Ekonomik gidişat düzelir mi?-II
1999 sonuna doğru sürüklendiğimiz krize çözüm Dünya Bankası reçetesinde olması gerekirken, IMF’nin kapıya dayanması, bizi pohpohlarcasına gelişen piyasa olmamızdan değil, bizzat kendilerinin sömürülecek bir ekonomiye ihtiyaçları olmasındandı.
?
İki yazı olarak tasarladığım bu serinin ilk yazısı şu cümle ile sonlanmakta idi, hatırlayalım: “Gelecek yazıda, böylesi verimsiz sanayi yapısı temelinde yükselen ekonomik sorunlara, ekonominin genel planlanması yerine Orta Vadeli Program (OVP) gibi afaki yöntemlerle çare üretilemeyeceği üzerinde tartışmalarımızı sürdürelim” sözcüğü ile bitirmiştim. Tarih geçmiş olaylarla ilgilidir, fakat bazı olaylar da çok yakın tarihle ilgilidir. Geçmişe ait tarih bugünün zeminini hazırladığı gibi, çok yakın tarih de geçmişin olumsuzluklarını sürdürmeyi dayatır. Bugün bu konuyu ana hatları ile açıp, düşünen dostlarımızı, zamana uyma modasından vaz geçip, tüm utangaçlıklarından arınıp, düşünmeye davet ediyorum.
Pekâlâ, hemen ilk cümleyi söyleyeyim: Temel yaklaşım olarak, Türkiye ekonomisinin çözüm konusu Orta Vadeli program limanına değil, ekonomik planlama-programlama modeli limanına bağlanmasını gerekli kılar. Sebep çok açıktır. Şöyle ki, Türkiye ekonomisinin sorunu üst yapı sorunu değil, alt-yapı, yani üretim ilişkisi, verimlilik ve sektörel planlama sorunudur.
Sorun bu şekilde ortaya koyulunca, yaşanan enflasyonun ana sebebinin üretim ilişkisindeki verimsizlik olduğu anlaşılır. Hal bu ise, iç talebin kısılması halkımızı yoksulluğa sürüklemekle birlikte hiçbir şekilde enflasyona kalıcı çözüm üretemez. Belki bir süre fiyat artış hızında yavaşlama olabilir, fakat baskı kalktığı anda fiyatlar derhal tekrar yükselmeye başlar.
O zaman, yapılması gereken üretim alt-yapısını yaygınlaştırmak, verimliliği yükseltici önlemleri almak ve dünya koşullarında seçici sektörel planlama modeline gitmek olmalıdır. Türkiye’nin bu modele uygun harika bir alt-yapısı da vardır. Bunlardan biri, 1961 Anayasası doğrultusunda kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı ve aynı çizgide girişilen beşer yıllık reel planlama modeli deneyimidir. IMF dayatmalarıyla can çekiştirilen bu model Türkiye’nin bugün şiddetle ihtiyacını duyduğu modeldir. İkincisi ise, Türkiye İşçi Partisi’nin hazırlamış olduğu “Demokratikleşme İçin Plan-1978-1982” modelidir.
Şimdi hemen böylesi planlama döneminin bittiği gibi itirazlarını işitir gibiyim. Bu dostlara yanıtım şu olmaktadır. Bizim gibi ekonomilere kimler önceleri “kalkınmamış ya da geri kalmış ekonomiler” sıfatını verdi de, bir aşama sonra “kalkınmakta olan ekonomiler” sıfatını layık gördü, son kertede ise “gelişen piyasalar” (emerging markets) modelini uygun gördü. İşte değerli dostlar, aynen Washington Consensus dayatmasında olduğu gibi, bu isimler bize uygun görülürken ve Waşington Uzlaşması dayatılırken bizler kararda varmaydık? Yoksa acaba şöyle mi düşünmemiz gerekiyor: Tüm bu kararlar gelişmiş ülkeler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda alınmakta ve yine kendi çıkarları doğrultusunda bizler dayatılmaktadır? Bunu düşünemeyiz, çünkü düşünürsek, modaya uymamış oluruz, ayıp olur, hatta otistik yapıya büründürülen iktisat bilim dünyasından dışlanırız, diye telaşa kapılırız. Farkında olmalıyız ki, biz emperyalizmi okuturken dahi, Batı kaynaklarından aktarma yaptığımız için sorunu da, sürecin işletilişini de tam olarak anlayamıyoruz, yorumlayamıyoruz. Kültür emperyalizminin şahika görüntüsü! Emperyalizmi, Paul Baran ile birlikte yazdığı “Monopoly Capital” kitabı ile anlatan ve tüm dünyaya öğreten Paul Sweezy ’yi, herkesin gıpta ile baktığı ve gitmek istediği ünlü Harvard Üniversitesi kadrosundan kovmadı mı? Durum budur!
Türkiye, Osmanlı’nın mirası olduğu kadar, soğuk savaş döneminde kapitalist ağın korunmasında olarak da örtülü şanssızlık tünelinde safa sürerken, bu safa tüneli sarhoşluğu Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile de, maalesef, sonlandırılamadı, çünkü derin bir tarih de, yakın geçmiş de milleti devamlı uykuda tutarken, bu durum emperyalistin de işine geliyordu. Emperyaliste göre bu uyku, hatta mafyatik uyuşukluk işinde devam etmeliydi. Zira artık ortada komünist olmaması, Türkiye’deki sol alımlar da sönümlenmiş olarak, artık ne komünizme karşı “yeşil kuşak” ne de İslam dünyasına karşı “ılımlı İslâm” öğretisi-dayatmasına gereksinme vardı. Şimdiki konumuz, derin krizini bir türlü çözemeyen kapitalist merkezin görece büyük ve potansiyel olarak güçlü bir sömürü odağına olan ihtiyacını gidermekti. İşte 1999 sonuna doğru sürüklendiğimiz krize çözüm Dünya Bankası reçetesinde olması gerekirken, IMF’nin kapıya dayanması, bizi pohpohlarcasına gelişen piyasa olmamızdan değil, bizzat kendilerinin sömürülecek bir ekonomiye ihtiyaçları olmasındandı. Bu durum, IMF danışmanlarının bizzat Dünya Bankası makalelerini dahi atlayarak, lirayı güçlü para birimi dolara bağlayıp, 2001 Şubat ayında krize sürüklenmemize sebep olmasında da çok açık görülür. İşte o programdır ki, ekonomimiz, sanki gelişmiş bir üretim sektörü ve derin bir borsa yapısı varmış gibi, yüksek faiz peşinde koşan atıl Batılı fonların kucağına fırlatılmış oldu. Ve sonuç ortada!
Sonuç derken, akil iktisatçılarımızın AKP dönemi ile ilgili “ilk dönem ve ikinci dönem” ayırımı cehaletine kapılmayalım, lütfen. İlk dönem, atıl Batı sermayesinin IMF destekli güvenli ekonomiye, “yap-işlet-devret” ve “kamu–özel ortaklığı” başlıkları altında “akıllı projeler” ile devletin bizzat kendi halkını sömürücü ortaklığında ekonomiye duhul dönemidir. Evet, bazı parlaklıklar yaşandı, ancak torunlarımıza sarkacak sonuç AKP’nin beğendiğimiz birinci dönemindeki yansımadır. Boğazımıza kadar battığımız borcu çocuklarımıza taşırken dahi iktidarı destekliyoruz. Bu nasıl bir gaflettir!
Bunları geçmiş yazılarda da konuştuk. O nedenle kısa keserek, Türkiye’nin kapsayıcı bir planla:
1. İnsan stoku planlaması: nüfus yapısı planlaması, eğitim planlaması, sağlık planlaması ve ileriye güvenle bakış bağlamında kapsamlı ve samimi bir planlama gerekiyor. Bu plan, eğitim ve sağlık hizmetleri kadar, toplumun geleceğinin de güvenle algılanabileceği bir siyasi yapıyı gerektirmektedir. Yurt dışı giden beyinlerin güvenle ve destekle ülkeye çekilmesi projesi geliştirilmelidir.
2. Maddi sermaye stoku planlaması, tasarruf-yatırım planlaması, sektörel planlama vs gereklidir.
Hiç uzatmaya gerek yok; bu talepler, ne denli samimiyetle gerçekleştirilmeye çalışılırsa çalışılsın kapitalist sistemde geçerli olamaz, hele de dörder yıllık siyasi yapılarda, siyaset ve devlet korumasından çıkmak istemeyen siyasi yapılanmalarda asla olamaz,,. Emperyalizme bu kadar batmış, potansiyel kaynağın amaçladığı çıkarı ve faiz yükünü dahi düşünemeden salt para gelsin diye finansa sarılan bir zihniyetten çıkış olmadıkça, kapsamlı bir reel planlamaya geçilmeden, kapitalist modaya uyarak dünya serseri parasından medet uman bir politika ve görüşün bu ülkeye sağlayacağı bir yarar olamaz, bırakalım yararı bir tarafa ülkeye çok büyük zararı olur ve zaman kaybına yol açar. Zihniyet bu oldukça, ekonomik gidişat düzelmez, dalgalanarak sömürülür, insanımız, emek gücümüz boş kasnak gibi çalışır, deli gibi çabalar, ancak, bugün olduğu gibi, bir zaman sonra gelecekte de boşa çalışmış olduğunu görür. Ana-akım iktisat kapitalist-burjuva iktisadıdır, ondan medet ummak, kapitalizme, burjuvaziye hizmettir.