Evlilik bağı
Demek ki, geçim derdi çeken kişi , hep tedirgin, hep endişelidir, huzura kavuşamaz. Bunun acısını çeken bilir. Dünya gözüne anlamsız görünür kişinin. İçine çekilir, yalnızlaşır. Dış dünyayla bağları gevşer. Bastığı yere güven duymaz. Çaresizliğin öfkesi şiddete yol açar. Özetle, basmakalıp teselli sözleriyle ,birilerini olmayacak duaya amin dercesine evlenecek kişilere yardımcı olmaları için varlıklı çevrelere çağrıda bulunmak türü ülküsel söylemlerle bir yere varılamaz.
Fatma Zafer
Geleneksel anlayışa göre evlenmek isteyen kişi, ömür boyu kopmayacak bir bağ arıyordur. Bu yüzden kişinin kendini ailesine adamaya hazırlıklı olması beklenir. Peki ne oldu da değerler ve inanca dayalı bu evlilik anlayışı artık pek rağbet görmez oldu ? Bunun çağa özgü çeşitli nedenleri var ki, ayrı bir yazı konusudur.
Ama geniş kitleleri ilgilendiren en önemli neden neoliberal politikalardır. Refah devleti sürdürülebilirliğini yitirdi; çünkü kapitalizmin, soluk alabilmek için işçi ve emekçilere verdiği bir ödündü bu. Nitekim, peş peşe ekonomik krizler baş gösterince refah devletinin kazanımları da tek tek elden çıkarıldı. Gün geçtikçe çalışan kesimin daha nelerle karşılaşabileceğini endişeyle izliyoruz.
Evliliği geciktiren , tahmin edilebileceği gibi kişilerin geleceğe dair korkularıdır. Yasalar önünde bütün yurttaşlar eşit olduğuna göre, kadınlar da çalışma hakkını kullanmak isteyeceklerdir. (Ancak, günümüzde tüm dünyada yaratılan şu kuşku özellikle dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar açısından önemli: Herkes yurttaş sayılıyor mu?) Anayasadaki eğitim, çalışma, korunma, emeklilik, geçinmek için gelir güvencesi gibi haklar, hangi ülkede gerektiği gibi sağlanıyor? İstihdam için eğitim temel bir hak olmaktan çıkıp piyasanın insafına terk ediliyor, ondan da dar gelirli kesimin çocukları yararlanamıyor.
Neoliberalizm koşullarında artık tam istihdam da söz konusu değildir. Esnek çalışma asgari düzeyde bir geçim için yeterli geliri sağlayabilir mi? Dolayısıyla çalışanların iş güvenliği ve çalışma koşulları gündeme gelmemekte, temel haklar serbest piyasa ekonomisinin esnek çalışma uygulamalarına teslim olmaktadır. Ülkemizdeyse ekonomik krizin, yüksek enflasyonun olumsuz etkilerinin çalışan kesime sorumluluk yüklemekle giderileceği öngörülüyor.
Demek ki, geçim derdi çeken kişi , hep tedirgin, hep endişelidir, huzura kavuşamaz. Bunun acısını çeken bilir. Dünya gözüne anlamsız görünür kişinin. İçine çekilir, yalnızlaşır. Dış dünyayla bağları gevşer. Bastığı yere güven duymaz. Çaresizliğin öfkesi şiddete yol açar. Özetle, basmakalıp teselli sözleriyle ,birilerini olmayacak duaya amin dercesine evlenecek kişilere yardımcı olmaları için varlıklı çevrelere çağrıda bulunmak türü ülküsel söylemlerle bir yere varılamaz. Kaldı ki, boğaz tokluğuna razı olmuş evli kadın ve erkekler de, işle ev arasında ömür tüketirken akılları evde bıraktıkları çocuklarında ve onların geleceklerinde olmayacak mıdır? Peki geleceğe yönelik umut veren bir gelişme ufukta görünüyor mu? Emperyalistler; kamu harcamalarını, sağlık ve eğitim gibi toplumun refahını artıracak alanlara değil, savunma sanayiine yapıyorlar. Dünyayı da peşlerinden sürüklüyorlar.
Sonuç olarak, devletler halklarına karşı olan tarihsel sorumluluklarını yerine getirmedikçe barış içinde, hiçbir toplumsal sorunu çözemezler. Ülkemiz de yoksul bir ülke değildir. Sorun, zengin ve yoksul ayrımıdır. Demek ki bu durumu yaratan kapitalist sistem değişmeden bu eşitsizlik de ortadan kalkmayacaktır. Kendimizi kardeşlik bağlarıyla da kandırmayalım. Bu bağlar, ancak bencil çıkarlardan vazgeçildiğinde kurulabilir.