Gerici AKP ve faşist MHP’nin komisyon masasında dans eden “Meclis solu”
22-12-2025 15:282010 yılındaki ilk yetmez ama evet süreci AKP iktidarına güç vermiş, devleti ele geçirmenin kapıları açılmıştır. Bugün yaşadığımız ikinci yetmez ama evet süreci ise AKP iktidarının böylesi kritik bir eşikte kendisini kurtarmasını sağlayabilecek önemli bir faktör olup, Meclis solunun şimdiden şapkayı önüne koyarak düşünmesi gerekmektedir. Çünkü bu süreçten ne demokrasi ne de Kürt sorununda çözüm çıkacaktır.
ALİ RIZA ÇELİK
Bu konuyu ele alırken öncelikle tarihe dönük bir atıf yapmak yerinde olacaktır. Bundan yüz yıl öncesine ve hatta 1914’ler kadar gidelim. O dönemin “dünya komünist hareketi”nin merkezi olarak adlandırılabilecek İkinci Enternasyonal’deki tartışmalar üzerinden günümüze birkaç spot tutmaya çalışalım.
1889 yılında kurulan İkinci Enternasyonal içinde her türlü eğilimi barındırmaktaydı. 20. yüzyıl başı itibariyle ise İkinci Enternasyonal’in Marksizm’den uzak ve sağa açılan yönelimi kesinlik kazanmaya başlamıştır. Bunun bir sebebi olarak Enternasyonal’i oluşturan önemli partilerde dünya kapitalizminin emperyalist aşamaya geçmesi sonrasında devrimci hedeflerden sapmanın ortaya çıkmasını tespit edebiliriz.
Bu sürecin sonucu Marksist ilkelerin terki ve tamamen sağa kayan bazı partiler ile bunların önderlerinin işçi sınıfının mücadelesine karşı pozisyona geçmeleridir. Buradan hareketle, siyasal iktidar fikri dışlanmakta, sosyalist devrim yerine aşamalı devrim ya da kendiliğinden geçiş gibi tezler propaganda edilmekte, başta ekonomizm olmak üzere proletaryanın bağımsız siyasi örgütlenmesinin önüne farklı eğilimler çıkartılmakta, parti ve örgüt burjuvaziyle savaşın değil uzlaşmanın aracı olarak kurgulanmaktadır. Bu bahsedilenler başta Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt siyasi hareketi ve onun kanatları altına sığınan bir dizi sol oluşumun pozisyonunu güncel olarak ifade etmeye yeter olsa gerek.
Bu durumun oluşmasında diğer neden ise Birinci Enternasyonal’den devreden bazı sorunların, İkinci Enternasyonal’in bağrında yeniden gelişmesidir. Bu sorunların başında da biraz önce bahsettiğimiz kapitalizmin gelişim dinamiklerine tek tek ülkelerden ne şekilde yanıt verileceği, sosyalist devrime nasıl ulaşılacağı ve bunun ülke ölçeğindeki örgütünün nasıl olacağı sorularına verilen sağlıksız yanıtlar olduğu açıktır. Leninizm’in bunlara verdiği yanıtlar o dönemki en devrimci yanıtlar bütününü oluşturmuş, pratik karşılığı ise 1917 yılında şekillenmiştir.
Bahsedilen tüm tartışmalar üzerinden İkinci Enternasyonal’de sağ kanat, merkez ve sol kanat oluşmuştur. Almanya’daki sosyal demokrat parti sağ kanadın temsilciliğini üstlenirken, sol kanat daha küçük olmasına rağmen Lenin’in önderlik ettiği Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) tarafından temsil ediliyordu. Merkezde yer alanlar ise genelde sağ kanadın politikalarının meşrulaşma zemini olarak görülüyordu. Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin ve sağ kanattaki diğer sosyal demokrat partilerin Birinci Dünya Savaşı’na giren kendi hükümetlerini desteklemesi ile İkinci Enternasyonal’de yaşanan derin yarılma esnasında İkinci Enternasyonal’in merkezinde Kautsky gibi figürler bulunmaktaydı. Lenin bu konuda çok net bir tutum almış, bir yandan bu oportünist tutumu eleştirmiş, diğer yandan savaşın emperyalist karakterini ortaya koyarken Rusya’da sosyalist devrime doğru arayış içinde olmuştur.
Bu tarihsel durumdan hareketle günümüz Türkiye’sindeki bir tartışmaya göz atmak önem taşımaktadır. Tartışma konularından birisi aşağı yukarı şöyledir: Komünistlerin yurtseverlik siyasetine dönük liberallerden, Kürt ulusalcı hareketinden ve onlarla ilişkili sol çevrelerden gelen temel eleştiri, yurtseverliğin sosyal şovenizm anlamına geldiği ve bunun köklerinin İkinci Enternasyonal’deki sağ kanadın oportünist tavrının devamı olduğudur. Bu tartışmanın birkaç boyutu bulunuyor.
Birincisi, Kürt hareketine endeksli sol açısından anti-emperyalist mücadele tali, “ezilen ulus milliyetçiliği” ise aslidir. Bunun günümüzde vardığı nokta ise bazı sınırları çoktan aşmıştır. Emperyalizm ile işbirliği içerisine giren Kürt ulusalcısı ve liberal hattın başta “Meclis solu” olarak niteleyebileceğimiz TİP ve EMEP olmak üzere Türkiye solunda belli çevreler tarafından kutsanması emperyalizme karşı mücadele etmeden sosyal şovenizme karşı nasıl mücadele edilir sorusunu da beraberinde getirmektedir. Bu çevreler tarafından bu sorunun yanıtı verilmemektedir.
İkincisi ise daha kritiktir. Türkiye’de sermaye devleti tarafından başlatılan ve “Terörsüz Türkiye” olarak tanımlanan sürecin dışarıda Amerikan barışına, içeride ise bir “burjuva çözüm” sürecine denk düştüğü açıktır. Böylesi bir evrede, burjuva iktidarı tarafından ortaya atılan “iç cepheyi tahkim etme” çağrısı farklı düzlemlerde ve düzeylerde karşılık bulmuştur. Bu açıdan Kürt sorununda çözüm adı altında, sermaye devletinin pazarlıkçı dış politika ve pragmatik iç siyaset yönelimi liberallerden başlayarak TİP ve EMEP’e kadar destek almıştır. Örneğin Cengiz Çandar’ın doğrudan ve açık bir şekilde buna yeşil ışık yakan konuşmalar yapması; kendilerini sosyalist ve işçi partisi olarak gösteren oluşumların komisyona katılması ise bu durum en önemli belirteci olarak ifade edilebilir.
Sermaye iktidarı Ortadoğu’daki yeni durumdan (yeni durum Devlet Bahçeli’ye göre de PKK yöneticilerine göre de neredeyse üçüncü bir dünya savaşıdır) hareketle Türkiye’nin bekasını gözettiğini ifade etmekte ve herkesi defansa davet etmektedir. Bunun adı ise iç cephe olarak adlandırılmaktadır. AKP-MHP eliyle bir yandan istibdat rejimi tahkim edilirken diğer yandan demokrasi adına çözüldüğü söylenen Kürt sorunu yeni rejime entegrasyonun en önemli siyasal gündemi olmuştur. Meclis solu ya da reformistler ise bu oyuna gelmiş, başta komisyona girerek devamında ise DEM Parti ile köprüleri atmayacak bir siyaset ile iç siyasetinin parçası olmuşlardır.
Bu noktada şu soruların sorulması isabet olacaktır:
Yeri geldiğinde komünistleri ya da devrimcileri “sosyal şoven” olmakla itham eden ve İkinci Enternasyonal’deki sağ oportünist çizgi ile örtüştüren reformist, liberal ve Kürtçü çevrelerin bugün istibdat rejiminin faşist partisi MHP ile aynı masaya oturması nasıl açıklanabilir? Ya da Birinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da kendi hükümetini destekleyen oportünist sosyal demokrat partiler ile bugün sermaye devletinin iç ve dış tahkimatına meze olan TİP ve EMEP’in oportünizmi arasında bir fark kalmadığını söylemek doğru değil midir? O zaman da savaş var diyerek burjuvazi destek istiyordu, bugünse “dışarıda tehdit var bir olalım” diyerek destek istenmektedir. O zaman bu desteği verenlerin siyasi evlatları bugün Meclis’te istibdat rejimine komisyon desteği vermekteler.
Bugün popülist siyasetin artık oportünist bir tarzda kendini yeniden ürettiği bir evreden geçildiği açıktır. AKP – MHP eliyle kurulan komisyona katılan Meclis solu, her platformda orayı denetlemek gibi kendilerine neden düştüğü belli olmayan uydurulmuş bir misyon ile hareket etmekte, çanlar İmralı görüşmesi için çaldığında ise bir sonraki dönem milletvekilliğinin garanti edilmesi adına DEM Parti’nin çizgisi desteklenmektedir.
Bugün ülkemizde Kürt sorunu üzerinden düzen cephesinde bir oyun ve masalar kurulduğu açıktır. Dikkat edilmesi gereken nokta komplocu yaklaşımlara düşmeden süreci çözümlemek, sosyalist hareketin Kürt sorunundaki çözümünün emekçi sınıflar, yani Türk ve Kürt emekçileri tarafından benimsenmesini sağlamaktır. AKP ve MHP aracılığı ile sermaye devleti tarafından kurulan çözüm masasından, despotik rejimin oturması, yeni anayasasının yapılması, Kürtlerin sisteme tam boy entegrasyonu ve emperyalizm ile tam uyumdan başka bir şey çıkmayacaktır. Meclis solunun böyle bir masaya yerleşmesi ise kabul edilebilir değildir. Yaptıkları tek şey gerici, faşist bir koalisyona meşruiyet kazandırmaktır.
Bu masaya oturan Meclis solu, yani TİP ve EMEP, sosyalizm, siyasal iktidar, işçi sınıfının devrimi gibi derslerden sınıfta kalmıştır. Aşamacılık, iktidardan kaçış ve işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi yerine ekonomizm, devrim yerine demokrasicilik oyunu bugün Meclis solunun ruhunu oluşturan kavramlardır.
2010 yılındaki ilk yetmez ama evet süreci AKP iktidarına güç vermiş, devleti ele geçirmenin kapıları açılmıştır. Bugün yaşadığımız ikinci yetmez ama evet süreci ise AKP iktidarının böylesi kritik bir eşikte kendisini kurtarmasını sağlayabilecek önemli bir faktör olup, Meclis solunun şimdiden şapkayı önüne koyarak düşünmesi gerekmektedir. Çünkü bu süreçten ne demokrasi ne de Kürt sorununda çözüm çıkacaktır.


