HÜDA PAR, süreç raporunda şeriatı savundu: Vatandaşlık tanımının değişmesini önerdi
HÜDAPAR mecliste sürdürülen çözüm sürecine ilişkin 57 sayfadan oluşan raporunu dün meclis başkanlığına sundu. Raporda vatandaşlık tanımının değiştirilmesi talebi, Sykes-Picot anlaşması ile belirlenmiş sınırların ortadan kaldırılması, Şeyh Sait ve Said Nursi'den özür dilenmesi ve mezar yerlerinin açıklanması gibi taleplere yer verilmesi dikkat çekti.
HÜDAPAR Meclis’te sürdürülen çözüm komisyonu çalışmaları kapsamında hazırladığı süreç raporunu dün Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’a sundu. HÜDAPAR’ın hazırlamış olduğu raporda dikkat çekici birçok başlık yer alırken özellikle yeni yasa tartışmaları kapsamında yalnızca bir örgüte değil silah bırakan herkese yönelik bir düzenleme yapılması için yaptığı vurgu dikkat çekti.
Bununla beraber HÜDAPAR’ın raporu vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, Şeyh Sait ve Said Nursi için özür dilenmesi talebi, anadilde eğitim gibi başlıklar ile dikkat çekti.
Raporda öne çıkan başlıklar şöyle:
“TÜRK-KÜRT-ARAP” İTTİFAKI
BirGün’de yer alan habere göre Hüdapar sürecin strateji hedefinin yalnızca Türkiye ile sınırlı olmadığını ve etnik ve bölgesel bir hedef doğrultusunda kurulacak “Türk-Kürt-Arap” ittifakını öne çıkarıyor:
“Siyonist tehlikeye karşı “Türk-Kürt-Arap İttifakı” olarak özetlenebilecek “terörsüz bölge” söylemi; Kürt, Arap, Alevi ve Sünni fark etmeksizin bir bütün olarak Suriye’nin de Esad sonrası adil, huzurlu ve güven veren bir devlet düzenine kavuşması hedefiyle de örtüşmektedir. Ancak öncelikli hedef, Türkiye içinde silahların devre dışı kalması ile sorunlarımızı, çözüm için elverişli olan sivil siyaset zeminine taşıyıp sakince tartışmak olmalıdır.”
2013-2015 VE GEZİ DEĞERLENDİRMESİ
HÜDAPAR’a göre PKK ve Kürt siyasi hareketi, özellikle 2013-2015 yılları arasında hatalı bir tutum izledi; 6–8 Ekim olayları sürecinde ise bölgede güç kazandı. Parti, AKP ile paralel biçimde, bu dönemde yaşanan gelişmelerde PKK’nin eylemlerini çözüm sürecinin akamete uğramasında belirleyici bir etken olarak değerlendiriyor.
“Önceki Çözüm sürecinin emperyalistlerin PKK’ya Suriye sahasında bulunduğu vaatlere kurban edildiği ortaya çıkmıştır. Türk ve Kürtlerin barış içinde bir arada yaşama çabası olan çözüm süreci, ABD’nin Suriye’deki desteğine karşılık “Erdoğansız Türkiye” talebine feda edilmiştir.”
“O süreçte HDP, Gezi Olaylarının da etkisi ile Erdoğan’ın başkan seçilmemesi için adeta seferberlik ilan etmişti. Erdoğansız bir Türkiye hayali ile çözüm sürecini akamete uğratan ekibin, bir kez daha harekete geçme ve süreci Amerika ve israilin vaatlerine kurban etme ihtimali göz ardı edilmemelidir.”
YASAL DÜZENLEMELER
Raporda yapılması planlanan yasal düznelemelerin daha geniş bir çerçevede ele alınması ve bu anlamda kişiye ve örgüte özel değil, genel ve soyut olarak ele alınması vurgulanıyor ve şunlar söyleniyor:
“Sürecin selameti, toplumsal desteğin tahkim edilmesi ve hukuki güvenliğin sağlanması adına; yapılacak yasal düzenlemelerin “kişiye veya tek bir örgüte özel imtiyaz” algısından uzak, hukuk devletinin “genellik” ve “eşitlik” ilkelerine uygun olması hayati önem taşımaktadır. Mesele sadece bir örgütün dağdan indirilmesi değil, topyekûn milli dayanışma ve kardeşliğin pekiştirilmesi ise atılacak hukuki adımlar sadece PKK’ya hasredilmemeli, şiddetle arasına mesafe koymuş veya koyacak olan örgütleri ve eylem kabiliyetini yitirmiş tüm yapıları kapsamalıdır.”
“Feshedilen veya münfesih sayılan örgütlerin; şiddet eylemlerine bizzat iştirak etmemiş, eline silah almamış üyeleri, kurucuları ve yöneticileri hakkında “örgüt üyeliği” veya “yöneticiliği” suçlamasıyla ceza verilmemeli, hâlihazırda yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar derhal durdurulmalıdır. Amaç cezalandırmak değil, “terör örgütü” vasfını yitirmiş bir yapının mensuplarını topluma entegre etmek olmalıdır.”
ANTİ LAİKLİK VE ŞERİAT SAVUNUSU
Raporun birçok bölümünde, Kürtlerin tarihsel olarak zorla sekülerleştirildiği ve İslam’la kurdukları bağın bu süreçte aşındırıldığı savunuluyor. Bu çerçevede Türkler ve Kürtlerin İslam ortak paydasında buluştuğu tarihsel ilişki, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir hat üzerinden ele alınıyor. Raporda, Osmanlı’daki reform hareketlerinin de eleştirel biçimde değerlendirildiği; bu reformların “şeriatsız bir şeriat” yarattığı ileri sürülerek, sekülerleşme yönündeki uygulamalara karşı çıkıldığı ve şeriat temelli düzenin olumlandığı görülüyor.
“Ümmet bilinci ile hareket eden Kürtler, Türklerle İslam kardeşliği ortak paydasında buluşarak Malazgirt Zaferi’nden günümüze kadar tarih ve kader birlikteliği yapmıştır.”
“Bu birliktelik Tanzimat dönemine kadar sorunsuz olarak devam etmiştir. Ancak Tanzimat Fermanı, (ki asıl etkisini Islahat Fermanı ile birlikte gösterecektir) “Şeriat adına Şeriatı lağveden” bir sürece kapı aralamıştır ki Kürtlerin de İdris-i Bitlisî aracılığıyla Yavuz Sultan Selim ile yaptıkları ittifak da şeriata bağlılık temeline dayalıydı. Tanzimat dönemi ile birlikte devletin, İslam’ı esas alan ümmet temelli hâkim anlayışı değişmiş; bunun yerini “Batıcılık” ve “Ulusçuluk” paradigmaları almıştır. Kurumsallaşan “Batılılaşma” politikaları ve “tektipçi ulus devlet modeline geçiş süreci” toplumsal yapıyı sarsmış ve Kürt toplumu ile devlet arasındaki ilişkilerde bazı kırılmalara yol açmıştır.”
1921 ANAYASASI VE SYKES-PİCOT VURGUSU
HÜDAPAR, raporun bu bölümünde Türkiye’nin kuruluş sürecini ve bölgesel sınır düzenini laiklik ve ulus-devlet eleştirisi ekseninde yeniden yorumluyor. Parti, Millî Mücadele’nin seküler bir kopuş değil, İslamî referanslar üzerinden yürütülmüş bir birlik ve kurtuluş hamlesi olduğunu savunurken; Cumhuriyet’in sonraki yıllarda bu zeminden uzaklaştığını ileri sürüyor. Aynı çerçevede, Ortadoğu’nun bugünkü siyasal haritasının da halkların iradesiyle değil, emperyalist müdahalelerle şekillendirildiğini vurgulayan HÜDAPAR, hem 1921 Anayasası’nı hem de Sykes-Picot düzenini bu tarihsel kopuşun iki karşıt ucu olarak ele alıyor. Bu yaklaşım, raporda şu ifadelerle temellendiriliyor:
“Tüm bunlar Millî Mücadelenin İslam’a bağlılık temelinde verildiğinin somut göstergeleridir. Bu bağlamda 1921 Anayasası da (29 Ekim 1923’te yapılan değişikliklerle birlikte) Kurtuluş Savaşını veren kurucu iradeyi ve dolayısıyla Cumhuriyetin gerçek kurucu ilkelerini yansıtmıştır”
“Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, savaşı kazanan emperyalist devletler tarafından -savaş henüz devam ederken- yapılan gizli paylaşım anlaşmaları doğrultusunda şekillenen “Sykes-Picot düzeni”, Kürt coğrafyasını yeni kurulan ulus devletler arasında parçalara ayırarak; Kürtlerin varlığının ve kimliğinin inkâr edildiği, dillerinin yasaklandığı baskıcı bir statüko inşa etmiştir. Kürt coğrafyasını suni sınırlarla bölüp tekçi ulus devletlerin sınırları içine hapseden emperyalist devletler, bu durumu bir baskı, denetleme ve müdahale aracı olarak kullanmışlardır. Bu sayede yerel ve bölgesel düzeyde emperyalizmin güdümünde bir vesayet düzeni kurulmuştur.”
DEVLET ŞEYH SAİD, SAİD NURSİ VE SEYİD RIZA İÇİN ÖZÜR DİLEMELİDİR
Raporun “Tek parti dönemi uygulamaları” başlıklı bölümünde, Erdoğan’ın 2011 yılında Dersim için devlet adına dile getirdiği özür hatırlatılıyor ve bu açıklamayla birlikte bazı katliamların resmî düzeyde kabul edildiği vurgulanıyor. Bu çerçeve, geçmişle yüzleşme açısından bir örnek olarak sunulurken, benzer bir yaklaşımın Kürt toplumunda tarihsel ve simgesel öneme sahip isimler için de benimsenmesi gerektiği ima ediliyor ve özür çağrısında bulunuluyor:
“Kürt toplumunda önemli bir yeri olan Şeyh Said, Bediüzzaman Said Nursi ve Seyyid Rıza gibi zulmen katledilmiş ya da sürgün ve mahpus bir hayata mahkûm edilmiş şahsiyetlerin mezar yerleri gizlenmiş; sözde tarih kitaplarında türlü iftira ve hakaretlerle itibar suikastlarının hedefi olmuşlardır. Tarih kitaplarında; sanki Kürtler tarihte hiç yaşamamış, bu bölgede hiç var olmamış gibi, Kürt ismine ve Kürt tarihine hiç yer verilmemiştir.”
Raporun öneriler kısmında ise bir özür çağrısı ve mezar yerlerinin açıklanması vurgusu yapılıyor:
“Başta Şeyh Said olmak üzere, halkın saygı duyduğu Kürt âlimlerine geçmişte yapılan zulümler resmen kabul edilmeli, devlet adına özür dilenmelidir. Said-i Nursi, Şeyh Said ve Seyyid Rıza’nın mezar yerleri açıklanmalıdır.”
ULUS DEVLET YERİNE İSLAM BİRLİĞİ VURGUSU
Raporda ulusalcılık, emperyalizme karşı bir direnç söylemi olarak sunulsa da, HÜDAPAR tarafından esasen ayrıştırıcı ve zayıflatıcı bir ideoloji olarak tanımlanıyor. Metinde, ulus-devlet merkezli siyasal yapıların Müslüman halkları ortak bir gelecek tahayyülünden uzaklaştırdığı, dar kimlikler içine hapsederek toplumsal kırılganlığı artırdığı savunuluyor. Bu nedenle rapor, ulusalcılık yerine İslam ortak paydasında şekillenecek bir birlik modelini öne çıkarıyor:
“Bu yönüyle “Ulusalcılık” çoğu zaman emperyalist müdahalelere karşı bir direnç söylemi gibi sunulsa da pratikte Müslüman halkları ortak bir gelecek tasavvurundan uzaklaştırmakta; onları dar kimlik kalıpları içine hapsederek birbirine karşı kırılgan ve manipülasyona açık hale getirmektedir. Ortaya çıkan parçalanmış yapı, dış müdahaleyi kolaylaştıran, vesayet ve sömürüye davetiye çıkaran bir zemin üretmektedir. Dolayısıyla emperyalizme karşı gerçek ve kalıcı bir mücadele, bu ideolojik daraltmaların ötesine geçen, adalet ve ortak değerler temelinde kurulan kapsayıcı bir birlik anlayışını zorunlu kılmaktadır. Bu ortak değerin ve en güçlü bağın İslam olduğu açıktır.”
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Çözüm önerileri başlıklı bölümde rapor, uygulanması gereken adımlara ilişkin olarak yeni bir anayasa vurgusunu öne çıkarıyor. Bu bölümde HÜDAPAR, mevcut anayasal çerçevenin sorunların çözümünde yetersiz kaldığını savunarak, kapsamlı bir değişiklik ihtiyacına işaret ediyor; talepler ve öneriler ise şu başlıklar altında sıralanıyor:
“ Darbe ürünü 1982 Anayasası yerine vesayetçi, tek tipçi, ötekileştirici unsurlardan ve her türlü ideolojik dayatmadan arındırılmış, halkın inanç değerleriyle uyumlu, adalet ve eşit vatandaşlık temelinde yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.”
VATANDAŞLIK TANIMI
İkinci bir çözüm önerisi olarak raporda, Anayasa’nın 66. maddesinin değiştirilmesi ve yeni bir vatandaşlık tanımının geliştirilmesi gerektiği belirtiliyor.
“Anayasanın 66. Maddesinde yer alan ve vatandaşlığı etnik bir kökene bağlayan ifadeden vazgeçilmelidir. Bunun yerine, etnik çağrışımı olmayan, kapsayıcı, aidiyet bağını esas alan bir vatandaşlık tanımı getirilmelidir. Türkler ve Kürtler, bu ülkenin asli kurucu halkları olarak kabul edilmelidir.”
RESMİ DİL
“Kürtçe, eğitim dili olarak kabul edilmelidir. Anayasanın 42. Maddesindeki “Türkçeden başka hiçbir dil ana dil olarak okutulamaz” hükmü değiştirilmeli; “Devlet, Türkçe’nin yanında vatandaşların anadillerini öğrenmelerini ve bu dilde eğitim almalarını güvence altına alır.” hükmü getirilmelidir.”
ŞEYH SAİT, SAİD NURSİ VE SEYİT RIZA İÇİN ÖZÜR TALEBİ
“Başta Şeyh Said olmak üzere, halkın saygı duyduğu Kürt âlimlerine geçmişte yapılan zulümler resmen kabul edilmeli, devlet adına özür dilenmelidir. Said-i Nursi, Şeyh Said ve Seyyid Rıza’nın mezar yerleri açıklanmalıdır.”
SINIRLAR SEMBOLİK HALE GETİRİLMELİ
“Kardeşleri birbirinden ayıran Sykes-Picot sınırları sembolik hale getirilmeli; komşu ülkelerdeki akrabalarla beşerî (sıla-i rahim), ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için her türlü kolaylık sağlanmalıdır.”
YASAL DÜZENLEMELER
“Yapılacak yasal düzenlemeler; kendini fesheden, şiddeti tümüyle terk eden ve bu nedenle münfesih sayılan tüm örgütsel yapıları kapsayacak şekilde, adil ve kuşatıcı bir anlayışla ele alınmalıdır.
Şiddete bulaşmış olması nedeniyle hemen yurda dönmesi sosyolojik olarak mümkün olmayanlar için ise ceza ve dava zaman aşımı süreleri yeniden düzenlenerek, toplumsal kabulün oluşacağı uygun bir zeminde eve dönüşlerin önü açılmalıdır.”

