Devlet sermaye çatışmasının anlamı
Bir burjuva toplumunda en güçlü sanayi mensupları kuruluşu olarak TÜSİAD’ın devlet karşısında siyaseten de kendisini güçlü görmesi kapitalist mantığa fevkalade uygundur. Şöyle ki, bireyselci devlet görüşünü yansıtan burjuva toplumlarında çeşitli kanallardan örtülü olarak sermaye devlet ve kamusal kararlar üzerinde başattır. Bu bağlamda, TÜSİAD’ın da son çıkışı fevkalade doğaldır, hatta anayasa hükümlerine de uygundur
Geçen hafta yaşadığımız devlet-sermaye çatışması içeriği kadar görüntüsüyle de siyasi tarihimize ilginç kayıtlarla geçmeye adaydır. Bir defa, şu konunun netleştirilmesi gerekir ki, TÜSİAD’ın eleştirileri kurumsal olarak devlete değil, uygulama olarak hükümete yönelikti. Zira TÜSİAD, sermaye temsilcisi olarak burjuva devlet yapılanmasına karşı olmadığı gibi, hükümet yapılanmasının de-facto devlet düzeyine yükselmesine ve çeşitli yönetsel ve yargı ereklerine başat olmasına dem vurmamış, denetimsiz başkanlık sistemini de gündemine taşımamıştır. TÜSİAD’ın tek yaptığı bazı yönetsel uygulamaların adil ve burjuva hukuk sistemine uygun olmadığını eleştirmekti. TÜSİAD’ın bu yaklaşımının uluslararası sermaye ve emperyalizm ile de uyumlu olduğu düşünülebilir. Sermayenin monopolleşip devlete henüz başat olamadığı dönemlerde devlet yapılanmasının ve hukuk uygulamasının açık ve şeffaf olması, geleceğin görülmesi açısından karşılıklı konumlanmış sermeye kesimleri için en tercihli durumdur.
Bir burjuva toplumunda en güçlü sanayi mensupları kuruluşu olarak TÜSİAD’ın devlet karşısında siyaseten de kendisini güçlü görmesi kapitalist mantığa fevkalade uygundur. Şöyle ki, bireyselci devlet görüşünü yansıtan burjuva toplumlarında çeşitli kanallardan örtülü olarak sermaye devlet ve kamusal kararlar üzerinde başattır. Bu bağlamda, TÜSİAD’ın da son çıkışı fevkalade doğaldır, hatta anayasa hükümlerine de uygundur. Çıkışın sebepleri üzerinde düşünürsek, şunları sayabiliriz. Çıkışın birincisi sebebi, hâkim monopolleşmenin oluşmadığı burjuva toplumlarında ve toplumumuzda iç ve dış sermaye kesimlerinin TÜSİAD üzerinden yansıtmaya çalıştıkları müşterek talep olabilir. Diğer bir sebep, enflasyonun önlenebilmesi için uygulanan aşırı sıkılaştırma politikasının sermayenin sömür payını aşındırmaya başlamış olması olabilir. Nihayet, bir üçüncü sebep olarak da, sermayeler arası çatışma ileri sürülebilir. Şöyle ki, her alanda kendi tabanını oluşturma politikası güden AKP’nin kendi sermaye tabanını oluşturma faaliyeti içinde görülebilen beşli sermaye grubu, MÜSİAD ve yap-işlet-devret sisteminde devletle işbirliği yapan sermaye kesimine karşı TÜSİAD üyelerinin husumeti öne çıkmış olabilir. Sebep her ise, TÜSİAD’ın talebi olarak, devletin tüm icraatının aleni ve objektif kurallarla gerçekleştirilmesi ve burjuva bağlamında da olsa, hakça yönetimin iyi işleyen bir ekonominin istikrarlı bir siyaset yapılanmasına bağlı olduğu açıktır.
Adeta devleti göreve çağırırcasına eleştiri yükselten TÜSİAD’ı biraz tanıyalım. Bizzat TÜSİAD tarafından verilen bilgilere göre, kurum mensupları ulusal gelirin yaklaşık % 50’sini üretiyormuş. Sanayimizin yüksek dış girdiye bağlı olduğu, hatta bu nedenle cari açığın fevkalade zorlandığı doğru ise, verilen oran safi üretimi yansıtmaz. Peki, sanayinin bu denli dış girdiye bağımlılığı hükümetin mi, yoksa muazzam kar yapan TÜSİAD’ın mı hatası ya da eksiğidir? 1961 Anayasası ile ithal ikameci korumacı sanayi yapılanmasına geçildiğinde, Güney Kore ve Malezya örneğinde olduğu gibi gelişen alanların tedricen dış rekabete açılarak ekonomik kalkınmanın sağlam temeller üzerinde yükseltilmesi görüşüne karşı dönemin varsıl sanayicileri karşı çıkarak, sanayi yapılanmasını verimliliği geliştiremeden dış girdilere mahkûm ikinci sınıf konumunda tutmada rol oynamadı mı? Hadi bunu geçelim, ulusal gelirin % 50’sini üreten bu grup kurumlar vergisinin % 80’ini sağlıyor demek biraz akla ziyandır, çünkü birinci örnekte tüm ekonomi kapsanırken, ikinci örnekte kısmı alan kapsanmaktadır. İkinci örnekte de tüm alanı, yani toplam vergi gelirlerini dikkate alırsak, kurumlar vergisinin toplam gelirleri içindeki payının % 16, bunun % 80’inin ise sadece % 13 olduğunu görürüz ki, bunun anlamı da ekonominin yaklaşık yarısını sağlayan bu dev grubun vergilerin sadece % 13’ünü karşıladığıdır. Bu durumu, TÜSİAD üyelerinin merhametine terk ederek başka konulara geçelim.
Konumuza biraz da dış ticaret açısından yaklaşırsak, yine TÜSİAD verilerine göre, kurum dış ticaretin % 85’ini gerçekleştiriyormuş. Güzel de, burada da gayrisafi ve safi ihracat arasındaki farkı belirttikten sonra, ihraç ürünlerimiz arasında teknoloji yoğun ürünlerin oranı fevkalade gerilerden gelerek ancak % 3,5’larda seyreden görüntü fazla övünülecek bir durum olmasa gerek. Türkiye, ithalatta 24üncü konumda iken, ihracatta ancak 32 inci konumda yerini buluyorsa, burada da fazla övünülecek bir görüntü yok demektir. Nitekim devamlı cari açık veren bir ekonomi olarak, 2023 verilerine göre, 56 milyar dolarlık cari açıkla, ulusal gelirin % 1’ine yakın bir boyutu yakalamış oluyoruz. Cari açığın geçmiş yıllarda % 5’lere kadar çıkıyorken, 2023 yılında azalmış olması ekonomik durgunluğun doğal sonucudur. Kısacası, bir burjuva toplumu sanayi loncası görünümündeki TÜSİAD’ın karnesi bu olmakla beraber, ülke yönetimi hakkında söz söyleyebilmesi onun da anayasal hakkı olarak görülmeli ve samimi olarak eleştirilerinin haklılığı üzerinde kafa yorulmalıdır.
İşin siyasi cephesindeki görüntüsü de, TÜSİAD’ın adeta ters yansımasını andırmaktadır. İktidara geliş yıllarını hatırlayalım, lütfen! İlk dönem vaatleri, ufak da olsa bazı uygulamalar, hatta geçmiş iktidarların baskıcı rejimlerine yöneltilen oldukça haklı ve ümit verici ifadeler insanlarınıza pek umutlu görünmedi mi, hatta bu laflara sazan gibi atlayan kendinden menkul kimi aydınlar “yetmez, ama evet” kervanını devreye sokarak, AKP’ye hayat öpücüğü sunmadı mı? Peki, günümüzde gelinen noktaya, yapılan icraata baktığımızda, ne toplumun genelinde vicdani huzur sağlayıcı, ne de çağdaş gidişatla uyumlu bir sistem görülüyor. Peki, ne yapılmak istenmektedir? Orta gelir grubu yoksulluğa doğru evrilirken, dünya akıllı makinelere ve/veya yapay zekâlara geçerken, ülkemizi bu yolda geleceğe taşıyacak eğitimli gençlerinizin, doktorlarımızın, mühendislerimizin yurt dışına gitmesine adeta ışık tutarcasına bigâne kalınması ülke yararına mıdır? Eğitim, hukuk sistemi, dış ilişkiler, en önemlisi ekonomi ve demokrasi anlayışı ülkemizin olması gereken yere uygun mudur? Acaba uygulanan politikalar ülkesel yarara mı, yoksa emperyalistin emeline mi uygun görülebilir?
Eleştiriye karşı takınılan tavır eleştiri alanın kültür ve anlayış seviyesiyle ilgilidir. Eleştiriyi tepki ile karşılayan kültür basittir, gelişmemiştir, güvensizdir. Buna karşın, eleştiriyi bir tür karşıdan tutulmuş ayna gibi görerek, düzeltilebilecek noktaları saptayıp, düzeltilmesine çalışmak ise gelişmiş, olgunlaşmış ve kendine güvenli davranış tarzını yansıtır. TÜSİAD-siyaset atışmasında sınıfta kalmış olduğumuz çok nettir. Benim görebileceğimi sanmıyorum, ama yine de ulus olarak büyümeyi, eleştirileri bir tür tavsiye ya da öneri olarak almayı öğrenerek, sınıf atlaması yaparız. Umarım !…