Kimilerinin beklentileri televizyon/dizi sektöründe “etik” kuralların, ya da tekelleşmenin” konuşulması yönündeydi.
Ama olaylar bambaşka bir yöne evirildi.
Menajer Emine Ayşe Barım, 24 Ocak 2025’te Gezi Parkı olaylarına katıldığı ve bazı sanatçıları bu eylemlere katılmaya teşvik ettiği iddia edilerek gözaltına alındı. Hükümeti devirmeye ya da görevini engellemeye teşebbüsle suçlanan Barım’ın, Gezi Davası tutsaklarıyla oldukça yoğun bir iletişimde olduğu iddia edildi ve ardından tutuklandı.
İlginç olan, Ayşe Barım’ın 15 Temmuz sonrası, oyuncularını Yenikapı mitingine yönlendirmiş olması gibi detayların göz ardı edilmesiydi.
Ayşe Barım’ın, 12 yıl aradan sonra Gezi hareketine verdiği destek nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanması iktidarın bu toplumsal hareketle ilgili uzun süreli bir hesaplaşma içinde olduğuna işaret etmektedir.
İktidarın dizi sektörüne yönelik müdahalesi, Gezi hareketi ile hesaplaşma bağlamında önemli bir toplumsal ve politik dinamiği yansıtmaktadır. Ayşe Barım’ın tutuklanması, bu hesaplaşmanın somut bir örneği.
Barım’ın Gezi hareketine verdiği destek, iktidarın halk muhalefetiyle olan hesaplaşmasının bir yansımasıdır.
Bu durum, Ayşe Barım’dan öte, Gezi eylemlerinin ardında yatan ideolojik ve politik gerilimin devam ettiğini göstermektedir.
Bu süreç, mevcut iktidarın Gezi hareketine karşı olan hesaplaşmasının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu olay, yalnızca sektörel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal hafıza ve muhalefetle ilgili köklü bir hesaplaşma sürecinin parçası olarak öne çıkmaktadır.
Ayşe Barım hakkında yürütülen soruşturma ve tutuklama, Türkiye’deki dizi sektöründe yaşanan tekelleşme tartışmalarından daha derin bir anlam daha başka hesaplar da taşımaktadır.
SEKTÖRLE İLGİLİ DAHA DERİN HESAPLAR
Bu tutuklama, yalnızca Barım’a yönelik bir hamle değil, aynı zamanda sektörle ilgili daha derin hesaplar olduğunu gösteriyor.
Televizyon dizileri, ister izleyelim ister izlemeyelim, hepimizin hayatında bir yer edinmiş durumda. Evde, yolda ya da bir kafede, hemen hemen her yerde dizi izleyen insanlara rastlamak mümkün. Bu yapımlar, sadece birer eğlence aracı değil, aynı zamanda devasa bir endüstriyel ekonomik sistemin parçası.
Türkiye’de dizi sektörü her geçen gün büyümeye devam ediyor. Her yıl 50-60 yeni dizi izleyicilerle buluşurken, bu yapımlar sadece ülke içinde değil, yurt dışında da büyük ilgi görüyor. Hem televizyonlarda hem de dijital platformlarda üretilen Türk yapımları, dünya genelinde yaklaşık 1 milyar izleyiciye ulaşmış. Geçtiğimiz yıl ise 300’den fazla yerli yapımın ihraç edilmesiyle sektör, 500 milyon doları aşan bir gelir elde etmiş.
Diziler, aynı zamanda büyük bir endüstrinin temel taşını oluşturuyor. Televizyon kanalları, yapım şirketleri, reklam verenler ve sponsorlar, bu sektörün ana aktörleri arasında yer alıyor. Reytingler, bu aktörlerin başarısını belirleyen en önemli faktörlerden biri. İzlenme oranları ne kadar yüksekse, reklam gelirleri ve sponsorluk anlaşmaları da o kadar artıyor. Bu durum, yalnızca televizyon kanalları ve yapım şirketlerini değil; turizmden konuta, müzikten moda sektörüne kadar pek çok piyasayı kapsıyor.
Reklamlar ve sponsorlar, bu sistemin can damarı; bir dizinin reyting alması, sponsorların meta ve hizmetlerini daha geniş bir kitleye pazarlamasına olanak tanıyor. Örneğin, dizilerde kullanılan kıyafetler ya da çekim yapılan mekânlar, izleyiciler için birer cazibe merkezi haline geliyor. Bu da dolaylı olarak farklı sektörlerde ekonomik hareketlilik yaratıyor.
İktidarın, daha önce inşaat, maden ve enerji gibi sektörlerde yaptığı gibi, dizi sektörüne de müdahale etmeye başlaması şaşırtıcı değil.
Dizi sektörü, Türkiye’de hem ekonomik hem de kültürel açıdan büyük bir etkiye sahip. Bu aşamada, en kârlı ve etkili sektörlerden biri olan dizi sektörüne yönelik benzer bir hamle içerisinde oldukları anlaşılıyor. Böylece, geçmişteki uygulamalarını tekrarlayarak kültürel alanı da kontrol altına alma çabası içine girdiler.
Diyanet İşleri Başkanının kerimelerinin attığı bir twitt ile de anlaşılıyor: “Küfür ve cinsellik içermeyen bir şey çekemiyorsunuz oğlum. O yüzden tir tir titriyorsunuz Gassal tipi diziler çoğalacak da tahtınız devrilecek diye. Titreyin, meheldir”
Sektöre çökme hamlesi birkaç farklı şekilde gerçekleşebilir…
Devlet teşvikleri, kamu bankaları aracılığıyla krediler ve destekler belirli yapımcı firmalara yönlendirilerek sektörde iktidara yakın şirketlerin güçlenmesi sağlanabilir.
Hâlihazırda RTÜK eliyle medyaya yönelik ciddi bir denetim mekanizması bulunuyor. Ancak dizi sektörüne özel olarak sansür politikalarının sıkılaşması, belirli içeriklerin ön plana çıkarılması ve propaganda amacıyla kullanılabilecek dizilerin teşvik edilmesi muhtemel.
Yatırım ve ortaklıklarla sektördeki aktörleri değiştirmek İktidara yakın sermaye gruplarının, medya patronlarının ve büyük yapımcıların desteklenerek sektörün yönlendirilmesi.
TELEVİZYON/DİZİ SEKTÖRÜNDE “ETİK KURALLAR YA DA TEKELLEŞME
Yukarıda söylendi: Kimilerinin beklentileri televizyon/dizi sektöründe “etik” kuralların, ya da tekelleşmenin” konuşulması yönündeydi.
Fakat bunların hiçbiri gündeme gelmedi.
Televizyon/dizi sektörü üzerine asıl konuşulması tartışılması gerekenler görmezden gelindi.
Televizyon ve dizi sektöründeki tartışmalar genellikle etik kurallar ve tekelleşme etrafında dönse de, esasen göz ardı edilen husus set işçilerinin çalışma koşullarıdır.
Her ne kadar diziler parlak ekranlarda büyüleyici bir dünya sunsa da bu dünyanın inşasında çalışan set işçileri için durum pek de iç açıcı değil.
Yapım şirketlerinin ve televizyon kanallarının maliyetleri düşürme çabası, set işçilerini oldukça zorlu koşullarla karşı karşıya bırakıyor. Çoğu zaman uzun çalışma saatleri, düşük ücretler ve güvencesiz çalışma şartları bu sektördeki emekçilerin yaşamını zorlaştırıyor.
Bir dizinin 90-120 dakikalık bölümlerini bir haftada çekmek, set emekçileri için büyük bir yük anlamına geliyor. Günde 12-18 saat çalışmak zorunda kalan işçiler, yetersiz dinlenme süreleri ve yoğun tempoyla başa çıkmaya çalışıyor. Bunun sonucunda fiziksel ve zihinsel tükenmişlik kaçınılmaz hale geliyor. Ayrıca, sigortasız çalışma koşulları ve düzensiz ödenen maaşlar, işçilerin ekonomik güvenliğini tehdit ediyor.
2015 yılında yapılan bir düzenleme ile İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği’nde bazı değişiklikler gerçekleştirildi. Bu değişikliklerden biri de sinema filmi, video ve televizyon programları yapım faaliyetlerinin tehlike sınıfıyla ilgiliydi. Daha önce “az tehlikeli” olarak değerlendirilen bu faaliyetler, yapılan güncellemeyle birlikte “tehlikeli” sınıfına alındı. Hızlı çekim temposu ve yoğun iş yükü, setlerde iş kazalarının artmasına neden oluyor. Teknik ekipmanlarla çalışırken alınmayan önlemler ya da yetersiz dinlenme süreleri, ciddi kazalara yol açabiliyor. Bu durum, işçilerin sağlığını doğrudan tehdit eden önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Sonuç olarak, dizi sektöründeki gelişmeler, yalnızca ekonomik ve kültürel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal adalet ve işçi hakları açısından da ele alınması gereken bir konudur.
Set işçilerinin talepleri ve sorunları, sektördeki etik kurallar ve tekelleşme tartışmalarının merkezine yerleştirilmelidir.
Prof. Dr. İzzettin Önder ve TKH MK üyesi Kurtuluş Kılıçer’in konuşmacı olarak yer aldığı Türkiye…
İstanbul Barosu, 11 yönetim kurulu üyesinin görevine son verilmesinin ardından bugün Olağanüstü Genel Kurul toplantısı…
İstanbul Barosu, İbrahim Kaboğlu ile 10 Yönetim Kurulu üyesinin görevlerine son verilmesi nedeniyle bugün Haliç…
Laikliğin adım adım silindiği her alana gericilerin, çetecilerin çöktüğünü biliyoruz. Tüm bu yaşananlar bize özgürlük…
İlerici Kadınlar Derneği (İKD) 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çerçevesinde İstanbul ve İzmir'de etkinlikler…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Barosu hakkında "Terör örgütü propagandası yapmak" ve "Basın Yoluyla Halkı Yanıltıcı…