani’nin iktidar olduğu Kürt bölgesel yönetiminin kurulması, Suriye’de Kürt siyasi hareketinin ABD ile askeri ve siyasi işbirliğine girmesi, Ortadoğu’nun mezhep ve vakâlet savaşları ile kavrulması, Kürt siyasi hareketinin devletleşme arayışının yeni boyutlar (demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm, demokratik özerklik) kazanması gibi başlıklar ilk başta sayılabilir. Suriye’de Esad yönetiminin iktidardan düşmesi ve emperyalizm, Siyonizm destekli HTŞ’nin yönetimi devralması olarak özetleyebileceğimiz gelişmeler de bunların son halkası olarak ele alınmalıdır.

-Ortadoğu’ya dönük emperyalist müdahalenin koçbaşı rolü oynamak için BOP eş başkanlığına soyunan AKP iktidarının yeni Osmanlıcı paradigmaya sarılması bu durumun ve gelişmelerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

-Bu süreç Türkiye’de 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiyesi ile birlikte İkinci Cumhuriyet’in kuruluş adımları anlamına gelmiştir. Sürecin ana aktörleri Türkiye burjuvazisi, siyasal İslâmcılar, tarikatlar, liberaller olmuştur. Kürt siyasi hareketi bu sürece eklemlenmiştir.

-İdeolojik gıdasını liberallerden alan ve siyasal İslâmcı AKP iktidarı ile politik bir ajandaya dönüşen Yeni Osmanlıcılığın yönelimi Türkiye’nin genişleyerek bölgede farklı devletler ya da toplumlar üzerinde hamiliği üzerine tesis edilmiş idi. Kürt meselesi ve bunun bölgesel ayakları da böylesi bir zemin üzerine yerleştirildi. Türkiye’nin Ortadoğu’ya doğru büyümesiyle Kürt sorununda çözümün geleceği vaaz edilirken, Kürt siyasi hareketi de son tahlilde Yeni Osmanlıcı bu yönelimi kabullenmiş oldu. Bu çakışmanın arka planındaki objektif faktörlerden en önemlisi olarak, 2011 tarihi itibariyle Suriye’nin emperyalizmin ve cihatçı örgütlerin müdahalesi, AKP iktidarının “BOP Eşbaşkanlığı” aracılığı ile parçalanmaya doğru itilmesini görmek yerinde olacaktır. İşin sübjektif ayağı ise 2014 öncesi hayata geçirilen “çözüm süreci”nde şekillenmiştir. Hatırlanacağı üzere tarihe “Eşme Ruhu” olarak geçen ve Türk askeri ile YPG gerillalarının Süleyman Şah Türbesi’ni PYD bölgesine birlikte taşımaları da bu çakışmayı sembolize eden bir olgu olarak hafızalarda yerini almıştır.

-Tüm bunların bileşkesinde, Halkların Demokratik Partisi (HDP) bahsettiğimiz “çözüm süreci”nin bir bileşeni olarak ortaya çıkmıştı. HDP’nin çözüm sürecindeki sloganı hatırlanacağı üzere Türkiyelileşme idi. Bu sloganın arkasına gizlenen temel olgu ise İkinci Cumhuriyet’e entegrasyon olmuştur. Syriza ve Podemos öykünmeciliği ile “radikal demokrat” etiketi yapıştırılan HDP’nin vardığı nokta ise Kürt ulusalcılığı ile liberalizmin bileşkesindeki liberal demokrat bir çizgi olarak ifade edilebilir.

– Kürt sorunu sermaye devleti açısından elde tutulması gereken bir kart olarak görülmektedir. Gerek emperyalizmle kurulan ilişkiler gerekse iç siyaset açısından bu kartın nasıl tutulduğu, ne zaman devreye alındığı ve sonuçların ne olduğu ise ayrı birer tartışma konusudur. Bugün Suriye’de ortaya çıkan tablo, bu bahsettiğimiz olgunun güncel bir şekilde devreye alınmasını da beraberinde getirmektedir.

2010 – 2015 SÜRECİNDEN KESİTLER

Bir önceki çözüm sürecinden kesitler almak gerekirse; filmi 2010 yılında yapılan referanduma kadar sarmak doğru olacaktır. Türkiye’nin yakın tarihinde bir dönüm noktası olarak ele alınabilecek olan ve AKP-FETÖ ve liberallerin ortak projesi olarak yargıya dönük müdahalenin kapısını aralayan Anayasa referandumu topluma “darbelerle hesaplaşmak” olarak anlatılıyordu. Burada önemli bir olay yaşanmıştır. Daha öncesinde Anayasa’da Kürtlerin ulusal demokratik hakları bağlamında adımlar atılırsa referandumda AKP iktidarına destek verilebileceğini ifade eden Kürt siyasi hareketinin boykot tutumu aslında referandumda AKP’ye örtük bir destek anlamına gelmekte idi. Devamında ortaya çıkan “çözüm süreci” irdelenmek istendiğinde öncelikle buraya bakılmalıdır.

Bu dönemin sonrasında Türkiye’de, başta Gezi direnişi olmak üzere 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimine kadar önemli siyasi gelişmeler yaşanırken, Kürt siyasi hareketi, liberaller ve Kürt hareketinin kanatları altında kalan sol için mesele “çözüm süreci”nin dinamikleri üzerinden şekillenmiştir. Hatta solun bazı geleneksel çevreleri dahi devletin Abdullah Öcalan ile masaya oturması üzerinden ortaya çıkan gelişmeler hakkında “çok alâmetler belirdi, çok önemli şeyler olacak” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuşlardır. HDP cenahında ise Selahattin Demirtaş hızını alamayıp “Gezi’de darbe gördük” derken, Kürt hareketine endeksli hale gelen bazı sol çevreler ise Haziran direnişinin “çözüm süreci” sayesinde gerçekleştiğini söyleyecek kadar akıl yitimine uğramışlardır.

Bu dönemde “çözüm sürecinin” arka planındaki temel olgu Abdullah Öcalan’ın ev hapsi ya da daha gevşek hapislik modeli karşılığında PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi ya da tamamen Türkiye dışına çekilmesi gibi seçenekler çevresinde şekillenmiştir. 2015 yılındaki Newroz kutlamalarında Abdullah Öcalan’ın mektubunda ilgili konu şu şekilde deklare edilmiştir: “(…) deklarasyon (Dolmabahçe mutabakatından bahsediliyor – y.n.) gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim. Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp parlamento üyeleri ve izleme heyetinden teşkil edilen bir hakikat ve yüzleşme komisyonundan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız. Bu kongremizle birlikte artık yeni dönem başlamaktadır. Bu yeni dönemde, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde özgür ve eşit anayasal yurttaşlık temelinde demokratik kimlik sahibi demokratik toplum olarak, barış içinde ve kardeşçe yaşama sürecine giriyoruz. (…)”

Bu açıklamanın öncesinde Şubat ayında ortaya çıkan Dolmabahçe mutabakatında verilen görüntü (Efkan Ala, Yalçın Akdoğan, Sırrı Süreyya Önder) “çözüm süreci” konusunda yeni bir aşamaya geçildiğinin hissiyatını verse de sonrasındaki gelişmeler bu yönde olmadı. Aslında meselenin sadece ve tek başına Öcalan’ın koşulları ve PKK’nin silahlı mücadelesi olmadığı, işin arka planında ise Suriye’deki gelişmelerin olduğu ortaya çıktı.

ABD’nin Suriye’deki yönelimini “IŞİD’e karşı mücadele” adı altında Kürt siyasi hareketi (PYD/YPG) ile askeri ve siyasi işbirliğine doğru kaydırması, Suriye’de Kürt bölgesinin adım adım şekillenmeye başlaması Türkiye sermaye devletini tedirgin eden bir olguya dönüşürken “çözüm süreci” de bu bağlamda sona erdi. Devamı ise biliniyor, bombalı katliamlar, hendek savaşları ve AKP ile MHP’nin Cumhur İttifakı’nı kurması…

NEREDE KALMIŞTIK YA DA YENİ “ÇÖZÜM SÜRECİ” NE OLACAK?

Bir önceki “çözüm süreci”nin bazı sonuçlarına ya da sonrasında yaşanan bazı olgulara göz atmak gerekirse şu ara başlıklara ulaşmak mümkündür:

– Cumhuriyet’in tasfiyesi konusunda kurulan ittifak dağılırken AKP iktidarı MHP ile İkinci Cumhuriyet’in kurulmasına girişmiştir. Anayasa değişikliği ile başkanlık rejimi kurulmuştur.

– AKP ile işbirliği yaparak Türkiye’nin dönüşümüne imza atan liberaller, son on yılda AKP’ye muhalefet ederek bu misyonlarını devam ettirmeye çalışmışlardı. MHP’ye karşı AKP’nin demokratikleşme görevine dönmesini istemek liberallerin temel çizgisi idi. Ancak Devlet Bahçeli’nin açtığı kutudan belki de en fazla liberaller için büyük bir sürpriz çıktı. MHP Genel Başkanı Abdullah Öcalan’a çağrıda bulundu ve Kürt sorununda çözümden bahsetmeye başladı.

-Kürt siyasi hareketi İkinci Cumhuriyet’e ve emperyalizme entegrasyon konusunda büyük mesafe kaydetmiştir. Türkiye’de liberaller, bölgede ise ABD ile işbirliği yeni “kazanımlar” olarak görülmektedir. Bunların pratik sonucunda ise Türkiye’de demokratikleşme adına yeni anayasa üzerinden yapılan pazarlıklara, bölgede ise devletleşme ya da statü adına emperyalizmle her türlü ilişkiye kapı aralanmaktadır.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2024 yerel seçimleri sonrasında Türkiye’de ortaya çıkan tablo ile şu ana kadar kabaca ifade ettiğimiz olguların bileşkesinde MHP liderinin Kürt meselesi ile ilgili Abdullah Öcalan’I merkeze koyan bir açılımı gündeme getirmesi ise bir yandan şaşırtıcı olarak görülebilir. Ancak diğer taraftan ise sermaye devletinin ve gerici, faşist iktidarın yönelimleri açısından bir tercih olduğunun ifade edilmesi gerekir.

Bu anlamda Türkiye’de İkinci Cumhuriyet’in yerleşmesi ve restorasyonu denilen olguların iç içe geçtiği bir uğrakta; İsrail’in emperyalizmin koçbaşı olarak Ortadoğu’yu yakıp yıktığı ve Baas rejiminin yıkıldığı Suriye’de parçalanma dinamiklerinin tetiklendiği bir dönemde; İsrail ve Kürdistan’ın ABD’nin tampon bölgesini oluşturacak şekilde yan yana gelişinin açık bir şekilde dillendirildiği bir noktada ve özellikle İran’ın emperyalizm tarafından daha fazla hedef alınacağının ayak seslerinin duyulduğu bir ortamda yeni “çözüm süreci”nin gündeme getirilmesinin bir arka planı bulunmaktadır.

NATO’cu sermaye devleti ve Cumhur İttifakı’nın “çözüm süreci” üzerinden ikili bir plan yaptığı görülmektedir. Bir taraftan çözüm adı altında yeni anayasaya Kürt siyasi hareketinin desteğini almak, diğer taraftan ise Suriye ile Irak’ın kuzeyini kesen olası bir Kürt devletinin ya da özerk yönetiminin hamiliğine oynamak için “çözüm sürecini” gündeme getirmek bu planın şimdilik görünen kısımları gibidir.

Ancak bu meselenin özellikle ABD’de Trump’ın seçilmesi ile birlikte ne gibi bir düzleme geçeceği değerlendirilmesi gerekiyor. Türkiye’de egemen güçlerin ve hatta düzen muhalefeti ile liberallerin ABD-İsrail çizgisinde oluşacak bir “Amerikan barışı”na can attıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Ek olarak bahsedilen “çözüm süreci”nin Türk milliyetçileri ile Kürt milliyetçilerinin yan yana gelmesi ve devamında ise Türk-İslâm sentezi ile Kürt-İslâm sentezinin halveti ile başarıya ulaşacağına dair arayışta olan, bunu ifade eden düzen güçlerinin de ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.

Suriye’nin emperyalizm eliyle parçalanması üzerinden hesap yapan Türkiye sermaye devleti ve emperyalizm ile işbirliği yaparak devletleşme dinamiklerine oynayan Kürt siyasi hareketinin kesişim noktasında, karşı devrim hattı 2024 yılının son aylarında Ortadoğu’da kalın bir şekilde çizildi. Bu çizgi iki tarafı birbirinden ayırmaktan ziyade kendi içine çeken bir karaktere sahip.

2011 itibariyle AKP iktidarının Suriye’nin parçalanması için neden can attığı ve o dönem “çözüm sürecinin” neden gündeme getirildiği bugünkü tabloya bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır. O zamanlarda “Türkiye büyümezse küçülür” söylemi çok duyuluyordu. Suriye parçalanır ve BOP ilerlerken Türkiye, Suriye’deki Kürtlerin hamisi olacaktı, Suriye’de İslâmcı bir iktidar kurulacaktı. “Ümmete liderlik”, “Kürtlere hamilik” yapılacaktı. Bunlar için yeni bir ortam henüz geleceği belirsiz bir şekilde 2024 yılında ortaya çıktı. Ancak yeni durumda büyük bir fark bulunuyor. BOP eşbaşkanlığı rütbesi artık yok çünkü BOP’un “bölge başkanı” olarak nitelenebilecek İsrail şu an tüm gücüyle devreye girmiş durumdadır. Artık olsa olsa AKP iktidarı için emperyalist siyonist çizginin başkan yardımcılığından bahsedilebilir. Radikalinden ılımlısına, küresel cihatçısından bölgeseline kadar her soydan ve boydan İslâmcı’nın bugün Siyonist İslâmcı çizgiye geçişinin en temel nedeni de budur. Diğer tarafta ise emperyalizmin kanatları altında ve İsrail ile iyi geçinerek statü kazandığını düşünen bir Kürt siyasi hareketi bulunuyor.

Fazla söze gerek yok. Bizler açısından böylesi bir “çözüm süreci”nin başarıya ulaşma şansı bulunmuyor. Emperyalizme ve gericiliğe karşı durmayan, milliyeti ne olursa olsun sermayenin çıkarlarını reddetmeyen, Amerikan barışından medet umup yeni çatışmalara kapı aralanmasını önemsemeyen anlayışlardan Kürt ve Türk emekçilerine yarar gelmesi mümkün değildir. Türkiye’de Türk ve Kürt emekçilerinin kurtuluş yolunun ve Kürt sorununun en güncel çözümünün farklı halkların ve ulusların en büyük kardeşlik projesi olan sosyalizmden geçtiği açıktır.

Bir önceki “çözüm süreci” trajedi ile sonuçlanmıştı desek yanlış olmayacaktır. İkincisinin ne olacağını ise zaman gösterecek. Ancak ülkemizde tüm emekçilerin uyanık olmasında fayda var. Düzen güçlerinin komedisi bizlerin trajedisi olmasın…

Bu haber en son değiştirildi 13 Ocak 2025 16:57 16:57

Reklam

Önceki Haberler

Zuckerberg’den WhatsApp itirafı: CIA mesajlarınızı okuyabilir!

Mark Zuckerberg  ABD istihbarat örgütü CIA'in kişilerin WhatsApp mesajlarına erişebileceğini açıkladı.

13 Ocak 2025 19:38

Gözaltına alınan Rıza Akpolat’tan ilk açıklama

Sabah saatlerinde gözaltına alınan alınan Beşiktaş Belediye Başkanı Akpolat, İstanbul'a getirildi. Hastane götürüldüğü sırada basın…

13 Ocak 2025 18:14

İhale yolsuzluğu soruşturmasında yeni gelişme: Aziz İhsan Aktaş gözaltına alındı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 'ihale yolsuzluğu' soruşturması kapsamında örgütün elebaşı olduğu iddia edilen Aziz…

13 Ocak 2025 17:36

Yenidoğan çetesi davasında ikinci duruşma: Bebek katili, dolandırıcı görmedim

Yenidoğan Çetesi'nin yöneticileri ve üyelerinin yargılandığı davaya devam ediliyor. Suç örgütünün elebaşı olduğu belirtilen Fırat…

13 Ocak 2025 16:52

İSİG Meclisi: 2024 yılında en az 1897 işçi hayatını kaybetti

İSİG, 2024'te en az 1897 işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğini açıkladı. Ölen işçilerin sadece yüzde…

13 Ocak 2025 15:12

Yandaş sendikanın yolsuzluğunu ortaya çıkarana başkentin ortasında saldırı

Yandaş Özçelik-İş Sendikası’ndaki birçok yolsuzluğu yargıya taşıyan Adem Ünlü, başkentin ortasında, sendika genel merkezi önünde…

13 Ocak 2025 15:02
Reklam