Donald: Gelini ata bindirmişler "ya nasip" demiş
Gücü eline geçiren , “Allah yarattı” demeyip bize yüklenmiyor mu? Yaşamın her alanında risk katsayısının arttığına dikkat çekiyor bağımsız uzmanlar. Neyle karşılaşacağımızı önceden kestirebiliyor muyuz? Neoliberalizmin ekonomik, toplumsal, kültürel, politik, şoven milliyetçi, ırkçı ilişkilerini ilk kez Trump ortaya çıkarmadı
Tülin Tankut
ABD başkanı Donald Trumph’ın Filistinliler için hazırladığı tehcir planı biraz şuna benziyor: Baba kızını zorla evlendirmek istiyor. Aile bireyleri kızı evliliğe razı etmek için dil döküyor. ( “Bir elin yağda, bir elin balda” olacak. Kız ağlayıp inlesin, dinleyen olur mu ? Hakkını arayabilir mi? O da kolay değil. Turbun büyüğü torbada: Toplumsal onay, babanın kızına yaptığı zorbalıktan suçlanmamasını sağlar. Zoraki evlilik dünya genelinde, bir çok kızın başına gelmiştir, gelmektedir, bu gidişle gelebilme olasılığı da yüksektir. Ancak bir de şu deyim var: “Gelini ata bindirmişler, “ya nasip” demiş. “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım” demiş o da!
Atasözleriyle devam edelim: Başkan Trump’ın iş adamı kimliğiyle yaptığı konuşmasında açıkladığı tehcir planı, ABD’nin devlet kurumları arasında eşgüdüm olmadığı kuşkusunu güçlendirirken, dünya liderlerinin de suskunluk içinde kalışları, “sükut ikrardan gelir” atasözünü getiriyor akla. Trump için çok şey söylenip yazılıp çiziliyor. Ağız değiştirir, U dönüşü yapar, blöf yapıyor, nabız yokluyor, ciddiye alınamaz, liste uzayıp gidiyor. Tabii bu arada onu akılcı, “savaşları bitirecek” , “özgürlük getirecek” diye övenleri de yok değil. (“Korku dağları bekler.”) Yeni kankası Elon Musk ile geçmişin muhasebesini yaparlarken yöneticilerin kirli çamaşırlarını da ortaya döküyorlar. Her şey dünyanın gözü önünde cereyan ettiği için emlakçi Trump’ın, tehcir sonrası hayali olan “riviyera”sı v.b. magazinel haberlere bir de burada değinmek gerekmiyor.
Ancak,onun bir sözüyle kağıt pipetleri bırakıp naylon pipetlere, zararını bile bile fit olan yurttaşların uysallığı, onu ikinci kez başkan seçen Amerikan halkı hakkında bir fikir veriyor. Üstüne üstlük , ister “kişi refikinden azar” diyelim, ister “üzüm üzüme baka baka kararır”; Trump vari politikalardan etkilenen diğer ülkelerin yöneticileri de halklarına, o politikaları aratmayacak şekilde kök söktürüyorlar. Trump’ın yemin törenindeki konuşmalarını hatırlayalım: Halka dair ne vardı içeriğinde ? Eğitim? Sağlık? Konut? Gelir eşitsizliği? İnsan hakları? Sendikal haklar? ABD’nin yurtdışına gönderdiği “ toplumsal eşitlik fonları”nı kaldırdığını ilan etti. (Baskılardan korkmuş olmalı ki, “şimdilik” demek zorunda kaldı.) Fonları israf diye eleştiriyor. Sömürgeci, emperyalist köklerinden kopamamış bir yönetici sınıfın üyesi olarak ondan başka ne beklenir ki? Yine ülkeleri kast ederek, birinden iyilik görürken ihtiyatlı olmalı uyarısını yapıyor.”Ne ka ekmek o ka köfte”! ( Son kurban Zelenski; yazık oldu Ukrayna halkına.) “Al diyetini” deme cesaretini göstermek kolay mı?
Mamafih Trump- Musk ikilisi Filistin tehciri planı başta olmak üzere son olaylardaki tutumlarıyla insan haklarının evrensel olduğu yanılgısını gözümüze soktular. Onların sınıfsal çıkarları, demokrasi girişimlerini önceler. Batılılaşmamış, geleneksel kültürünün dışına çıkamamış toplumları gözden çıkarmakta zorlanmazlar; sınıf ve toplumsal cinsiyet karşıtlığını, ırk üstünlüğünü (beyaz, Hıristiyan) gizlemeye gerek görmeyerek açıkça ifade ederler. Küresel ekonominin işleyişi için iş gücü piyasasının cinsiyetçi, ırkçı, şoven milliyetçi, etnik vb. bölünmüşlerinin kullanıldığını bal gibi bilirler. Siyaset alanı, serbest piyasa anlayışına göre biçimlendirilmiş olduğundan sınıf, kapitalizm, emperyalizm v.b. insanlığın yararına olan kavramların görünmez kılınması işlerine gelir. Böylelikle toplumsal değişimin zorunlu bir koşulu olan örgütlü mücadele zemini ortadan kaldırılmış olur. ( Musk, kalkmış “barikat solcuları” diye devrimcileri küçümsüyor. Öbürü, seçimlerde Kamala Harris “komünisttir” propagandası yaparak seçmeni korkutuyor. )
Peki bizler, dünyanın sıradan vatandaşları olarak ne yapıyoruz?
Gücü eline geçiren , “Allah yarattı” demeyip bize yüklenmiyor mu? Yaşamın her alanında risk katsayısının arttığına dikkat çekiyor bağımsız uzmanlar. Neyle karşılaşacağımızı önceden kestirebiliyor muyuz? Neoliberalizmin ekonomik, toplumsal, kültürel, politik, şoven milliyetçi, ırkçı ilişkilerini ilk kez Trump ortaya çıkarmadı. Ancak köklü bir toplumsal değişime yönelebilmek için bilgilenmemiz gerekir. Sözgelimi, emek düşmanı Trump’ın dünyanın yarısını oluşturan kadınların ikinci cinsliğe karşı mücadeleleri hafife alan tavrını kabul edebilir miyiz? Cinsiyet eşitsizliğinin kurgusal olduğunun ortaya çıkarılması, kadınların sömürü ve ezilmeye karşı somut kazanımlar elde etmelerini sağlamıştır. (Trump bilesin!) Trump sayesinde (!) göçmen, sığınmacı gerçekliğini de öğrenmiş olduk. Hiçbir insani duygu belirtisi göstermeden – Musk’ın gittiği her yere çanta gibi taşıdığı dört yaşındaki oğluna bile – hareket eden ve bize gerçeklikle bağlantılarını koparmış olmalı,dedirten bir lider mi dünyaya rehberlik edecek? Buna boyun eğmenin anlamı, insanlığın yazgısını barbarlığa teslimiyettir. Benzer zihniyetteki ve tutumdaki liderler de bilsinler ki halklar, nesnel koşulları elvermediği için kendilerine duydukları öfkelerini eyleme dönüştürmekte zorlanıyorlar.
Ancak neoliberal toplumun bireyleri olarak bizler, ortak suskunluğumuzun bize nelere mal olduğunu hiç düşünüyor muyuz? ( En başta milyonlarca ölü! İşgal !Geleceksizlik! Sürgün!) Emperyalistlerle suç ortaklığı yapma konumuna düşmüyor muyuz eli böğründe, olayları seyretmekle? Sustuğumuzda uğradığımız haksızlıklar; sömürü ve şiddet olarak istatistiklere eklenmekle kalıyor! Peki, İnsanlığı özgürleştirmek isteyenler yok mu?” Her mihnet kabulüm” diyerek bağrını düşmana açmaktan yılmayanlar? Uzağa gitmeye gerek yok, birkaç gün önce, İsrail meclisindeki muhalif kanat, Netanyahu’nun ırkçı, yayılmacı, militarist konuşmasını keserek protesto ettiler. (Sonra da grup halinde dışarı çıkarıldılar. Akıbetleri ? Meçhul.)
Kendimize sormamız gereken ilk soru şudur: Bu yaşam bizi tatmin ediyor mu?
Gerçeklerden kaçmak yerine, ne idiğü belirsiz, neoliberal damgalı “kendiyle barışık olmak” türü, iletişim yoluyla bize dayatılan dış telkinleri gözden geçirip kendimizi aşabilmeyi , varoluşsal bir sorgulamayla başarabilmek, çıkar yoldur. (Devam edecek.)