Dene 'Armageddon* Zamanı' : Özgürlük, bağımlılığa yenik düşmesin

Film tanıtım ve inceleme yazılarında konu, sınırlı bir bakış açısıyla, bir büyüme hikayesi olarak ele alınıyor. Ancak, bu yorumun eksikliğini ortaya koyan ip uçları var hikayede: Neoliberalizmin temellerinin atıldığı bir dönemin ırkçılık, bireycilik, sınıfsal ayrımcılık ve ticari zihniyetle amacından saptırılmış eğitim sisteminin iç yüzü ifşa ediliyor filmde ; ki günümüzde çökmekte olan neolibaralizme bir göndermedir bu, kanımca.

Tülin Tankut

Armageddon Time ( 2022, ABD yapımı), yönetmen James Gray’in ; Donald Trump’ın babası, varlıklı iş adamı Fred Trump’ın bağışçısı olduğu Newyork City’deki devlet okulunda öğrenciyken yaşadığı olaylara dayanıyor. Film, 1980 yılında okulun altıncı sınıf öğrencisi Paul ile sınıfta kalmış olan John’un (Johnny) ders sırasındaki uyumsuz davranışları ve bu yüzünden öğretmenden yedikleri cezayla başlar. Aslında iki çocuğu isyankârlığa sürükleyen, biraz da dönemin siyasi konjonktürü gereği, eğitim sisteminin öğrenci yetiştirmeye uygun olmayışıdır. Seçilen yöntem, çocuğu anlamak yerine korkutup sindirmek olunca, hele öğrencinin biri Paul gibi anne tarafından yahudiyse; öbürü alzeimer hastası, yatalak büyükannesiyle yoksulluk içinde yaşayan John gibi bir negro (zenci) ise eğitimcinin işi kolaylaşmaktadır.

Bu çocukları birbirine yakınlaştıran hayal kurmayı sevmeleridir. Paul ressam, Johnny NASA’da astronot olmayı hayal eder. Babası Paul’ü hayalperest bulduğu için sürekli küçümser. Onun üniversite okuyup düzenli bir iş sahibi olmasını arzu eder. Özel okulda okuttuğu büyük oğlu Ted ise küçüğün tersine tam istediği gibi çıkmıştır. Ailede Paul’ü anlayan yalnızca dedesidir. Çocuğun ressam olma hevesini hoş karşılar, ona boya takımları alır. Okul aile birliği başkanı olan Anne ise Paul’un okulda yaptığı yaramazlıkları, nasıl olsa annem beni kurtarır rahatlığıyla sürdürmesinden, yemek seçmesinden, sofrada sorun çıkarmasından şikayetçidir. Ama sofra muhabbeti çocuklara göre değil, sıkıcıdır. Bir seferinde Nazilerin yaptıklarından söz edilirken Paul gülmeye başlar, tabii azar işitir, bu konuda hiçbir fikri yoktur çünkü. Ta ki dedesinden ,Yahudi avına çıkmış, Kazak askerlerine yakalanmamak için ailecek Ukrayna’dan İngiltere’ye , oradan Amerika’ya kaçış serüvenini dinleyinceye kadar. Gece yatağında o askerlerin dedesinin annesini de öldürmek istediklerini ve sebepsiz yere insanları bıçaklamalarını zihninden atamamıştı. Annesi ve babası Ellis adasında (1)tanışmışlardır. Dede üniversitede okumak istediğinde Yahudi olduğu için ayrımcılığa maruz kaldığını unutamamış , Paul’ü de her fırsatta “geçmişini unutma” diyerek ırkçılığa karşı uyarmıştı.

Paul ve John ele avuca sığmadıklarından okulun müze gezisinden de kaçarlar. Bu yetmiyormuş gibi tuvalette yasaklı olduğunu bilmeden mariyuana ile keyif çatarlarken yakalanırlar. John okuldan atılır. Babası Paul’e öldüresiye , acımasızca şiddet uygular. Okul müdürü Paul’ün annesine çocuğun, dersleri “zor anladığını”, takviyeye ihtiyacı olduğunu söyler. Anne, müdürün sözlerine aldırmaz, çocuğu geri zekalı değil, iflah olmaz bir hayalperesttir. Paul aile baskısıyla okul değiştirir. Dedesi de, “ressam olman için bile, iyi bir eğitim alman gerek” diyerek onu ikna etmiştir.

Paul ‘ü okul üniformasıyla Ted’in gittiği özel kolejde görürüz. xxxDevlet okulundaki kılık kıyafet serbestisinden sonra kravat takmak zor gelmiştir çocuğa.xxx Sabah babasına , “senin gibi olmamı istiyorsun” diyerek serzenişte bulunmuş ama baba, tam da kendisinden beklendiği gibi bir yanıt vermiştir: “ Hayır, beni geçmeni, benden çok daha iyi olmanı istiyorum” Güçlü aile modeli, “Amerikan rüyası” yanılsaması, onların aile yaşamını da cehenneme çevirmiştir. Babanın ceza ve ödül arasında gidip gelen dengesizliği çocuğa güven vermemektir; keza annesinin siyahi düşmanlığından da rahatsızdır. Paul, ilk günün okul toplantısına gönülsüzce gider. Fred Trump, okulun bağışçısı olduğundan kendisi ve yandaşları kürsüye çıktıklarında günün siyasi iklimine uygun laflar ederlerken öğrencilere de bol bol öğüt verirler. Trump’ın konuşmaları, öğrencilerin attıkları “Reagan ! Reagan !” sloganlarıyla desteklenir. Evde televizyonda Reagan haberleri, okulda aynısı, Paul çok sıkılmıştır. Öte yandan yeni tanıştığı ırkçı arkadaşlarından çekindiğinden, teneffüste kendisini konsere davet etmeye gelen John ile bahçe parmaklığının ardından konuşamamıştır. Ninesi öldüğü için sokaklarda yaşayan arkadaşına yardım edemediği için de üzgündür. Zaten yalnızca dedesiyle birlikteyken mutludur. Parkta birlikte, onun aldığı model füzeyi havaya fırlatmaktan büyük zevk alır.

Ancak dede kanserdir. Hastane odasında yaşamını yitirmesi Paul’ü çok sarsar. Bu ölümden baba da etkilenmiş, muslukçu çocuğu olduğu için kendisini küçümseyen karısının ailesine karşı kayınpederi hep ondan yana olmuştur. Aslında bu bilge kişinin sınıf, ırk, ulus, din gibi her türden ayrımcılığı reddedişini içten içe takdir etmiştir ama o alt katmanlardan gelmiş olmanın ezikliğinin de etkisiyle sınıf atlama arzusu ve “Amerikan Rüyası”na bağlılığı baskın gelmiştir. Nitekim sistemin körüklediği bu insani zaafını, son konuşmaları sırasında Paul ile paylaşır. Olaylar şöyle gelişir: John Florida’ya gideceğini söyleyince ona katılmaya karar verir. Kaçış için para gerektiğinden John’u ikna ederek kolejdeki bilgisayar odasını soymaya kalkışırlar. John, çalıntı bilgisayarı dükkan sahibine gösterirken polise yakalanır. Karakolda sorguya çekildiklerinde Paul suçunu itiraf eder ama John onu korur, suçu üstlenir. Paul’un babası, bir zamanlar polisin musluklarını onarmıştır; bu iyiliğin yüzü suyu hürmetine Paul serbest bırakılır. (İşler, burada böyle yürümektedir. ) John tutuklanır; buna itiraz etmez, zira her koşulda ayrımcılığa uğramayı kanıksamıştır.

Paul eve döndüklerinde babasına, “arkadaşıma ne olacak” diye sorar. “Şükret ki, çocuk islah evinde değilsin” der baba. “Hayat adil değil, ama hayatta kalmalısın. Bu olaydan ders almalı, geriye bakmamalısın. Annene de hiçbir şey anlatma.” Paul’ün aklı ise dedesinin yaptığı bir konuşmadadır: “Arkadaşının durumuna üzüldüm. Ama John ile arkadaşlığını bitirme. Dene, asla teslim olma.”

Şükran Günü (2) okulda , Fred Trump yine kürsüde Ceo ve liderlik üzerine bol öğütlü konuşmasını yaparken Paul bahçeye çıkar. Gözünün önünde ev hayatı, arkadan okul sıraları canlanır . Annesinin, özellikle babasının tutarsız davranışları, Ted’in onlardan yana olan tutumu; okul da evden farklı değildir. Rehber öğretmene içini dökmüş ; eski okulunda kıyafet serbestliği olduğunu, yeni okulunda üniformadan, kravat takmaktan sıkıldığını, kendini bu yeni okula ait hissetmediğini , yalnızca ilk kez gördüğü bilgisayarı sevdiğini itiraf etmiş ; kadın rehber öğretmense onu sigaya çekmekten başka bir şey yapmayarak güvenilecek biri olmadığını göstermişti. Artık yalnızca dedesinin sözlerine değer veriyordu. Onun dediği gibi direnecek, deneyecekti. Peki, yeni yetmeliğin toyluğuyla kapıldığı evden kaçma serüveni muhtemelen pişmanlıkla sona ermeyecek midir?

Film tanıtım ve inceleme yazılarında konu, sınırlı bir bakış açısıyla, bir büyüme hikayesi olarak ele alınıyor. Ancak, bu yorumun eksikliğini ortaya koyan ip uçları var hikayede: Neoliberalizmin temellerinin atıldığı bir dönemin ırkçılık, bireycilik, sınıfsal ayrımcılık ve ticari zihniyetle amacından saptırılmış eğitim sisteminin iç yüzü ifşa ediliyor filmde ; ki günümüzde çökmekte olan neolibaralizme bir göndermedir bu, kanımca. Çocuklardan biri hapse atılmış öbürü evden kaçmak zorunda bırakılmıştır. Filmin başında, Paul’un öğretmenin resmini çizmesini ele alalım. O hayallerinin peşinden koşan, kabına sığmayan bir çocuktur. John, yoklama yapan öğretmene kendini “James Bond” olarak tanıtır. Yalnızlığın pençesindedir çocuk; renginden ötürü her an ırkçılıkla karşılaşacağını hayat ona öğrettiği için nefsi müdafaacı bir tavır benimsemiştir. Kaç kez denemiş olmalı , ağzıyla kuş tutsa ırkçı beyazlara yaranamayacaktır. Ya metroda iki siyahi gencin John’ a takındıkları o hasmane tavra ne demeli? O bir çocuk değil mi? Beyaz bir arkadaşı (Paul) olamaz mı? Arkadaşına NASA’da astronot olmayı hayal ettiğini söyleyemez mi? Bir çocuğa, renginden ötürü hayal kurmaya bile hakkı yokmuş gibi, ırksal ezilmişliğine ihanet ettiği ön yargısıyla gerçekliği “had bildirme “ yoluyla kavratmakla, bu iki gencin , düzen yanlısı beyazlardan, John’u sorgulayan düzenin polisinden örneğin, ne farkı kalıyor? “Ötekileştirilen”lerin öfkelerine yenik düşüp farkında olmadan bindikleri dalı kesmeleriyse, insanlığın öncesiz sonrasız bir sorunudur. John’un çocukluk travması da bu çift yönlü dışlanmadan kaynaklanmıyor mu? Sınıfsal konumu da cabası. John’u bekleyen gelecekse , Reagan yönetiminin (3) ırkçı, saldırgan politikalarına kurban olmaktan başka nedir ki?

Filmi eleştirenler, televizyon yayınlarını yeterli görmeyip siyasal olaylara daha fazla yer verilmesi gerektiği üzerinde duruyorlar. Ancak o çocukları var olan düzen şekillendirmiştir. Onlar da isyan bayrağını çekerek pişmiş aşa su katmışlardır. Yetmez mi? Yönetmen, çocukların hikayesinin geri planda kalmaması için doğrusunu yapmış kanımca. Sonuç olarak, çocuk ne ailenin, ne onu koruyamayan devletindir. Filmden çıkartılacak ders: Koşullar düzeltilmedikçe ikisine de güven olmaz.

DİPNOT:

*Armageddon: Kıyamet, mahşer. Dini kaynaklarda dünyanın sonunun geldiğinde yapılacağı söylenen büyük kıyamet savaşının ismi.

1) Ellis adası: Newyork’ta, Hudson Nehri ağzında bir ada. 1892- 1954 yılları arasında Newyork’a gelen yeni göçmenlerin toplandığı bir transit merkezi.

2) Şükran Günü: ABD ve Kanada’da kutlanan ulusal bayram.

3) Ronald Reagan: ABD’deki Cumhuriyetçi Parti’dendir. 1940’lı yıllarda kendisi gibi sinema oyuncusu olan eşi Jane Wyman ile birlikte Federal Soruşturma Bürosu’na (FBI) sinema endüstrisindeki komünist olduğunu düşündüğü çok sayıda kişiyi ihbar ettiği bilinir. Demokrat Parti adayı Jimmy Carter’e karşı büyük zafer kazanmıştı.