Demokrasi Engelleri

Türkiye’de demokrasinin rafa kaldırılması, medyanın tek silah olarak denetime alınması, otokrasinin ayyuka çıkması kimsenin umurunda olmadığı gibi, hele de baş yönetici Hegemonun hiç umurunda değildir, olamazdı da!

Demokrasi çok yüzlü, öylesi sihirli bir politik uygulamadır ki, kapitalizme özgü sosyal sistem olmadığı halde, uygulandığı sistemi içinden eriterek hem kendi varlığını, hem de sistemi karartabilmektedir. Demokrasi uygulamasının kapitalist sistemlerdeki söz konusu akibeti, tepeden indirilen demokrasilerde daha hızla gerçekleşirken, mücadele ile kazanılmış demokrasilerde ise zamana yayılı olarak ortaya çıkar. Daha fazla açmaya gerek olmayan bu konuyu Fransız Devriminin kapitalist dünyaya sattığı ‘siyasal demokrasi’ kavramıyla, 1840’larda İngiltere’de sanayi devrimi ile ortaya çıkan ‘ekonomik demokrasi’ yaklaşımları açısından tartışmak gerekir. Bu satırlarda bu tür tartışmaları her daim yaptık, onun için bu yazıda benzer konulara girmeyip, içinden geçtiğimiz ve halkımızın önemli bir bölümünün toplumu demokrasiye taşıyacağına inandığı özellikle son süreç ile ilgili olarak değerli bir dostumla yaptığımız tartışmadan kesitler sunmak istiyorum.

Sovyetler korkusunun kapitalist dünyayı sardığı dönemlerde Türkiye’nin durumuna ve konumuna girmeyip -belki ilerde başka yazılarda gireriz- Duvar’ın yıkılışını izleyen dönemi ele aldığımızda, 1995’lerde yaşanan Uzakdoğu krizi ile bir on yılı da atlatıldıktan sonra kapitalist dünya için Türkiye’nin yeri ve rolü çok farklılaşmıştır. Zira artık ne Afganistan işgali vardır ne de ona karşı hazır kuvvet olarak ‘yeşil (k)uşak’ söz konusudur. Bir zamanlar komünizme karşı görevlendirilen İslâm dünyası, yeni durumda bizatihi kendisi bir tehlike kaynağı olarak algılandığından, ‘ılımlı İslâm’ söylemi ile felsefesinden yoksun salt pratikten ibaret anlayışa sürüklenmesi gerekiyordu. İslam dünyasının Batı’ya en yakın devleti Türkiye’ye görev biçilirken, İsrail’in vadedilmiş topraklar üzerinde genişletilmiş devletini kurabilmesinin kolaylaştırılması, bölünmüş Kıbrıs’ın bir devlet konumuna çekilerek Avrupa’ya dâhil edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğulaştırılarak Batı dünyasından uzaklaştırılırken, aynı zamanda da Batı dünyasının emrine verilmesi gibi pürüzlü konuların sipariş edilebileceği düşüncesi başattı. Hegemon güçlerin böylesi çoklu dayatmalarının adresi Batı ile Doğu arasında köprü konumundaki Türkiye, projenin gösterişli adı ise ‘Ortadoğu Eş-Başkanlığı’ idi. Türkiye’nin türbana büründürülüp Ortadoğulaştırılması hem Ortadoğu’da Müslüman ülkeler üzerindeki etkisi, hem de büyük İsrail projesinin Türkiye sınırlarını da içine alacak şekilde uygulamasında NATO ile ihtilafa düşülmemesi açılarından önemli idi. Öte yandan Avrupa Birliği üyeliği de İsrail’in büyük ağabeyi ile yürüttüğü projenin Türkiye ayağı bakımından engeldir. Bir yandan AB’nin Türkiye’yi kabullenmede zorlanması, diğer yandan da halkın önemli bir bölümünün de NATO’ya karşı olması projenin Hegemonun amacı doğrultusunda suhuletle ilerletilebilmesinde önemli idi. Böylesi kapsamlı projeye Türkiye’yi tav etmek, hem de derin bir krizde iken 2000 IMF-Derviş programı ile olağandı. Öyle ki, 2000 programını sadakatle uygulayan AKP hem ekonomik açıdan, hem de gerici dinci politikalarıyla seçmen tabanını oldukça sağlam şekilde oluşturup konsolide ettikten sonra, bir de Ortadoğu eş-başkanlık rütbesi ile taltif edilerek halk nazarında kolay silinemez güç kazanmış olarak direktifleri yerine getirmeye amade konuma çekilmiş oldu.

Zamana yayılmış olarak gıdım gıdım seyreden bu süreci bütünselliğinde algılama olanaksızlığı Hegemonun işini kolaylaştırırken, kökeni ve felsefesi açık olan bir siyasi kadroya anlaşılmaz şekilde destek ve vize veren ‘yetmez, ama evet’ aymazlığı da sürecin ucuz kolaylaştırıcılığı işlevi ile programın yürümesinde inanılmaz kolaylık sağladı. Tek adam sistemine geçişle; eğitim karartılarak, hukuk siyasallaştırılarak, hükümet etmek üzere geçici süreliğine halk hizmetkârlığı görevi ile hükümet kılınanların ilk fırsatta devlet katına çıkarak tek yetkili konuma terfileri Hegemonun derdi olmadığı gibi, işini de fevkalade kolaylaştırmaktaydı. Benzer görevlerle yükümlü kılınmış kadro Fetullah taşıyıcısıyla devreye alınıp, taşıyıcı Feto ‘nun tasfiyesi ile tek silah olarak işlevli kılındıktan sonra, ancak ikamesi bulunduğunda devre dışına çıkarılabilirdi. Türkiye’de demokrasinin rafa kaldırılması, medyanın tek silah olarak denetime alınması, otokrasinin ayyuka çıkması kimsenin umurunda olmadığı gibi, hele de baş yönetici Hegemonun hiç umurunda değildir, olamazdı da!

Aniden oluşan kavga ortamının toz ve dumanından sıyrılarak zamana yayılmış sürece ana sebep ve taşıyıcı etmenler olarak iki açıdan çok dikkatle yaklaşmak gerekir. Öyle gözüküyor ki, her ne kadar toplumsal kıpırdanışı tetikleyen etmenler tek adam sistemi, hukuksuzluk ya da derinleşen yoksulluk iken, temelde yatan asıl sebep gözden kaçmakta ya da kaçırılmaktadır. Zira taşıyıcı etmenleri tetikleyerek sosyal olaylara neden olan derindeki ana sebep yozlaşan ve giderek halkı daha derin sömürüye boğan sistem, tali sebep ise sistemik çöküşün maliyetini uluslararası alanda dağıtan Hegemonun yönetim ve perdelenmiş direktifleridir. Günlük siyasette yaşananlar sistemi hedef almayıp, yel değirmenleriyle mücadele edercesine sistemin taşıyıcı unsurlarına karşı bir görüntü sergilemektedir. Sistem açısından meseleye bakacak olursak, emperyalizm altında seyreden ekonomide giderek derinleşen kriz ve yoksullaşma geniş halk kesimlerince sebepleriyle tam olarak anlaşılamamıştır. Yaşananlar, kimileri tarafından yanlış ve isabetsiz siyasi kararlar olarak algılanmakta ve iktidarın değişimi ve doğru kararların oluşturulduğu koşulda daha iyi bir yönetimin gerçekleştirilebileceği inancı hâkimdir. Ne var ki, yaşadığımız koşullar soluduğumuz hava kadar doğal ve kolay kolay değiştirilemez diyalektik ilişkiler sonucunda oluşan dayatmalardır. Hegemonun emirleri bağlamında meseleye bakacak olursak, yaşadığımız sıkıntıların içinde bulunduğumuz küresel kapitalist sistemin Hegemon tarafından tercüme edilerek bizler gibi çevresel konumlu ekonomilere dayattığı maliyetler olduğunu görürüz. Toparlayacak olursak, tüm sorunlar küreselleşmiş kapitalizmin ajanları marifetiyle farklı ekonomilere dayattığı farklı şiddette yaptırımlardır. Ne var ki, bir ülke içinde ekonomik maliyetin bireysel dağılımının güç ilişkisi bağlamında gerçekleşmesine analojik olarak, uluslararası maliyetlerin ülke temelinde dağılımı da uluslararası politik-ekonomik güç bağlamında gerçekleşir. Toplam maliyetin uluslararası dağılımının sağlanması kapitalizmin bir dünya sistemi olmasının hem gereği, hem de koşuludur.

Tüm sıkıntılarınıza ve yanlış bilinçle yanlış yönelişlerimize rağmen, 23 Nisan Bayramı’nın tüm dünya çocuklarına kutlu olmasını ve çocuklara ve hepimize mutluluk getirmesini dilerim.