Geçen yılın sözcükleri
Gerçekte bireyin yalnızlığını kapitalist modernleşmeden ayrı düşünemeyiz. Örneğin kentlerde yoğunlaşan nüfusla birlikte ortaya çıkan devasa toplu konutlar, AVM’ler, metro istasyonları, bireye kendini küçük ve önemsiz hissettiriyor. Diğer bir deyişle megapol insanı kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyor.
Oxford Sözlük tarafından 2004’ten beri sürdürülen yılın sözcüğünün belirlenmesi uygulamasına öykünen Türk Dil Kurumu (TDK), geçtiğimiz yılın sözcüğünü bir süre önce açıkladı. Açıklamaya göre yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı halk oylamasında “kalabalık yalnızlık” yılın sözcüğü seçilmiş. Bu terim, dijital iletişimin egemenliği altındaki kullanıcılara ilişkin önemli bir psikososyal olguya vurgu yapıyor.
Gerçekte bireyin yalnızlığını kapitalist modernleşmeden ayrı düşünemeyiz. Örneğin kentlerde yoğunlaşan nüfusla birlikte ortaya çıkan devasa toplu konutlar, AVM’ler, metro istasyonları, bireye kendini küçük ve önemsiz hissettiriyor. Diğer bir deyişle megapol insanı kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyor.
Teknolojik doğası gereği tek tek bireyleri hedef alan dijital iletişim araçları ise gerçek yaşamın suretini sanal ortama yansıtıyor. Bu ortam, insanlar için tekil bir yaşam kurguladığı için atomize edilmiş bireyler, toplum oluşturacak ortaklıklar kuramıyor. Birbirine benzemeyen kalabalıklar farklı sanal toplulukların üyeleri olarak varlıklarını anlamlandırmaya çalışıyor. Ekranın içine hapsolmuş kullanıcılar, çok sayıda geçici ve yüzeysel ilişkiyle oyalanıyor. Dolayısıyla derin ve anlamlı ilişkiler kurmaya ne istek, ne de zaman kalıyor. Beğeni ya da takipçi sayısı gibi nicel sonuçların yüceltilmesine odaklı genel geçer değer yargısı, ortaklık kurmak gibi algılanıyor. Ne var ki bu algı, bireylerin gerçek yaşamdaki yalnızlığına çare olmuyor. Yılın sözcüğünü belirleyen 1 milyon kullanıcıdan oluşan kalabalık belki de bu yüzden yalnızlıktan yakınıyor!
1980-2000 yılları arasında geniş kitleleri hedef alan televizyon ve diğer geleneksel iletişim araçlarının insanlarda bugüne oranla çok daha fazla ortaklık duygusu uyandırdığı söylenebilir. Homojen ve standart bir kitle yaratıp insanları yönlendirdiği için eleştirdiğimiz televizyon dönemi, gerçekte parçalanmamış bir kalabalığı ortak gündemde buluşturma gücüne sahipti.
Yeri gelmişken Oxford Sözlük tarafından 2024 yılı için seçilen ‘beyin çürümesi” sözcüğüne de değinmek istiyorum. Bu terim, sosyal medyada aşırı miktarda düşük nitelikli içeriğe maruz kalmakla ilgili kaygıyı vurguluyor. Dijital trafiğin hızına koşut biçimde üretilen çok sayıda niteliksiz içerik, bireyin hem zihinsel, hem de duygusal sağlığını tehdit ediyor. Paylaşımları görüp geçmeye yönelten hızlı akış, kullanıcıyı az sayıda nitelikli içeriğe karşı da duyarsız kılıyor. Ekrandan akıp giden tüm paylaşımlar, birbiriyle eşitlenip sıradanlaşıyor. Ayrıca dijital trafiğin hızlı ritmi, bireyde dikkat eksikliği ve odaklanma sorunu yaratıyor. Gerçekte egemen sınıfın isteği, insanların kendi yaşamlarını ilgilendiren konulardan uzaklaşması; toplumsal alandan kopup kişisel alanın dar sınırları içinde salt tüketici kimliğiyle yer alması. Böylece dijital teknolojileri ve özellikle yapay zekâyı anti-hümanist amaçları için kullanmak isteyenlerin işi de kolaylaşmış oluyor. Fransız felsefeci Éric Sadin’in “ılımlı dijital totalitarizm”olarak adlandırdığı yarının siyasal düzeni, yapay zekâ temelli otomasyonu öngörüyor. Yani hata yapabilen insanın yerini kusursuz algoritmik sistemler alacak. Donald Trump’ın deha olarak gördüğü Elon Musk’ı yanından ayırmamasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
İnsanlığın neredeyse ilkel komünal yaşama özlem duyacağı zamanlara doğru hızla ilerliyoruz. Anti-hümanist iktidar sahipleri, insandan bağımsız algoritmik bir düzen kurduğunda beyni çürümüş kalabalıklar daha da yalnızlaşacak. Bu olasılık, özellikle emekçi kesimlerin geleceğini ilgilendirdiği için sosyalistlerin “algoritmik kapitalizm” ile mücadeleyi ivedilikle gündemine alması gerekiyor.